Sultanahmet’in en yenisi: AJWA
Tarihi Yarımada’nın ilk beş yıldızlı oteli AJWA Sultanahmet’te kapılarını açtı.
Projenin ardında Azerbaycan uyruklu işadamı 12 Group’un sahibi Abu Bakr var.
Bir zamanlar Aziyade Otel olan binayı satın almışlar ve üç yıl süren restorasyonun ardından da kendi grup şirketlerinden Gülab Mimarlık Ofisi’nin tasarımıyla artisanal bir otele dönüştürülmüş.
Selçuklu, Osmanlı ve bu topraklarda yaşamış birçok kültürden esinlenen otelin her köşesi en son teknolojiyle donatılmış.
Topkapı restoratörlerinin yaptığı kalem işleri, ahşap ve sedef kakmalı koltuklar, Azerbaycanlı sanatçıların resimleri, İznik çinileri, tavan işlemeleri, özellikle de Azerbaycan’dan özel olarak getirilen el dokuması ipek halılar çok etkileyici.
AJWA Sultanahmet, 12 Group’un Turizm ve Eğitim Yatırımlarından Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi, deneyimli otelci Selim Geçit’e teslim edilmiş.
Bizim gibi büyük kentlerde yaşayıp kimyasal yıkama ya da mumlama yapılmış market meyvesine mahkum olanlar için, portakalı dalından kopararak yemek, çiçeğinin kokusunu içine çekmek büyük bir lüks!
Tabii bu lükse canınız her portakal istediğinde ulaşmak kolay değil. Ama Türkiye’nin ilk portakal ve narenciye ürünlerini çiftçiden direkt tüketiciye ulaştıran portakalbahcem.com bu keyfi sunuyor birkaç yıldır.
HANGİSİ FİNİKE PORTAKALI
Coğrafi işaret tescilli Finike portakalının tadı cinsinden değil yetiştiği ovanın mikro kliması, alüvyonlu toprak yapısı ve su kaynaklarından geliyor. Bölgede Washington, Valencia, Yafa, kan ve şeker portakalı cinsleri var. Finike portakalı kendine özgü aroması ve asidite dengesiyle dünyanın en kaliteli portakallarından biri kabul ediliyor. Ancak adı efsane gibi olan bu portakala ulaşmak o kadar da kolay değil. Bölgede yıllık üretim sadece 150 bin ton. Sadece portakallar değil, söylenmese portakal diyeceğim kırmızı limonların, her mevsim hasat edilebilen kokulu limon cinslerinin de tadı bambaşka. Minyatür portakal görünümünde ama kabuklu yenen Kumkuat (Kamkat) da bir kez keşfedince bağımlılık yapacak tatlardan.
Doğaya şükranlarımızı sunuyoruz
Madalı Keçi Çiftliği peynirlerini ortak bir arkadaşımızın önerisiyle keşfettim. Hem ailenin öyküsü hem de son yıllarda tattığım en dengeli, en lezzetli keçi peynirleri olması beni çok heyecanlandırdı.
Filiz Taşköy, birçoğumuz gibi çocuklarının sağlıklı beslenmesini sağlamak için yıllarca doğal beslenme kaygısıyla memleketleri Konya Beyşehir’den İstanbul’a erzak taşır. Öğretmenlikten emekli olmasının ardından da radikal bir kararla Konya’nın Beyşehir ilçesine, doğduğu topraklara döner.
Eşinin 10 yıldır sevdirmeye çalıştığı keçi çiftliği projesini hayata geçirir.
Tabii çok acemilik çeker, pişman oldukları dönemler de olur ama ailece ‘yola devam’ derler.
210 adet Hollanda’dan getirilen Saanen ırkı keçi, 120 oğlakla süt ve peynir üretimine başlarlar. Bu arada GSÜ İşletme mezunu ve Paris’te lisans üstü eğitimini tamamlamış olan kızları ve Amerika’dan dönen kardeşleri de ekibe katılır, bir aile şirketi kurarlar.
Peynir çeşitleri
Yanı başımızda saklı cennet
Restoran sektörünün saygın işletmecilerinden, şimdi otelciliğe de soyunan Önder Köse uzun zamandır ortağı olduğu Tuzla İçmeler Hilton Double Tree’den söz ediyordu.
Tuzla Hilton Business Termal Otel dünyada ve Türkiye’de tekmiş.
Kapıdan girince ilk izlenim, sıradan bir iş oteli. Ama otelin spa’sına inip termal havuzda yüzdüğünüzde ve ardından muhteşem bir Thai masajı aldığınızda bambaşka bir boyuta geçiyorsunuz.
Ancak asıl sürpriz, otelin arkasındaki uçsuz bucaksız bahçe içindeki tarihi Tuzla İçmeler Oteli. Eski İstanbullular mutlaka biliyordur ama ben kentin yanı başında bu saklı cenneti bilmiyormuşum. Kaplıca otelinin kuruluş öyküsü de çok ilginç.
Atatürk, Tuzla İçmeler’i 1927 yılında ziyaret eder. “Burada mutlaka bir termal otel de olmalı” der. İzinler için bizzat emir verir ve şifalı sularıyla ünlü Tuzla Termal Otel 1930 yılında açılır. Kendisi de sonra birkaç kez gelip kür yapar.
Tabii ki arzumuz teröre alışarak yaşamak değil, terörden kurtulmak.
Ancak bu zor günlerle dayanışma, birlik ruhunu yaşatarak baş edebiliriz. Bunun olabilirliğini Turizm Restoran Yatırımcıları ve İşletmecileri Derneği/ TURYİD gösterdi.
Yerli ve yabancı 39 kişinin öldürüldüğü terör saldırısı sonrası binlerce kişinin katıldığı yürüyüş düzenlendi, mekanın sahipleri Mehmet Koçarslan ve Ali Ünal’a taziyeler sunuldu, Reina’nın önüne karanfiller bırakıldı.
Turizm gibi yeme-içme ve eğlence sektörü de darboğazdan geçiyor. Biz tüketicilere bu günlerde daha çok özveri düşüyor. Tatillerimizi yurtdışından çok ülke içinde yapmak, daha çok restorana, sinemaya, tiyatroya gitmek zorundayız.
Yurtdışında yaşayanlar da tatillerini Türkiye’de geçirmeli, en azından turizm açısından kayıp olduğu söylenen önümüzdeki bir iki yıl.
Evlere ve içimize kapanarak terörü yok edemeyiz ama tüm sektörleriyle ülkenin ayakta kalmasına destek olabiliriz.
İki gün önce anlamlı destek de dünyanın önde gelen haber dergilerinden Newsweek’ten geldi.
Nedense yılın son günlerinde şöyle bir geriye bakıp değerlendirme yapmak adet olmuş.
Genel olarak zor bir yıl geçirdik.
Büyük acılar yaşadık. Ayrıca, kapanan restoranlar, boş oteller, turistik bölgelerde siftah yapamadan günü geçiren işyerlerinin sayısı da azımsanacak gibi değildi.
Ama yine de hayat devam ediyor, etmeli dedik. Bugün kısacık da olsa yeme-içme dünyası, kültür, sanata ilişkin başarılı bulduğum projelerden, etkinliklerden söz etmek istiyorum.
Dünyada gastronomi başta olmak üzere yardımlaşma, sorunlara çözüm bulma üzerine dünyadan ve Türkiye’den başarılı örneklerin anlatıldığı, sorunların tartışıldığı “Yedi: Geri Ver” konferansı yılın en etkileyici buluşmalarındandı.
İstanbul Modern’deki “İnci Eviner Retrospektifi” ve “Biz İnsan mıyız?” başlıklı, bugün dünyada olup bitenlerle tasarımın ilişkisini sorgulayan İstanbul Tasarım Bienali, yılın en düşündürücü ve ufuk açıcı sanat etkinlikleriydi.
Görevleri yemek
Yıllardır iki ünlü şef Antonio Carluccio ve Gennaro Contaldo’nun “Two Greedy Italians/ İki Açgözlü İtalyan” adlı yemek ve seyahat programını severek izlerim. BBC tarafından hazırlanan programda, genç yaşlarda İngiltere’ye yerleşen ve orada ünlü olan iki şef doğdukları topraklara geri döner.
Doğadan her geçen gün uzaklaşıyoruz.
Dünya nüfusunun yarıdan fazlası şehirlerde yaşıyor.
Bir zamanlar modernleşmenin simgesi gibi görülen betonlaşma çağımızın kabusu haline dönüştü.
Kent insanı artık doğaya hasret yaşamak istemediğini fark etti.
Daha çok park, daha çok yeşil alan istiyoruz.
Elimiz toprağa değsin, yeni sağılmış süt içelim, yoğurdumuzu yapalım, tavuğun altından sabah alınmış taptaze yumurtaları çocuklarımıza yedirelim.
Doğal ürünlere ulaşalım diyoruz.
Ama gelin görün ki küçük bir kasabada ya da köyde yaşamıyorsanız bu isteklerin gerçekleşmesi kolay değil.
Dört yıl önce Ataşehir’de açılan Dönerci Tatar Salim, kısa sürede İstanbul’un en iyi dönercileri arasına girdi. Bu başarının ardında dönerlerinin lezzeti ve kalitesi kadar Kırım’dan gelen 600 yüz yıllık geleneğin izini sürerek döner yapmaları da yatıyor.
Tatar Salim’in Genel Müdürü Korhan Köserecep, “Dedesinin adını taşıyan lokantalarında, Kırım Tatarlarına özgü, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde söz ettiği, 600 yıllık geçmişi olan geleneksel döner reçetesini günümüze uyarlayarak sunduklarını” söylüyor.
Bu lezzetin sırrını çözmek için Anadolu’nun bir çok kentinde araştırmalar yapmışlar. Erzincan Evin, Erzurum Hacı Baba, Sivas Mis Kebap ve Kastamonu Naila dönerleri yol göstericileri olmuş. Üç yıllık araştırmanın sonucunda da kendi özgün formüllerini oluşturmuşlar.
Odun ateşinde pişirdikleri dönerlerinde, küspe ile beslenmeyen, doğal otlayan kuzu ve danaların sadece but, kol ve sırt bölümlerini kullanıyorlar. Kuzularda tercihleri Keşan ve Lapseki’den temin ettikleri Trakya Kıvırcık Karnabatı kullanıyorlar.