Bazen de geleneksel, yöresel yemeklerimizi, damak hafızamızda yer aldığı gibi otantik haliyle yemek istiyoruz. İşte kentin yeni iş merkezi Mahmutbey’de bir buçuk yıl önce açılan Seraf tam böyle bir yer.
Yeri tabii ki yeme-içme dünyasının kalbinin attığı bölgelerden birinde olmadığı için keşfetmek kolay olmuyor. Ve işin ilginci hakkında yazılanları okusanız, fotoğraflarını görseniz bile böyle bir yerle karşılaşacağınızı hayal edemiyorsunuz.
Konseptin ardında tam bir yeme-içme tutkunu, petrol ve inşaat işiyle uğraşan sanayici Doğan Yıldırım var. Uzun yıllar yurtdışında yaşayan Yıldırım her şeyden önce sağlıklı beslenmeye takmış. “Lezzeti bir kenara bırakın, katkısız, doğal ürünler kullanan yerlerin sayısı yok denecek kadar az. İstanbul’da yöresel lezzetleri güvenle ve şık bir ortamda yiyebileceğimiz yer arayışı beni restoran sahibi yaptı” diyor.
Aslında Doğan Yıldırım yıllar önce Mardin’deki ünlü Cercis Murat Konağı’nı İstanbul’a getirmiş. Ama çeşitli nedenlerle o proje uzun soluklu olamamış.
Japon mutfağı tüm dünyada olduğu gibi bizde de yükselen bir trend, özellikle suşi çok seviliyor.
Yanılıyor olabilirim ama ben bunu deniz ürünlerinden çok pirinç ve pilavla olan derin aşkımıza bağlıyorum.
Eşlikçileri vasabi, soya sosu ve zencefil turşusu da bu sevgiyi artırıyor.
Spago’ya suşi bar
İki Michelin yıldızlı ünlü şef Wolfgang Puck’ın Amerika’daki dört şubesinin ardından yurtdışında açılan ilk Spago olan restoranında müşterilerden gelen talep üzerine suşi bar açıldı.
Üçüncü yılını kutlayan, şef Cihan Kıpçak’ın yönetimindeki Spago İstanbul’un suşi bar bölümünün başına da 20 yıldır Uzak Doğu restoranlarında çalışan Satılmış Baş, namıdiğer Satosan getirilmiş.
Yurtiçinden ve yurtdışından Le Cordon Bleu şefleri hem kendi öykülerini anlattı hem de bu yılın trendlerini yorumladı.
Fransa’nın İstanbul Başkonsolosu Bertrand Buchwalter’in açılış konuşmasında söylediği gibi gastronomi kültürü, diplomasiden ekonomiye her alanda etkili.
Bu yılın yükselen gastronomi trendlerinin başında yemeğin felsefesi geliyor.
Yerel, doğal ve mevsiminde ürünlerin kullanımı, üretim koşulları, israfın önlenmesi, mutfakta denge kurulması yemeğin yaratıcılığı kadar önemli.
“Global düşün, lokal ye” sloganı da zaten bu anlayışın sonucuydu. Sokak lezzetleri, meze ya da tapas, paylaşımlı tabaklar, yerel, genetiğiyle oynanmamış tohumlarla üretilen tahıllarla yapılan ekmekler, unsuz, şekersiz tatlılar, baklagil kullanımı, vegan, vejetaryen beslenme de yılın trendleri arasında.
“Fine dining” dediğimiz lüks restoranlar, tadım menülerinin sunulduğu şef restoranları ise yerini yavaş yavaş daha rahat bir ortamda yemeklerin yendiği ama malzeme kalitesinin de önemli olduğu daha basit, göreceli olarak daha ucuz yerlere bırakıyor.
Ama bugün bulunduğumuz noktada en önemli konunun toprağı, doğayı korumak, yerele, doğala sahip çıkmak olduğunu düşünüyorum.
Bu konuya öncelik veren her türlü kurum ve kuruluşa da saygı duyuyorum.
beni bu girişi yapmaya iten, okuduğumda “işte bu” dedirten şu dizeler oldu:
“Amonyum sülfat (şeker gübre) kullanma.
Bana yabancı olmayan organik gübreler kullan.
Toprak analizi yaptır, ihtiyacım kadar gübre ver.
Sürdürülebilir çay tarımını öğren, uygula.
O sakinliği, dinginliği, makyajsız doğal hali, hatta hüznü bana çok daha gerçek gelir.
O kasabayı, kenti, köyü daha iyi tanıdığımı düşünürüm.
Bu yılbaşını da ailece Göcek’te geçirmeye karar verdik. Bugüne dek eylül sonrasında Göcek’e hiç gitmemiştim. Birçok yer kışın kapalı ama açık olanlar da yetiyor. Muhteşem bir beş gün geçirdik.
Doludizgin yağan yağmur, kapkara bulutlar, gök gürültüsü ardından pırıl pırıl, ılık bir kış güneşinin birlikteliği tam bir terapi gibi geldi 2017’ye veda ederken.
Aslında projenin ilk adımları sokakta yaşamanın ne demek olduğunu çok iyi bilen Ayşe Tükrükçü’nün iki yıl kadar önce evsizlere her gece çorba dağıtmasıyla başlamıştı.
Ardından bir grup sivil toplum gönüllüsünün inisiyatifiyle sokakta yaşamak zorunda kalan, toplumda yok sayılan insanlara destek amacıyla Hayata Sarıl Derneği kuruldu. Derneğin ilk projesi de “Hayata Sarıl Lokantası” oldu. Dernek üyeleri, gönüllüleri ve sponsorların desteğiyle kasım başında açılan lokanta öğlen paralı. Ortalama üç çeşit yemek için 30-35 lira hesap ödeniyor. Akşamları ise öğle servisinde kazanılan parayla ihtiyaç sahipleri ve evsizlere ücretsiz yemek servisi yapılabiliyor. Öğlen yemeklerinde elde edilen gelirle akşamın konukları isterse oturup yiyor, isterse askıda hazır paketini alıp evine götürüyor.
Her ay bir gün de İstanbul’un önde gelen şefleri Hayata Sarıl Lokantası’nın mutfağına girip yemek yapıyor. 100 liraya yiyebileceğiniz menü 12.00-13.30 ve 15.00 olmak üzere üç kez servis ediliyor.
Akşam ise aynı menü ücretsiz dağıtılıyor. Geçtiğimiz pazar günü Kantin’in şefi Şemsa Denizsel ve ekibi mutfaktaydı.
Aramızda zamanla derinleşen bir bağ oluşuyor, ne katkı sağlayabiliriz düşüncesi aklımızın bir köşesinde hep oluyor. Kayseri’ye yıllar önce ilk kez gittiğimde girişimci ruhu, Erciyes Dağı, pastırma ve mantısıyla haklı bir üne olan kent beni biraz hayal kırıklığına uğratmıştı.
Özellikle Erciyes’e çıktığımda neden böylesi muhteşem bir doğaya, kayak merkezi olma potansiyeline sahip bölgede doğru dürüst bir tesis yok diye hayıflanmıştım.
Ancak son bir yıldır her gidişimde bir öncekinden daha çok beğeniyorum.
Erciyes’teki değişim gerçekten etkileyici. Yapılan 200 milyon Euro yatırımla yenilenen yüzü ve yeni açılan tesisleriyle kış sporları severlerin favori duraklarından biri olmaya aday. Tesislerin Avusturya’da ve Almanya Alpleri’ndeki kayak ve dağ turizmi merkezlerinden farkı yok. Kardanadam tesisleri, Magna Hotel’in önündeki ‘Playground’ alanı, Magna Apex dünya standartlarında.
** Kayseri’de 1883 yılında eğitim vermeye başlayan Taş Mektep’te Türkiye’nin iki Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Abdullah Gül, ilk kütüphaneci Jale Baysal, Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar ve şair Behçet Kemal Çağlar eğitim gören ünlü isimler arasında.
**Mantı yarışmasında Hürriyet ekibi, TÜRSAB ekibini yendi.
Her ne kadar amaç, rekabetçi sistem içinde yapılan işlerin daha iyisini yapmak, fark yaratmak, fark edilmek olsa da, sonuç dünyayı daha yaşanabilir kılmaya katkıda bulunursa her şey bambaşka bir anlam kazanıyor.
Gastronomi
Turizmi ama nasıl?
2017, gastronomi etkinlikleri bakımından dolu dolu geçti.
Ama sanıyorum en sonuncusu İzmir’de yapılan 3. Uluslararası Gastronomi Kongresi en etkinlerinden biri oldu.
Turizmciler, üniversitelerin gastronomi bölümlerinden akademisyenler, öğrenciler, şefler, restoran sahipleri, yeme-içme yazarlarının bir araya gelmesi önemliydi.