Aramızda zamanla derinleşen bir bağ oluşuyor, ne katkı sağlayabiliriz düşüncesi aklımızın bir köşesinde hep oluyor. Kayseri’ye yıllar önce ilk kez gittiğimde girişimci ruhu, Erciyes Dağı, pastırma ve mantısıyla haklı bir üne olan kent beni biraz hayal kırıklığına uğratmıştı.
Özellikle Erciyes’e çıktığımda neden böylesi muhteşem bir doğaya, kayak merkezi olma potansiyeline sahip bölgede doğru dürüst bir tesis yok diye hayıflanmıştım.
Ancak son bir yıldır her gidişimde bir öncekinden daha çok beğeniyorum.
Erciyes’teki değişim gerçekten etkileyici. Yapılan 200 milyon Euro yatırımla yenilenen yüzü ve yeni açılan tesisleriyle kış sporları severlerin favori duraklarından biri olmaya aday. Tesislerin Avusturya’da ve Almanya Alpleri’ndeki kayak ve dağ turizmi merkezlerinden farkı yok. Kardanadam tesisleri, Magna Hotel’in önündeki ‘Playground’ alanı, Magna Apex dünya standartlarında.
** Kayseri’de 1883 yılında eğitim vermeye başlayan Taş Mektep’te Türkiye’nin iki Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve Abdullah Gül, ilk kütüphaneci Jale Baysal, Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar ve şair Behçet Kemal Çağlar eğitim gören ünlü isimler arasında.
**Mantı yarışmasında Hürriyet ekibi, TÜRSAB ekibini yendi.
Her ne kadar amaç, rekabetçi sistem içinde yapılan işlerin daha iyisini yapmak, fark yaratmak, fark edilmek olsa da, sonuç dünyayı daha yaşanabilir kılmaya katkıda bulunursa her şey bambaşka bir anlam kazanıyor.
Gastronomi
Turizmi ama nasıl?
2017, gastronomi etkinlikleri bakımından dolu dolu geçti.
Ama sanıyorum en sonuncusu İzmir’de yapılan 3. Uluslararası Gastronomi Kongresi en etkinlerinden biri oldu.
Turizmciler, üniversitelerin gastronomi bölümlerinden akademisyenler, öğrenciler, şefler, restoran sahipleri, yeme-içme yazarlarının bir araya gelmesi önemliydi.
Önce kıymetini bilemediğimiz, neredeyse yok ettiğimiz doğanın şimdi peşinde koşuyoruz.
İki hafta kadar önce Milas’ta gerçek anlamda tam bir kaçış noktasında bir hafta sonu geçirdim. Ancak havanın kararmaya yüz tuttuğu saatlerde patika yolda ilerlerken kaygılanmadığımı söyleyemem. Fakat tepeye varıp çocukluğumdan beri alışkın olduğum, doğanın ortasında gerçek çiftlik gibi kokan bir çiftlikle, kediler ve köpeklerle karşılanınca tüm kaygılarım sona erdi.
İki gün boyunca zeytin, mantar ve ot topladık, uzun yürüyüşler yaptık. Harayı, ağılı dolaştık. Kitaplarımızı okuduk. Ayakucumuzda çiftliğin sakinleri kedilerle, köpeklerle uyuduk. Muhteşem lezzette sabah kahvaltıları ettik. Akşamları öykünün asıl kahramanları Ayşe Deliismail Çiftliği’nin sahipleri Deniz ve Zeynep Durmay’la sohbet edip lezzetli yemekler yedik...
ÇİFTLİKTEKİ HAYVANLAR KESİLMİYOR
Eski sanayici ve işadamı Deniz Durmay ve eşi iç mimar Zeynep Durmay, Milas’ın Kayaderesi köyünde denizden 400 metre yükseklikte, ormanın hemen yanı başındaki Memecik cinsi zeytin ağaçlarıyla çevrelenmiş taşlık araziyi 2011’de almışlar. Cevizlik kurmuş, bostan yapmışlar. Doğal tarımla mevsimlik sebzelerini yetiştiriyorlar.
◊ Son 2 yıldır Amerika’da yaşıyorsun. Neydi seni uzaklara götüren, nasıl bir hayatın var orada?
- Türkiye’nin bugünkü yaşam şartlarının karı-koca bizim üretkenliğimizi engellemeye başladığını, hiçbir üretkenlik gösteremediğimizi gördüğümüz zaman uzaklaşma ihtiyacı hissettik. Aslında Amerika bana yabancı değil. 1970-71 yılları arasında EFS burslu öğrenci olarak orada yaşamıştım. Bir geçmişimin olması, kızımın da orada yaşaması Amerika’yı daha yakın kıldı. Gün geçtikçe çok iyi bir karar verdiğimizi görüyoruz. Türkiye’nin gerçeklerinden uzak değiliz. Bize düşen sorumlulukları bir şekilde yerine getiriyoruz. Ama en azından günde birkaç saat salim bir kafayla kendimizi düşünmeye, üretmeye fırsat veren bir ortamda yaşıyoruz. Huzurluyuz...
◊ Türkiye’de tanınmış, sosyal yaşamı güçlü biriydin. Şimdi sakin bir hayatın var, arıyor musun o günleri?
- Aslında Tolga (Savacı) benden çok daha tanınan, hayranları olan biri. Tanınmak iyi hoş da, mutluluk aracı değil hiçbir zaman. Yürürken yolda tanınmamak, alkışlarla karşılanmamak bizi hiç rahatsız etmiyor. Ama biliyor musun, “Kurt Seyit ve Şura” dizisi sayesinde Amerika’da bugün Türkiye’den fazla fanımız var. Netflix’te dizi ortalığı yıktı geçirdi. Fanların merakını, bağlılığını anlatamam. Amerika’nın değişik yerlerinden New Jersey’ye geldiler, bizi ağırlamak üzere bir toplantı yaptılar.
◊ Rus göçmenleri olabilir mi onlar?
Bir grup yazar Hüsnü Özyeğin ile birlikte Cordon Bleu’nun master şefleriyle yemek yapmış ve okulun sembolik ilk sertifikalarını almıştık.
Hatta son anda parmağımı kestiğim için bir de mavi bantla çıkmıştım mutfaktan.
Geçen hafta içinde Le Cordon Bleu Türkiye Direktörü Defne Ertan Tüysüzoğlu ile okulun mezunlarından Umut Karakuş’un şefliğini üstlendiği Aila Restoran’da buluştuk.
122 yılı geride bırakan Le Cordon Bleu, sadece Fransız mutfağını öğreten bir okul değil, burada Fransa’dan tüm dünyaya yayılmış yemek pişirme teknikleri de öğretiliyor.
◊ Son 2 yıldır Amerika’da yaşıyorsun. Neydi seni uzaklara götüren, nasıl bir hayatın var orada?
- Türkiye’nin bugünkü yaşam şartlarının karı-koca bizim üretkenliğimizi engellemeye başladığını, hiçbir üretkenlik gösteremediğimizi gördüğümüz zaman uzaklaşma ihtiyacı hissettik. Aslında Amerika bana yabancı değil. 1970-71 yılları arasında EFS burslu öğrenci olarak orada yaşamıştım. Bir geçmişimin olması, kızımın da orada yaşaması Amerika’yı daha yakın kıldı. Gün geçtikçe çok iyi bir karar verdiğimizi görüyoruz. Türkiye’nin gerçeklerinden uzak değiliz. Bize düşen sorumlulukları bir şekilde yerine getiriyoruz. Ama en azından günde birkaç saat salim bir kafayla kendimizi düşünmeye, üretmeye fırsat veren bir ortamda yaşıyoruz. Huzurluyuz...
◊ Türkiye’de tanınmış, sosyal yaşamı güçlü biriydin. Şimdi sakin bir hayatın var, arıyor musun o günleri?
- Aslında Tolga (Savacı) benden çok daha tanınan, hayranları olan biri. Tanınmak iyi hoş da, mutluluk aracı değil hiçbir zaman. Yürürken yolda tanınmamak, alkışlarla karşılanmamak bizi hiç rahatsız etmiyor. Ama biliyor musun, “Kurt Seyit ve Şura” dizisi sayesinde Amerika’da bugün Türkiye’den fazla fanımız var. Netflix’te dizi ortalığı yıktı geçirdi. Fanların merakını, bağlılığını anlatamam. Amerika’nın değişik yerlerinden New Jersey’ye geldiler, bizi ağırlamak üzere bir toplantı yaptılar.
Türkiye’nin mutfak kültürü ve yeme-içme konusundaki değerlerinin turizme katkılarının tartışılacağı 3. Uluslararası Gastronomi Turizmi Kongresi de 7-9 Aralık tarihleri arasında İzmir’de yapılıyor.
Travel Turkey İzmir 2017 Turizm Fuarı ile eş zamanlı olarak, İzmir Fuarcılık Hizmetleri Kültür ve Sanat İşleri A.Ş. (İZFAŞ) ve Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) işbirliğiyle ‘fuarizmir’de düzenlenen kongre; turizmcileri, şefleri, akademisyenleri ve fikir önderlerini bir araya getiriyor.
Kongrenin gerçekleşmesine büyük emek veren İzmirli deneyimli turizmci, TÜRSAB Gastronomi Turizmi Komite Başkanı Hande Arslanalp, hedeflerinin “Bölgesel turizmi geliştirmek için gastronomi kültüründen nasıl daha fazla yararlanılabileceğinin yollarını araştırmak, çözüm yolları üretmek” olduğunu söylüyor.
Arslanalp’e göre her kent, her bölge öncelikle kimliğini yansıtan mutfak kültürüne sahip çıkmalı.
Ardından bir ilk gerçekleşti, İstanbul, Bodrum ve Çeşme’deki restoranları, lezzet noktalarını kapsayan İncili Gastronomi Rehberi raflara çıktı. Yeme-içme profesyonellerini bir araya getiren Sirha İstanbul Fuarı başladı. Haftaya Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali başlıyor.
Aralık ayı da yoğun.
3. Uluslararası Gastromasa Gastronomi Konferansı, 2 Aralık’ta yapılacak. Gastronomi, bu enstrümanı en iyi değerlendiren isimlerden biri olan Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Fatma Şahin’in sık sık dillendirdiği gibi hem ekonomi hem de turizmin önemli bir parçası.
Bu yüzden de ufuk açıcı, sorunları dile getiren, çözümler üreten her çalışma çok önemli ülkenin geleceği açısından...
DÜNYA GASTRONOMİSİNİN YILDIZ ŞEFLERİ İSTANBUL’DA