Paylaş
“Tarihin Tadı Denizin Tuzu”nun ardında aslında tarzları, mutfakları farklı iki ünlü şef Murat Bozok ve Jale Balcı var. İkili daha önce de Bodrum’da birlikte bir restoran işletmişti.
Şimdi de bu proje için bir araya gelmişler.
Kitap, tarihi yarımadada yer alan Özak GYO Projesi “Büyükyalı İstanbul” için özel olarak tasarlanmış.
Bu yüzden de Zeytinburnu-Kazlıçeşme bölgesinin, geçmişten günümüze çok kültürlü yapısını yansıtan tarihine uygun kurgulanmış.
“Tarihin Tadı Denizin Tuzu”, “Tarihten”, “Tohumdan”, “Tarladan”, “Taze Taze”, “Tatlı Tatlı” ve “Beş Çayı” olmak üzere beş bölüme ayrılmış.
Tarihten bölümünde badem çorbası, bademli portakallı tavuk/Mahmudiye, levrek biryan, frik bulgurlu kuzu kaburga, tavuklu keşkek, batırık ve beyaz kabak borani gibi farklı bölgelerin geleneksel yemeklerine yer verilmiş.
Kitapta bölüm aralarında yer alan “Adab-ı Muaşeret”, “Vanilya Anılarda mı Kalacak”, “Kuşkonmaz”, “Mantar”, “Marine Etmek veya Etmemek”, “Et Pişirme Sanatı” ve “Kahvemizi Tanıyor muyuz” başlıklı bilgilendirici yazılar da keyifle okunuyor.
Hem Bozok hem de Balcı’nın daha önce yazdıkları yemek kitapları çok başarılıydı. Farklı iki tarzın birleşmesi ise bir başka güzel olmuş.
Kitabı okumadan önce Murat ve Jale’yle buluşup içinde yer alan yemeklerden bazılarını denedim.
Tabii ki onlar hangi yemeği kimin yaptığını söylemediler ama tahmin etmek zor değildi. Murat’ın yeşil elmalı kereviz çorbası, acılı, pancarlı Yedikule marulu salatası, rezeneli fırın somonu, Türk kahveli creme brule’si; Jale’nin öççe/otlu mücveri, tam tahıllı nar ekşili salatası ve hurmalı kömbe kurabiyesi çok lezzetliydi.
Zaten bugüne dek ikisinin de yaptığı yemeklerden sevmediğim, lezzetini beğenmediğim hemen hemen hiç olmamıştır. “Tarihin Tadı Denizin Tuzu”nun şimdilik satışı yokmuş, ama bence en kısa zamanda yapılmalı...
40 gün 40 gece kutlama
15 yıl kadar önce 4. Levent’te açılan Mövenpick Oteli uzun yıllar bu semtte yaşadığım için çok iyi bildiğim, sık sık gittiğim bir yerdi.
İlk günden bu yana otel müdürleri ve şefleri her zaman işinde başarılı isimler oldu.
1948 yılında ilk kez İsviçre’nin Zürih kentinde açılan Mövenpick restoranın 70’inci kuruluş yıldönümü tüm dünyadaki otellerinde olduğu gibi İstanbul’da da 40 gün 40 gece “Lezzet Festivali” olarak kutlanıyormuş.
Mövenpick’te paskalya kutlamaları da hiç unutulmaz. Pazar günü çocuklara özel çikolata kursunun düzenleneceği ve sürprizli Paskalya Brunch’ı yapılıyor. Son dönemde sanata daha sık yer veriyorlar. 4 Nisan’da da Hülya Botasun’un Sanat Sohbetleri başlıklı söyleşisi var.
Tebrikler Fatih Tutak
Tayland’ın başkenti Bangkok’taki ilk ve tek lüks Türk restoranı “The House on Sathorn” bu yıl Asya’nın En İyi 50 Restoranı listesinde 43. sırada yer alıyor.
Şef Fatih Tutak geçen yıl ilk kez Asya’nın En İyi 50 Restoranı listesine girdikten sonra, “Adımı duyurdum, kendimi kanıtladım, ama bundan sonra kendi mutfağımızı tanıtıp en iyi bildiğim şeyleri yorumlamalıyım” diye düşünerek restoranın konseptini değiştirmişti.
Geçen yıl kasım ayında Bangkok’taki restoranına gittiğimde Türk mutfağı esintili yaratıcı mutfak örneği yemeklerini çok beğenmiştim.
Fatih Tutak’ın romanlara konu olacak denli ilginç Uzak Doğu macerası 18 yıl önce 18 yaşında başlamış. Ve bugün bölgenin en tanınmış ve saygın şefleri arasında.
Umarım yakında Michelin yıldızı aldığı haberini de alırız...
Global Gastro Ekonomi Zirvesi’nin ardından
Gastronominin ekonomik değeri ve önemi, bugüne dek bilinmeyen ya da hiç sözü edilmeyen bir konu değildi.
Ancak 29 Mart’ta TURYİD’in düzenlediği Global Gastro Ekonomi Zirvesi’nde ister gelişmiş ister gelişmekte olsun gastronominin ülke ekonomisine katkısı örneklerle bir kez daha gözler önüne serildi.
Gastronomisiyle turizmden tarıma ülke ekonomisine artı değer katan Peru, İspanya ve İskandinav ülkelerinin başarılarının sırrı anlatıldı.
Sektörün aktörleri bir araya geldi.
Eksikliklerimiz, sahip olduğumuz artı değerler dile getirildi.
Dünyanın en zengin mutfaklarından biri olmamıza karşın gastronomik değerimizle bir marka olamamamızın nedenleri tartışıldı.
Türkiye bugüne dek sahip olduğu kültürel miras ve zengin mutfağının gücünü kullanamadı.
Devlet de, özel sektör de, sivil toplum da bu konunun önemini tam olarak kavrayamadı. Ancak zirvedeki konuşmalar ve yaklaşım bana umut verdi.
Sorunun ne olduğunu ortaya koymaya başladık.
Çözüm de eminim ardından gelecektir.
Yerel ürünlere geleneksel mutfağa sahip çıkmak, bölgesel çeşitlilik ve rekabet, doğaya saygı, sürdürülebilirlik, gıda israfını önlemek, malzeme kalitesi, yaratıcı şefler, restoran ve otel kültürü başta olmak üzere her alanda etik duruş gastronomi turizminin olmazsa olmaz ayakları.
Kısa sürede bir strateji belirlenir, gelenek yaratıcılıkla harmanlanır, herkes işini dürüst bir şekilde yaparsa Türkiye kültür turizmi ve gastronomisiyle marka ülke olabilir.
Ve yılda 50 milyon turist
hedefi hayal olmaktan çıkar...
Gece ve kadınlar
“Akşam, yine akşam, yine akşam” Cansen Ercan’ın Evin Sanat Galerisi’nde sergilenen son dönem çalışmalarının önünde dolaşırken Ahmet Haşim ve bu dizeleri geldi aklıma. Günümüz figür resminin en özel temsilcilerinden Cansen Ercan’ı 20 yıl kadar önce İstanbul’da açtığı ilk kişisel sergisinden bu yana tanırım.
Kendisiyle bu konuyu hiç konuşmadık ama Ercan da Haşim gibi geceyi seviyor gibi geliyor bana.
Gece, ay ve ışığı neredeyse tüm peyzajlarında var. Onun şiir ve müzik tadı veren resimleri, bir tülün ardından bakıyormuş hissi veren renk kullanımı beni her zaman etkilemiştir.
Ama bu kez nedense hem portrelerinde hem de doğa betimlemelerinde biraz daha farklı bir tedirginlik hali, hüzün ve kaygı var gibi geldi.
Kimi uyumaya çalışıyor, kimini uyku tutmamış...
7 Nisan’a dek devam eden bu özel sergiyi dolaşın derim.
Resimlerin önünden kolay kolay ayrılamayacaksınız...
Paylaş