◊ Günümüzde zeytin alanları, zeytinyağı üretimi ne durumda? Yıllık üretim ve tüketim ne kadar?
- Uluslararası Zeytin Konseyi (COI) verilerine göre, ülkemiz 831 bin hektar alanda yaklaşık 160 milyon meyve veren 30 milyon henüz meyve vermeyen genç ağaç olmak üzere toplam 190 milyon zeytin ağacına sahip. Zeytinyağı üretimi ise son 4 yıllık ortalamaya göre 215 bin ton.
◊ Türk mutfağında zeytinyağlılar çok önemli bir yer tutar ama zeytinyağı sıcak yemeklerde pek kullanılmaz...
- Evet, gerçekten dünyada belki sadece ülkemizde zeytinyağlılar diye bir ayrı yemek türü var. Bu ayrıcalık gibi görünse de yanlış ve zeytinyağını bugüne kadar kısıtlamış, gelişimine engel olmuş. Oysa zeytinyağı sıcak ve soğuk yemeklerde, akla gelen her yerde kullanılabilir. Özellikle İtalya ve İspanya’da hemen her şeyde zeytinyağı kullanılıyor. Avrupa Birliği’nde kişi başına zeytinyağı tüketimi 12-15 litre arasındayken ülkemizde son yıllardaki artışa rağmen maalesef iki litre civarında. Anadoluda bir restorana veya bir lokantaya gittiğinizde zeytinyağı isterseniz size ayçiçek yağı getirirler. Zeytinyağı farkındalığı hâlâ yaratılamamış.
◊ Dede adını verdiğiniz restoranınızla 1 Michelin yıldızı almanız bizleri de en az sizin kadar sevindirdi. Ancak bu sizin ilk yıldız aldığınız restoran değil, siz bu mutluluğu daha önce tatmıştınız. İlk restoranınız da aynı yerde miydi?
- Evet, 2018 yılında ilk yıldız aldığım Mews Restoran da şimdiki yerimizin iki üç bina ötesindeydi. Burası zaten çok küçük bir kasaba.
◊ Dede’nin menüsü sanıyorum, ilk şefliğini üstlendiğiniz restorandan farklı. Neler değişti?
- Mews’te neredeyse tamamı bu bölgede yetişen ürünleri kullanarak mevsimsel bir menü yapıyordum. Ama şimdi kendi yerimde biraz daha yelpaze geniş, tüm İrlanda ve Türkiye’den gelen bazı ürünlerle menüyü hazırlıyorum. Orada hiç Türklüğümle alakası olmayan bir tarzım vardı Dede’de ise Türklüğüm çok ön planda. Kimi malzemelerimizle çok fazla abartmadan ufak dokunuşlar yapıyoruz. İlerleyen zamanlarda baharatları biraz daha artıracağız.
Çok da hızlı, saniyede 230 kez kanat çırpıyor, duyduğumuz vızz sesi işte bu sırada çıkıyor. Zamanla yarışıyor, ömrü yeterse kışı aç kalmadan geçirmek için 30 bin civarında çiçeği ziyaret ediyor.
Arıların daha pek çok özelliği var. Mesela koloni halinde yaşıyorlar, dans ederek anlaşıyorlar. Birbirlerine yol gösteriyorlar.
Koku duyguları da çok gelişmiş.
Farkında olmadan da doğanın sürdürülebilirliğine ve biyolojik çeşitliliğine katkıda bulunuyorlar.
Uçuşları sırasında yüz binlerce polen taşıyarak bitkilerin üremesini sağlıyorlar. Milyonlarca yıldır da kutuplar dışında dünyanın her yerinde varlıklarını sürdürüyorlar.
Gıdalarımızın en az üçte biri arıların tozlaşma işlemi sayesinde elde ediliyor. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’ndan biri olan “Sıfır Açlık”ın sağlanması için de önemli rol oynuyorlar...
PEKİ DÜNYA BUNUN FARKINDA MI
Sunucumuz Yonca Ebuzziya, Paksoy tasarımı bir elbise giymişti. Kendisi de öyle.
O gün tüm yalınlıklarına karşın kıyafetlerin duruşundan, desen ve renklerinin uyumundan, eski ve yeninin harmanlanışından çok etkilenmiştim.
Bir süre sonra Gönül Hanım’ın Atiye Sokak’taki tasarım mağazası Nişantaşı’na gitme nedenim oldu. Her birini hâlâ kullandığım kıyafetleri kadar koleksiyonerlik, moda, sanat, estetik üstüne sohbetlerimizde mükemmelliği arayışına, hata kaldırmayan gözüne hayran olmuştum.
2007’de de Rezzan Has Müzesi’nde düzenlenen XI. Uluslararası Doğu Halı Konferansı’yla eşzamanlı yayınlanan, tasarımlarını yansıtan ‘Gönül Paksoy, Zamansız Sadelik’ kitabında yer alan söyleşiyi yaptım.
Bu sayede geçmişi ve geleceği birlikte yansıtan dünyanın belki de en iyi kolaj sanatçılarından biri olan Gönül Hanım’ı daha yakından tanıdım.
Gönül Paksoy, son yıllarda tekstil çalışmaları kadar hatta onlardan da fazla yemek tasarımlarıyla anılıyor...
YEMEK İÇİN TASARIMLAR
Sanırım salgın rutini karamsarlığı pekiştiriyor, belirsizlik sıkıyor. Ama bu yazıyı yazmaya başlamadan önce yayın tarihine bakınca içimi nedensiz bir mutluluk kapladı.
Belki içinde birçok farklı anlamı barındırdığı, hiçbir mevsimin başlangıcı olmasa da bir uyanışı simgelediği için.
Belki de çalışan ve üreten herkesin, hepimizin bayramı olduğu, dünyanın pek çok ülkesi gibi Türkiye’de de 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü olarak kutlandığı için.
Bilmiyorum ama bu zor günlerde nedensiz mutluluklar da dayanışma da hak ve taleplerin hatırlanması da güzel.
Umarım yakın bir gelecekte huzurlu, sağlıklı, hayatın normal akışına döndüğü günlere kavuşuruz...
Tohumlarımız ve sağlıklı yaşam
İnsanlığın varoluşundan bu yana doğanın sunduğu bitkiler, tohumlar, otlar sağlığa destek olarak kullanılmış, hastalıklar iyi edilmiş.
Bu özelliği gelişmiş insanların çok daha kolay iletişim kurdukları söyleniyor.
Daha da önemlisi, zor durumda olanları anlayabilenler, kendisini onların yerine koyabilenler daha iyi bir insan olabiliyor. Ancak gelişmesi kolay değil. Bazen trajik bir karşılaşma, bazen de bireysel deneyim gerektiriyor. En zoru da açlığı anlamak, kendimizi aç birinin yerine koymak.
Özellikle obezite ve israfın her geçen gün arttığı, birey benliğinin ön plana çıktığı, varoluşun acımasız rekabete indirgendiği sanayi toplumlarında açlık empatisi imkansıza yakın.
Ama neyse ki Ramazan bize bu duyguyu bir ölçüde yaşatıyor.
Aç olan insanlarla yiyeceğimizi paylaşmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Her zaman ve herkes olmasa, tam olarak empati kuramasak da yiyeceğimizi paylaşıyoruz.
Hem Fatma Şahin hem de Karaca Grup CEO’su Fatih Karaca’nın konuşmalarında vurguladığı gibi kültürel mirasımız ve tarihimizin zenginliğine sahip çıkmak, kültürümüzü yansıtan değerleri korumak, yaşatmak ve gelecek kuşaklara aktarmak hepimizin ortak sorumluluğu.
Tarih boyunca görkemli sofraların kurulduğu Gaziantep, Anadolu’nun kültürel açıdan en bereketli yerlerinden biri.Gaziantep’in simgesi Zeugma’nın benzersiz mozaik desenlerinin evlerde yaşaması, hayata karışması hepimiz için büyük bir anlam ifade ediyor.
Bu ürünlerin sadece Türkiye’de değil, markanın Avrupa’nın çeşitli kentlerindeki mağazalarında da satışa çıkması önemli ve sevindirici.
Hiç kuşkum yok ki ürünlerin hikayesinden ve başta Maenad ya da daha bilinir adıyla Çingene kızı mozaiği olmak üzere üstünde gördükleri mozaik desenlerinden etkilenip bölgeye gelmek isteyenler de olacaktır.
Dileğim kültür, tarih ve gastronominin tasarımla şekillendiği ve bizleri bir sofra etrafında toplayan projelerin artması.
Özellikle de söz konusu olan insanlığın varlığını sürdürmesi için gerekli su gibi bir maddeyse daha çok durup düşünmem, uzaktan bakıp beklemem gerekiyor.
Çok su içen, içtiğim suyun mineral değerine, sertliğine yumuşaklığına bakan biri olmadım hiçbir zaman.
Temiz bir kaynaktan gelsin, içinde ağır metaller olmasın, içtikçe yavaş yavaş da olsa zehirlemesin yeter dedim.
Çocukluğumda musluklardan akan şehir suyunu daha çok yemeklerde, çayda kullanırdık. İçeceğimiz suyu kaynaktan geldiği bilinen sokak çeşmelerinden -ki o görev çoğu zaman bana düşerdi- veya belli bir taşıma ücreti ödenen sakalardan alırdık.
Yıllar sonra Akira Kurosawa’nın gerçek bir yaşam öyküsünü anlatan “Dersu Uzala” filminde, Uzala’nın şehirde suya para verilmesine, suya para ödeyen evin hanımına ve getiren sakaya kızdığı sahneyi izlediğimde ne hissettiğini çok iyi anlamıştım.