Bir ülkenin yemek kültürüne bakarak o ülke hakkında çok şey öğrenmek mümkün.
Zaten bu yüzden gastronomisiyle markalaşma yolunu seçen ülkelerin sayısı her geçen gün artıyor.
Gıdaya, toprağa ve doğaya saygı, küçük ölçekli organik tarım, atıksız mutfak, yerel ve mevsiminde üretim tüm dünyanın kabul ettiği ortak dil ve anlayış haline geldi.
Ülkelerin işbirliği politikaları, turizmi bu ortak dil üstünden de belirleniyor. Yiyecek ve dış politikanın kesiştiği noktada yer alan, sözsüz iletişim aracı mutfak diplomasisi / gastro diplomasi geçmişten bugüne geçerliliğini ve gerekliliğini sürdürüyor.
Hafta başında Kayseri’de tam da bu çerçeveye uyan çok hoş bir buluşma gerçekleşti. Sunolus Boutique Hotel’de, Vinolus’un kurucusu Oluş Molu ve JRE Slovenya temsilcisi Gasper Puhan işbirliğiyle Slovenya’nın mutfak kültürünü tanıtmak, iki ülkeyi yakınlaştırmak ve ekonomik ilişkileri güçlendirmek amacıyla yemek daveti verildi.
Uzun yıllar Norveç’te yaşamamız, İsveç ve Danimarka’nın farklı kentlerine birçok kez seyahat yapmamıza karşın Finlandiya’ya gitme fırsatı bulamamıştım. Bu yüzden de İskandinav kışı özlemi başladığında ilk aklıma gelen yer Helsinki oldu.
Kar yağarken yürümek, her adım attığımda çıtır çıtır kırılan buz sesini duymak hayaliyle gitmiştim Helsinki’ye ama maalesef -7 derece olmasına rağmen kar hiç yağmadı. Yine de rüzgarla daha da soğuk hissedilen ama bir o kadar da temiz bir havada uzun uzun yürüyüşler yaptık. Çevre bilinci konusundaki hassasiyetleri zaten her yerde hissediliyor.
Akşamları da yeni yıl kutlamaları için tümden aydınlatılan kent daha da büyüleyici görünüyor. Son dönemde özlemini çektiğim İskandinav kültüründe ‘Hygge’ sözcüğüyle anlatılan huzuru ve küçük mutlulukları Helsinki’de buldum diyebilirim. İnsanlar tevazu sahibi ve yardımsever.
Sibelius anıtını ve parkını dolaştıktan sonra el ve ayak parmaklarımızın uçları donmadan geri dönelim derken özel bir etkinlik için kapatılmış restoranın barına buyur edilip kahveyle ısınmamızı yıllar geçse unutamam.
Ben tam bir kış insanı olduğum için kış mevsiminde seyahat etmeyi seviyorum. Ama özellikle Helsinki gibi bir kentin en canlı ve renkli halini görmek, doya doya yaşamak istiyorsanız, önerim mayıs-eylül ayları arasını tercih etmeniz. Zaten deniz kıyısındaki birçok restoran, kafe ve bar kapalıydı sanırım biraz pandemi, biraz da mevsim nedeniyle.
Ödülü veren kurum TAŞFED. 2006’da kurulan, Bayram Özrek’in başkanlığını yaptığı Türkiye Aşçılar ve Şefler Federasyonu çok önemli bir projeye imza attı, bu yıldan itibaren “Dr. Nevin Halıcı Yemek ve Mutfak Kültürü Ödülleri” vermeye başladılar.
23 Kasım Salı günü Beyoğlu Belediyesi’nin desteğiyle Atlas Sineması’nda gerçekleştirilen ödül töreninde 7 bölgeden farklı kategorilerde, benim de aralarında olduğum 35 kişi ve kurumu onurlandırdılar.
Türk mutfak kültürü ve yemekleri araştırmacısı, yazar, eğitmen Dr. Nevin Halıcı hem sahada hem de bilimsel yöntemlerle çalışarak bir anlamda Türkiye mutfak haritasını çıkaran, aynı zamanda 1980’lerden bu yana mutfağımızın, yemeklerimizin yurtdışında tanınmasını, bilinmesini sağlayan öncü bir isim.
Geleneksel Konya Yemekleri; Mevlevi mutfağı, Ege, Güneydoğu, Karadeniz bölgeleri üzerine yazdığı kitaplar arasında. ‘Sufi Cousine’ ve Nevin Halıcı’s Turkish Cook Book’ ise İngilizce basılan çalışmaları.
Nevin Hanım; gastronomi kültürüne yaptığı katkılar kadar bilge kişiliği ve tevazusuyla kendisinden sonra gelen kuşaklara tam bir rol model olacak, “iyi ki var” dediğim insanların başında geliyor.
Bu yüzden de “Dr. Nevin Halıcı Yemek ve Mutfak Kültürü Ödülü”nü bir köşe yazarı olarak ilk kez almak benim için çok değerli.
7 yıl önce şef Maksut Aşkar ve Erim Leblebicioğlu’nun tüm sektöre örnek olması gereken uyumlu işbirliği ve “Geleneklerine sahip çıkmayanların geleceklerinin olmayacağına inanıyoruz” mottosuyla yola koyulan NeoLokal bu süreçte yolundan sapmadı. Toprağa saygıyla üretilmiş yerel malzemelerle hafızalarımızda yer etmiş yemeklere şef dokunuşu ve yaratıcılığını göz ardı etmeden yer verdi menüsünde. “Lezzet, sunum, servis, fiyat, kalite” beşlisinin dengesi gözetildi.
Tüm bunlar tabii ki Aşkar ile Leblebicioğlu’nun vizyonunun başarısı. 7 Kasım Pazar akşamı gördüğüm tablo hepsinden daha önemliydi.
NeoLokal müthiş bir dayanışmanın platformu oldu.
Ülkemizin en ünlü şefleri, NeoLokal’in 7’nci yıl kutlamasına destek olmak için tüm işlerini güçlerini bırakarak birlikte mutfağa girdiler.
Her biri kendi menüsünden bir yemek yaptı. Bu tablo, Türkiye gastronomisi için de gurur vericiydi. Birbirlerini koruyup kollamalarının sektörün sürdürülebilirliğine, Türk mutfağının bilinirliği, kaliteli restoranların sayısının bir destinasyon yaratacak kadar artmasına da katkısı büyük.
Gastronomi tutkunlarına hitap edecek farklı türde köklü ne kadar çok restoranımız olursa, ülke turizmine de o kadar fazla artı değer katar.
Kimler katıldı
MUUTTO / GÖÇ
Restoran sektörünün kendine has şeflerinden biridir Umut Karakuş. Anne ve babasının yufkacı dükkanında başlayan serüvenini İstanbul’un ünlü şefleri ve restoranlarında devam ettirdi.
Çalışırken bir yandan da Le Cordon Bleu’yu bitirdi.
Yıllar içinde her sofranın, her ürünün bir hikayesi olduğu fikrinden yola çıkarak meze ve baharat kültürü üzerine yoğunlaştı.
Duble Meze meyhane projesinin şefliğini üstlendi. Ardından bir yıl kadar Londra’da çalıştı. Daha sonra Aila restoranda Türkiye’nin ilk Baharat Kütüphanesi’ni kurdu.
2019 yılında ise Moda’da Muutto Street Food & Meze Bar restoranı projesini hayata geçirdi. Bu yıl içinde de Teşvikiye’de ortağıyla beraber küçük sevimli bir şube açtılar.
Fince’de ‘göç’ anlamına gelen Muutto Sokak Yemekleri ve Meze Bar’ın menüsünde baharatların, baklagillerin ve sebzelerin baş rolde olduğu sıcak ve soğuk mezelerle dana kaburgalı, kuzu ciğerli, kokoreçli gibi dürüm çeşitleri var. Mezelerin hepsi ilginç. Her şeyin tadına bakmayı sevenler beşli meze tabağı yaptırabiliyor.
O gün Ferit Bey “Bu proje Türkiye ve İstanbul için bir pırlanta, Doğuş Grubu içinse bir ustalık dönemi eseri” demişti.
Gerçekten de o akşam maket üzerinde anlatılanlar hepimizi heyecanlandırmıştı.
Aradan 26 ay geçti... Bu kez Galataport’u Doğuş Yeme-İçme, Turizm ve Perakende Grubu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Umut Özkanca, Pazarlama ve Deneyim Genel Müdür Yardımcısı Binnaz Uludağ Yiş ve Galataport İstanbul Pazarlama ve İletişim Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Bali ile birlikte dolaştım.
İstanbul’a da Türkiye turizmine de artı değer katacak müthiş bir projeyle karşılaştım.
Belli ki Karaköy, yeniden doğuşunu yaşayacak, müzeleri, tarihi eserleri, otelleri, yeme-içme mekanlarıyla daha büyük bir cazibe merkezi olacak.
Gıda fiyatlarının maliyet üstü artışlarına, gelişmiş ülkelerde bolluğa, israfa ve obeziteye, az gelişmişlerde ise sömürüye ve açlığa yol açıyor. Ham madde fiyatlarındaki düşüşler onları ciddi şekilde etkiliyor.
Üstelik böylesi bir üretim tarzı toprağın kendini yenileyememesine, su kaynaklarının tüketilmesine ve iklim değişikliğine neden oluyor.
Ve biz insanlık olarak tüm bunları biliyoruz ama tedbir almıyoruz, alamıyoruz. Ancak ben geleceğe dair umutluyum. Çünkü artık bu konuları çok daha fazla konuşuyor, yerele ve sürdürülebilirliğe çok daha fazla önem veriyoruz.
Geçen hafta gerçekleşen İzmir Gastro Fest’te olduğu gibi pestisitlerden arındırılmış küçük ölçekli tarımdan, coğrafi işaretli ürünlerden, yerli tohumlardan ve kooperatifçiliğin gerekliliğinden söz ediyoruz.
Bana öyle geliyor ki, gastronomi kültürünü masaya yatıran uzmanların, şeflerin, ilgili bakanlıkların ve uluslararası örgütlerin katıldığı festivaller, konferanslar sürdürülebilirlik ve gıdaya adil erişim konusunda farkındalık yaratacak.
Müzelere, kafelere, Viyana ile özdeşleşmiş restoranlara gittik.
Hava da bize şefkatli davrandı, serin olmakla yetindi.
Yağmur yağmadı. Bir kez daha gelmeye, göremediğimiz yerleri görmeye teşvik etti.
Sanıyorum bunda Saffet Emre Tonguç’un Viyana’ya gidiyorum deyince gönderdiği Viyana 101 yazısının, hepsinden önemlisi de gitmemizi önerdiği yerlerin de katkısı büyük.
Zaten mimari kimliği bozulmamış sokaklarında sadece yürümek bile insana iyi geliyor. Tek rahatsız edici yönü elinizde olmadan İstanbul’la yaptığınız karşılaştırmalar.