Paylaş
Ankara Kalesi ve At Pazarı olarak adlandırılan bölge, gelenekleri yaşatmaya çalışan esnafı, genç kuşakların buluşma noktası olan eskiyle uyum içindeki kafeleri, galerileri, zanaatkârları, tasarımcıları, sanatçıları ve lezzet duraklarıyla “İşte olması gereken bu” dedirtiyor.
Bu değişimde yerel ve merkezi yönetimlerin payı büyük. Ama bana öyle geliyor ki güçlendiren, bölgeye kimlik ve aidiyet katan; Anadolu Medeniyetleri başta olmak üzere Erimtan Arkeoloji-Sanat ve Rahmi M. Koç gibi müzeler.
Geçen hafta sonu Özgür Ceren Can rehberliğinde bir kez daha gezdiğim Rahmi M. Koç Müzesi’nde bunu tekrar hissettim.
Vehbi Koç’un iş yaşamına çırak olarak adım attığı, 16’ncı yüzyıldan kalma Çengelhan’ın restorasyonu sonrasında 2005’te açılan müze, aynı zamanda Türkiye’nin ilk sanayi müzesi.
Müzenin hemen yanında ve Kale’nin tam karşısındaki, Osmanlı döneminde tüccarların konakladığı kervansaray Çukurhan da 3 yıla yakın süren bir restorasyonun ardından 2010’dan bu yana Divan Çukurhan olarak hizmet veriyor.
19 odası da farklı tasarlanmış, içinde 2 bin 500’den fazla kayıtlı antika obje bulunan, her yanı tarih kokan bu butik kent oteli de bölgeye büyük bir artı değer katıyor.
Otelin misafir ağırlamadan restoranına tüm bölümlerinde hizmet veren çalışanların performansı ise mükemmel. Uzun süredir böylesi uyumla çalışan bir ekip görmemiştim.
Konaklamam sırasında Ankara’da olan Rahmi Koç Müzesi, Restoranları ve Divan Çukurhan Operasyonlar Müdürü Serpil Toptaş’la da sohbet etme fırsatı bulduk. Serpil Hanım’ın anlattığına göre, farklı etkinliklerle bölgeye daha fazla dikkati çekmeyi planlıyorlar.
Menüleri ürünlerin ayak izini takip ederek oluşturma da yapılacak yenilikler arasında.
Bu yıl 95’inci yılını kutlayan, dünyanın farklı yerlerindeki ofislerinde 49 farklı dil konuşulan Türkiye’nin en büyük sanayi ve hizmet grubu Koç Topluluğu’nun kültür sanata verdiği destek ülkemiz için çok çok önemli.
Bu desteğin ardında sanıyorum Vehbi Bey’in “Ülkem varsa ben de varım” anlayışının kesintisiz sürdürülmesi yatıyor...
Safranhan Brasserie
Divan Çukurhan’in içindeki Safranhan Brasserie, sadece bölgenin değil Ankara’nın en iyi restoranları arasında.
Mutfağın başında, aşçılık eğitimi aldıktan sonra yurtiçinde ve dışında otel restoranlarında deneyim kazanıp 2007 yılında Divan Otelleri’nde çalışmaya başlayan Güngör Taş var.
Taş, 2011’den bu yana ‘executive chef’ olarak görev yapıyor.
Sırasıyla Divan Bursa, Gaziantep ve Adana’nın açılışlarını yapmış, son 4 yıldır da Divan Çukurhan’da.
Güngör Şef yurtdışında ağırlıklı olarak İtalyan restoranlarında çalışmış.
Türk mutfağına, malzemelerine de çok vakıf.
Taze, mevsiminde ve yerel ürünler kullanmaya özen gösteriyor.
Kahvaltıdan akşam yemeğine, gelenekselle modern sunum ve teknikleri harmanladığı başarılı bir menü çıkarıyor ortaya.
Başlangıç olarak avokado, limon jel, mikro filizler ve deniz suyu kokusu eşliğinde sunduğu ‘deniz ürünlü zeytinyağlı karides dolması’ ile yanında kırmızı pancar püresi, keçi peyniri, taze iç bakla, çiğ badem mayonez, passion meyvesi eşliğinde çok ince dilimlenmiş çiğ enginar, yaratıcılıkla lezzetin harmanlandığı tabaklardı.
Ama ben en çok bazlamayla yaptığı pizzayı, Ayaş domates çektirmesi ve sumaklı süzme yoğurtla sunduğu zeytinyağlı Efelek sarmasını (bizim oralarda labada denir) ve yanında firik pilavı, patlıcan beğendi, vişneli şarap çektirmesiyle servis ettiği Ankara oğlağı tandırı sevdim.
Menüde Ankara tavası gibi yöresel çeşitler de özgün halleriyle sunuluyor. Bana göre de Safranhan’ın menüsünde Divan Çukurhan’ın misyonuna, ruhuna uygun, Ankara mutfağından geleneksel tatlar, şefin yaptığı gibi yorumlar her zaman yer almalı.
Ama benim gönlümden geçen küçük bir değişim yapılması, adının artık Lokanta Safranhan olması...
Antalya’da yeni bir zirve
Uluslararası Gastronomi Konferansı Gastromasa ve Gastronomi Festivali Gastro Antep gibi başarılı projeleri hayata geçiren Gökmen Sözen, bu kez de Antalya’da yeni bir organizasyona imza attı.
“Farklılaşma” temasını işleyen Uluslararası Turizm Gastronomisi ve Ağırlama Zirvesi FSUMMIT’te otel ve restoran profesyonelleri, yatırımcılar, yöneticiler ve şefleri bir araya getirerek gastronomi turizminde farklılaşmayı tartıştırdı.
Ve FSUMMIT, 300 kadar paydaşın buluştuğu, sektörün ufkunu açan, birbirlerini anlamalarını sağlayan, artıları-eksileri ortaya koyan bir zirve oldu.
Moderatörlüğünü üstlendiğim, “Gastronomi turizmi için otellerde hizmet ve servis standartlarının yükseltilmesi amacıyla yapılan yatırımlar” başlıklı panelin katılımcıları IC Holding Turizm ve Hizmetler Grup Başkanı Orhan Hallik, Barut Hemera Kurucusu Cengiz Barut, Calista Luxury Resort Genel Müdürü Ali Kızıldağ, Nirvana Cosmopolitan Hotel CEO’su Korhan Alşan’dı.
Her biri temsil ettikleri sektörün en önemli aktörleri olan bu isimler, gastronomi çıtasını yükseltmek, farklılık yaratmak için yaptıkları yatırımları anlattılar.
Turizm anlayışının değişmeye başladığını konuştuk. İnsanların sadece deniz, kum ya da tarihi için bir ülkeye gitmediklerinden, mutfak kültürünü deneyimlemek, en önemlisi de iyi yemek istediklerinden söz ettik.
Cengiz Barut’un söylediği gibi turizm insana insanla hizmet edilen bir sektör, “müşteriyi” ancak hizmet ve yeme-içme kalitesi, kısacası damağında kalan tat geri getiriyor...
MİMARİ DİL GÖZ ARDI EDİLMEMELİ
Antalya, Türkiye turizmi için çok önemli bir marka. Hepimiz onu koruyup kollamalıyız. Ancak özellikle Lara Kundu bölgesinde mimari katastrof diyebileceğim, hiçbir anlamı, esprisi olmayan tarihi binaları, gemileri taklit eden yapıları gördüğümde “Neden” diye sormadan edemiyorum.
Antalya’nın da mimari bir kimliği, otellerin, turistik tesislerinin bölgelere göre farklılık gösterebilen ama estetik çıtası yüksek bir ortak dili olmalı.
Bu, yaratıcılığı engelleyen bir durum değil.
Artık bu bölge için geç ama tüm yerel yönetimlere, şehir planlamacılarına, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ve tabii ki yatırımcılara bu konuda sorumluluk düşüyor.
Bundan sonra ne olur yapılan inşaatlar, özellikle de oteller eşsiz doğa güzelliklerimize değer katsın...
Paylaş