Paylaş
O gün Ferit Bey “Bu proje Türkiye ve İstanbul için bir pırlanta, Doğuş Grubu içinse bir ustalık dönemi eseri” demişti.
Gerçekten de o akşam maket üzerinde anlatılanlar hepimizi heyecanlandırmıştı.
Aradan 26 ay geçti... Bu kez Galataport’u Doğuş Yeme-İçme, Turizm ve Perakende Grubu Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Umut Özkanca, Pazarlama ve Deneyim Genel Müdür Yardımcısı Binnaz Uludağ Yiş ve Galataport İstanbul Pazarlama ve İletişim Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Bali ile birlikte dolaştım.
İstanbul’a da Türkiye turizmine de artı değer katacak müthiş bir projeyle karşılaştım.
Belli ki Karaköy, yeniden doğuşunu yaşayacak, müzeleri, tarihi eserleri, otelleri, yeme-içme mekanlarıyla daha büyük bir cazibe merkezi olacak.
İnsan sahil şeridinde yürürken, oturup bir şeyler yiyip içerken, tarihi mekanları dolaşırken nefes aldığını hissediyor.
İstanbul Modern ve Devlet Resim ve Heykel Müzesi’nin yakında açılacak olması, Galata’dan Atatürk Kültür Merkezi’ne uzanan kültür yolu projesinin hayata geçmesi İstanbul’u çok daha değerli kılacak her açıdan...
Galata Port açılalı sadece bir hafta olmasına rağmen şaşırtıcı derecede kalabalıktı.
Sanırım liman bölgesinin, İstanbul’un en güzel sahillerinden birinin kapalı kapılar ardında olmaması hepimize iyi gelecek...
BİR İLK: YER ALTI KRUVAZİYER TERMİNALİ
Bir “ana liman” olarak konumlanan Galataport İstanbul kruvaziyer limanı, özel kapak sistemi ve yerin altında inşa edilen Kruvaziyer Terminali’yle dünyada bir ilkmiş. Öyle bir tasarlanmış ki insan kendini asla yerin ya da denizin altında hissetmiyor. Autoban Mimarlık, ilhamını sarnıçlardan alan çok yaratıcı bir projeye imza atmış.
Limanda gemi olmadığı zamanlarda gümrüklü alanı ve güvenlik (ISPS) alanını ayıran özel kapak sistemi sayesinde, geçici gümrüklü saha yaratılarak 200 yıldır yayaların erişimine kapalı olan 1.2 kilometrelik sahil şeridi bölgenin yürüyüş yolu olacak...
PAKET POSTANESİ
1900’lerde inşa edilen Karaköy Limanı’nın ilk yolcu salonu, 1950’lerin paket postanesi, bugün restorasyon ve sağlamlaştırma çalışmalarının ardından modern mimari detaylarla beslenen kapalı çarşıya dönüşmüş. Henüz tümü açılmasa da farklı alanlarda yerli ve yabancı ürünlerin satılacağı butik mağazalar yer alacakmış.
TOPHANE SAAT KULESİ
Beni en çok heyecanlandıran, uzun bir süre gözümü alamadan baktığım tarihi eser Tophane, namıdiğer Nusretiye Saat Kulesi oldu.
19’uncu yüzyılın ikinci yarısında Sultan Abdülmecid tarafından yaptırılan, İstanbul’un ayakta kalan az sayıdaki saat kulelerinden olan Tophane Saat Kulesi gerçekten çok başarılı bir restorasyon geçirmiş. Çalışmalar sırasında üzeri zamanla toprakla örtülmüş, kimsenin fark etmediği bir kat daha ortaya çıkmış. Yaklaşık 140 cm’lik yükseklikteki Saat Kulesi’nin yüzeyindeki kir tabakası diş hekimlerinin kullandıklarına benzer aletlerle 5 ayda temizlenmiş. Deniz ve kara tarafına bakan iki saat ise saray saatlerini tamir eden “Recep Usta” olarak bilinen Recep Gürgen tarafından onarılmış.
YEME-İÇME MEKANLARI
Galataport’ta Dream’in bünyesinde yer alan 13 restoran yer alacakmış. Populist, Monochrome, Mezzaluna, Günaydın Köfte-Döner, yeni markalardan HaBuPide ve Liman İstanbul açılmış. Sait, Mezzaluna, Gina, SaltBae ve Londra merkezli Roka’nın da yıl sonuna dek açılması planlanıyormuş.
Bomontiada’nın popüler mekanı Populist, Galataport’a da damgasını vuracağa benziyor, üç katlı çok hoş bir mekan olmuş. Hafta başı olmasına karşın şimdilik açık olan giriş katı neredeyse tamamen doluydu.
Kaya Demirer’in Frankie’si de önümüzdeki yıl içinde işbirliği yapılacak markalar arasında.
Grubun markaları dışında Kahve Dünyası, Burger King, Big Chef’s, Baylan, Cafe Fuego, Afyon Lokum Atölyesi, Hafız Mustafa, Cookshop gibi mekanların bir bölümü hizmet vermeye başlamış, bir bölümü de yakında açılıyormuş.
Gözlemlediğim kadarıyla her yaşa ve her gelir grubuna uygun farklı yeme-içme yerleri bir arada olacak.
Ki zaten olması gereken de bu...
LİMAN İSTANBUL
Restoranlar arasında en fazla merak ettiğim, kapandığında da üzüldüğüm bir İstanbul klasiği olan Liman Lokantası’ydı.
1940’larda Karaköy Yolcu Salonu’nun üst katında açılan lokanta, dönemin iş dünyasının buluşma noktalarından ve gelen önemli konukların götürüldüğü simge mekanlardan biriydi.
Tarihi Liman Lokantası uzun bir aradan sonra, Liman İstanbul ismiyle yeniden İstanbullularla buluştu. İki katlı restoranın 1940’ın havasını yansıtan sade-şık dekorasyonunu sevdim. Menüde de dönemin imza yemeklerinden örnekler var. Aslında her şey geçmişe bir saygı duruşu niteliğinde, günümüz eğilimlerine ve beklentilerine uygun olarak yeniden kurgulanmış.
Menüyü Umut Özkanca ile birlikte deneyimledik. Levrek marin, patatesli ahtapot güveç, yaprak sarması, barbunya pilaki, patlıcanlı pilav, haşlama içli köfte, Hatay usulü cevizli muhammara ve cağ kebap gibi farklı bölge ve kültürleri harmanlayan yemeklerin hemen hepsi çok lezzetliydi.
Servis ve sunumları da çok başarılıydı. Menü zaman içinde beklentiler doğrultusunda daha da oturacaktır. Değişime uğrayarak da olsa bir geleneğin sürdürülmesi güzel...
DENİZE İNEN YOL
Fotoğraf sanatının unutulmaz ismi Ara Güler’in objektifinden bölgeyi anlatan “Denize İnen Yol” sergisine de uğrayın derim. Beyoğlu Kültür Yolu rotasında yer alan Tophane, Karaköy, Galata Mevlevihanesi, Galata Kulesi, Tünel, İstiklal Caddesi, Galatasaray ve Taksim Meydanı’ndan karelerin yer aldığı, geçmişe yolculuk yaptıran sergi 31 Aralık’a dek açık.
TİYATRO NEFES ALDIRIR
Uzun süredir konser, sergi ve tiyatro gibi kalabalıkların bir araya geldiği etkileşim kurduğumuz sanat etkinliklerine hasret kalmıştık. 22 Ekim’de başlayan 20 Kasım’a dek sürecek 25. İstanbul Tiyatro Festivali bu hasreti gideriyor.
Kasım programında yer alan Zerrin Tekindor’untek kişilik oyunu Toz,Koleksiyoncu, Vişne Bahçesi, Medea, Beni Sakın Yumruklardan, Birazdan Gideriz ŞimdiYağmur Yağıyor ve Gabriel’in Düşü kaçırılmaması gereken, benim de listeme aldığım yapımlar arasında…
Paylaş