Paylaş
Müzelere, kafelere, Viyana ile özdeşleşmiş restoranlara gittik.
Hava da bize şefkatli davrandı, serin olmakla yetindi.
Yağmur yağmadı. Bir kez daha gelmeye, göremediğimiz yerleri görmeye teşvik etti.
Sanıyorum bunda Saffet Emre Tonguç’un Viyana’ya gidiyorum deyince gönderdiği Viyana 101 yazısının, hepsinden önemlisi de gitmemizi önerdiği yerlerin de katkısı büyük.
Zaten mimari kimliği bozulmamış sokaklarında sadece yürümek bile insana iyi geliyor. Tek rahatsız edici yönü elinizde olmadan İstanbul’la yaptığınız karşılaştırmalar.
“Biz neden mimarimizi ve tarihi restoranlarımızı koruyamadık” diye sorgulamadan duramıyorsunuz.
Eylül başında Galata’da 24 saat geçirip uzun yürüyüşler yapmış, sonra da Tünel’e gitmiştim.
Çok da iyi gelmişti. Ama ne yazık ki bugün geçmişin ruhunu hissettirecek tek bir mekân bile kalmadı. Restore edilen Tarihi Narmanlı Han’ın kapısının bir yanında kahve diğer yanında parfümeri zinciri şubesi var.
Oysa biraz ilerideki 1850’lerden kalma Lebon da 1940’ların efsane pastanesi de Markiz kapalı.
İnsanların İstanbul’a da Viyana gibi tarihi kahvelerine, restoranlarına haftalar öncesinden rezervasyon yaptırarak geleceği, geçmişi müze ve saraylar kadar yeme-içme yerlerinde de yaşayacağı günleri umutla bekliyorum.
Dileğim bugüne dek yapamadıklarımızı bundan sonra yapmak mimari ve gastronomi tarihimize daha çok sahip çıkmak...
VİYANA KLASİKLERİNDEN
Figlmüller:
1905 yılında Johann Figlmüller’in küçük bir şarap evi olarak açtığı restoran, imza yemekleri şinitzel başta olmak üzere geleneksel Viyana mutfağı lezzetlerini sunuyor. Bugün işin başında dördüncü kuşak var.
30 santimlik üç tava değiştirilerek hazırlanan, Viyana usulü patates salatasıyla sunulan içi yumuşaklığını kaybetmemiş dışı çıtır şinitzelleri gerçekten çok başarılı.
Bir diğer ünlü ve denemeye değer yemekleri de kemik iliği ve et suyuyla servis edilen haşlanmış sebzeli sığır eti Wiener Tafelspitz.
Servisi yapan garsonun ilgisi de yemekler kadar insanı mutlu ediyor. Birbirine yakın üç şubesi var.
Plachuttas Gasthaus zur Oper: Klasik Viyana mutfağı sunan bu restoranın da şinitzeli de Tafelspitz’i de çok başarılı. Servis ve sunum burada da çok iyi. Farklı semtlerde üç şubesi daha var.
Cafe Central: 1876’da açılan, Leo Trotsky, Sigmund Freud, Stephan Zweig gibi edebiyat, siyaset ve bilim dünyasının önde gelen isimlerinin buluşma noktası olan Café Central sabah 8 akşam 9 saatleri arasında hizmet veren tam bir kafe. Kapısında kuyruklar hiç eksilmiyor. Tafelspitz, Wiener Schnitzel gibi klasiklerin yanı sıra vegan menüleri de var. Ama asıl ünleri sturudel’den keklere, pastadan pancake’e kendi yapımları olan tatlılarından geliyor.
La Mercerie:
Klasik bir Fransız kafesi olan La Mercerie Viyana’da kahvaltı ettiğimiz açık ara en iyi mekan oldu. Sadece kruvasanlarının, sandviçlerinin tazeliği kahvesi değil, çalışanların insanın içini açan güler yüzü ve misafirperverliğiyle de. Eski bir eczaneden dönüştürülen binada, Bergasse 25 numarada yer alan kahveden insan çıkmak istemiyor.
Sigmund Freud Müzesi:
Eğer psikanalize ilginiz varsa kurucusu Freud’un 47 yıl boyunca ailesiyle yaşadığı çalışma ve hastalarını kabul etme mekânı olan Berggase 19 numaralı ev müzesini ziyaret etmeyi ihmal etmeyin derim. Evin birbirine içine açılan odalarını anıları eşliğinde dolaşırken Freud’u çok daha iyi anlayacaksınız...
Haus der Geschichte Österreich:
Viyana’nın merkezinde yer alan Avusturya Tarih Evi’nde soykırım sırasında yaşamları Tornow Ghetto’da sona eren bir Yahudi ailesinin hayatta kalan son üyesinin fotoğraf arşivinden oluşan ‘Der Kalte Blick/ Soğuk Bakış sergisi insanın kanını donduruyor.
Ephesos
Museum Wien:
Ephesos Müzesi’ni de insan karışık duygular içinde geziyor. Bir yandan 19’uncu yüzyıl sonlarında Efes kentinden getirilen eserler ülkesinde sergilenmeli derken, öte yandan mekândan bağımsız sanat yapıtlarını hayranlıkla izliyorsunuz. Avusturya Arkeoloji Enstitü’nün Efes’te yaptıkları kazılarda ortaya çıkan parçaları, Avusturya İmparatoruna armağan etmiş.
Pandemide yurtdışı seyahati
İki yıllık bir aradan sonra eylül ayında ilk yurtdışı seyahatimizi yaptığımız Hollanda’dan dönünce “koşullar nasıl, ülkeye girişte zorluklar var mı” gibi sorularla karşılaşmıştım.
Hem Hollanda hem de Avusturya’ya iki Biontech aşınızın yapıldığını bildiren aşı karneniz yanınızdaysa hiçbir sorunla karşılaşmadan giriş yapabiliyorsunuz. Ama Hollanda’da kuralların daha gevşek olduğunu söyleyebilirim. Avusturya ise işi biraz daha sıkı tutuyor. Türk Hava Yolları’nın Viyana uçağına bindiğimizde inerken kullanmak üzere beş katlı FFP2 maskeleri dağıtıldı. Restoran, müze, galeri gibi kapalı alanlara FFP2 maske olmadan, yani bizim kullandığımız maskelerle girmek yasak.
Ayrıca restoranlara, kafelere girişte aşı kartını da mutlaka göstermek gerekiyor. Bizde de bu uygulama umarım en kısa sürede başlar...
İZMİR GASTROFEST
İzmir’in uluslararası gastronomi festivali İzmir GastroFest yarın başlıyor. Alsancak’ta Tarihi Havagazı Fabrikası’nda sabah saat 9.30’da boyoz ve gevrekli kahvaltıyla kapılarını açacak festivalin teması “Geleceğe Miras: Yaşayan Toprak”. Tarım ve Orman Bakanlığı Bakan Yardımcısı Ayşin Işıkgece, WWF-Türkiye Genel Müdürü Aslı Pasinli, WFP Ülke Direktör Yardımcısı Margie Rehm, “Cook The Farm” projesinin kurucusu Fabrizia Lanza da festivalin konuşmacıları arasında.
Moderatörlüğünü üstleneceğim “Geleceğin Ortaklıkları: Ziraatçiler, Üreticiler, Şefler ve Yeni Projeler” konulu panele ise Neptün Soyer, Tangör Tan, İlhan Koçulu, Birol Uluşan ve Osman Sezener katılıyor.
Moskova’da ünlü ‘Bjorn’ restoranın şefi, bu yıl Michelin Guide’ın En İyi Genç Şef ödülünü alan Nikita Poderyagin de workshop’ların konukları arasında.
Paylaş