Çoğunluğumuzun derdi kilo vermek. Ancak bazımız da tam tersinden mustarip. Kilo almaya çalışanların birçoğu için bu estetik bir sorun ama kimi zaman sorunlarının habercisi de olabiliyor. Moso Diyet ve Beslenme Danışmanlığı’ndan Uzman Diyetisyen Gamze Şanlı Ak, aşırı zayıflığın -hele de az besin tüketimine bağlıysa- şişmanlık gibi ciddi bir sağlık sorunu olabileceğini söylüyor. Zayıf insanların vücut-yağ oranları düşük olduğundan metabolizmaları hızlı. Yediklerini çabuk yaktıkları için kilo almakta zorlanıyorlar. Kişi yemek yemesine rağmen kilo alamıyorsa öncelikle altındaki nedenlerin araştırılması gerekiyor. Zira sindirim sistemi bozuklukları, metabolizmanın hızlı çalışmasına neden olan hipertiroit gibi hormonal hastalıklar, bağırsak parazitleri, sindirim ve emilim bozuklukları, kilo alma korkusu, aşırı fiziksel aktivite, düzensiz yemek saatleri, uzun süreli açlık, stres ve depresyona bağlı psikolojik bozukluklar ile buna bağlı iştah kesilmesi, yeme bozukluklarla, kullanılan ilaçların yan etkisi, kanser, kolit gibi hastalıklar, zayıflığın nedeni olabilir.
Normal ve sağlıklı vücut ağırlığının altında olmak özellikle genç erkek ve kadınlarda beğenilme ve kıyafet seçiminde de çok fazla stres yaratıyor. Ak, “Zayıflıktan en çok genç erkekler şikâyetçi ama kilo almak isteyen kadınların sayısı da azımsanamaz. Erkekler kilo almak, kas yapmak ve kuvvetli görünmek isterken, kadınlar kendi tabirleriyle ‘bir deri bir kemik’ bir vücut yerine daha dolgun hatlara sahip olmak istiyor. Kilo almak için bana gelenler istediği kıyafeti giyemedikleri için de üzülüyor. Kışın, giyinmek daha kolay ama yazın gelmesini hiç istemiyorlar. Zayıf erkekler ve kadınlar için denize girmek kâbustan farksız.”
FAZLA KALORİ ŞART
Kilo almak isteyenlere öneriler:
Güne erken bir kahvaltıyla başlayın.
Daha sık yiyin. Öğünler arasında 2-3 saati geçmemek önemli.
Hacmi az kalorisi çok besinlere yönelin. Kuru meyveler, salatalara ilave ceviz, peynir, zeytin, zeytinyağı, yumurta veya avokado uygun.
Grip ile soğuk algınlığını birbirinden ayıran en temel özellik, birinin seyrinin çok daha ağır olması. Tahmin edeceğiniz gibi grip çok daha yıkıcı ve zatürree gibi başka hastalıklara zemin hazırlayıcı.
Enfeksiyon hastalıkları uzmanı Elif Hakko’nun verdiği bilgiye göre gripte yüksek ateş, soğuk algınlığında ise şiddetli öksürük görülüyor. Bir başka temel özellik genel vücut ağrılarının gripte soğuk algınlığına göre daha seyrek görülmesi. İki hastalık arasındaki diğer farklar şöyle:
Hapşırık soğuk algınlığında sıkça görülürken gripte nispeten nadir.
Gripte boğaz ağrısı genellikle olur, soğuk algınlığında bazen.
Gripte baş ağrısı sıklıkla görülürken, soğuk algınlığında nadir ya da az yaşanır.
Genel vücut ağrısı, kas ağrısı gibi şikâyetler de soğuk algınlığında daha az görülürken gripte daha sık görülür.
Yorgunluk hissi soğuk algınlığında hafifken, gripte ise uzun süreli ve ağır yorgunluk hissedilir.
Doğal yollarla gebelik elde edemeyen çiftlerin başvurduğu tüp bebek yöntemlerinin başarısını etkileyen pek çok faktör var. Sağlıklı bir gebelik için embriyonun kalitesi kadar, yerleşeceği ve tutunacağı rahim içi zarının da özelliği önemli. Tüp bebek başarısızlıklarında bugüne kadar daha çok embriyo kalitesi ve genetiği konularında yoğunlaşılıyordu.
Kısa adı ERA olan Endometrial Receptivity Assay yöntemiyle rahim içi zarından alınan dokunun genetik olarak analizi yapılıyor. Ve embriyonun tutunmasında önemli rol oynayan 200’ün üzerinde genin aktivitesi ölçülüyor. Böylece dokunun embriyonun tutunmasına elverişli olup olmadığı anlaşılıyor.
Bahçeci Tüp Bebek Kliniği Direktörü Prof. Dr. Mustafa Bahçeci, “Daha embriyoları rahme transfer etmeden rahmin embriyoları kabul edip etmeyeceğini veya embriyo transferi hangi gün yapılırsa en yüksek gebelik oranlarını sağlayacağımızı öngörebiliyoruz. İki hafta içerisinde ölçüm sonuçları değerlendirilerek örnek alınan hastanın rahim dokusunun embriyoyu kabul edebilme potansiyeli belirleniyor” diyor.
BUZ BEBEKLER ARTACAK
Araştırma ve klinik deneyimler tekrarlayan başarısız denemeleri olan hastaların en az yüzde 25’inde sorunun rahmin embriyo transferi sırasında embriyoyu kabul edebilecek aşamada olmamasından kaynaklandığını gösteriyor. Bu hastalarda ERA testinin uygulanması sonrası doğru günde yapılacak bir embriyo transferiyle başarılı gebelikler elde edilebiliyor.
Prof. Dr. Bahçeci, “Diğer taraftan ERA testi uygulanan hastaların yüzde 0.5-1’inde rahim dokusunun hiçbir zaman tüp bebek tedavisine yanıt vermediği de gözlendi. Yani ne kadar iyi embriyo olursa olsun bu hastalarda sadece rahim dokusu uygun olmadığı için gebelik oluşmuyor” diyor.
Testten elde edilen bilgilerle özellikle bazı hastalarda tedavi programı ve embriyo transfer günü değiştirilerek çiftlerin gebelik başarısını arttırılabiliyor. Ayrıca geçmişte elde edilen başarısız denemelerin nedeni de anlaşılabiliyor.
Derin ven trombozu daha bilinen adıyla “ekonomi sınıf sendromu”, uzun süre hareketsiz kalan kişilerde, bacak damarında tıkanıklıkla meydana geliyor. Soruna zemin hazırlayan etki, kanın pıhtılaşmasını sağlayan mekanizmaların gereğinden fazla çalışması.
Klinik biyokimya uzmanı Dr. Aytaç Keskineğe, tek damla kanın dahi bu riski ortaya koymaya yettiğini söylüyor. Dr. Keskineğe’nin verdiği bilgiye göre, trombüs herhangi bir yerimizde kanama olduğu zaman devreye giren ve tıkaç görevi yapan bir mekanizma. Ancak bazı kişilerde bu mekanizma gereğinden fazla çalışarak tıkaçların oluşmasına sebep oluyor. Özellikle bacaklardaki damarlarda meydana gelen bu tıkaçlardan kopan pıhtı parçaları daha dar damarları tıkayarak, akciğer, kalp veya beyinde hasar oluşturarak kalp krizi, felç veya inmeye sebep olabiliyor.
Son yıllarda yapılan çalışmalar, bu rahatsızlığa sebep olan hastalıkların bir kısmının genetik geçiş gösterdiğini ortaya koydu. Gen seviyesinde yapılan araştırmalar “Faktör V Leiden” veya “Protrombin Gen Mutasyonu” taşıyan kişilerde “derin ven trombozu” ve buna bağlı komplikasyonların daha fazla görüldüğünü gösterdi. Dr. Keskineğe, “Her bireyde bu iki rahatsızlığı araştırmak hem masraflı hem de zaman isteyen bir iş. Bu sebeple hastalığı taramak için daha ucuz ve az zaman isteyen APCT (Aktive Protein C Rezistansı) adı verilen kan testi kullanılıyor. Günün herhangi bir saatinde, aç veya tok karnına verilen kan örneğiyle yaklaşık 1 saat içinde sonuç alınıyor. Test sonucunda genetik yatkınlığı bulunduğu saptanan bireylere daha ileri araştırmalar yapılabiliyor” diyor.
Kimler risk altında?
Daha önce derin ven trombozu geçirenler, kalıtsal pıhtılaşma bozukluğu hastaları, kan homosistein seviyesi yüksek olanlar, kalp-damar hastalığı bulunanlar, hamileler veya yeni doğum yapmış kadınlar, 2 saatten daha uzun bir uçak yolculuğuna çıkanlar, 40 yaşın üzerinde olanlar, fazla kilosu olanlar, sigara içenler, doğum kontrol hapı kullananlar, yakın zaman içerisinde ameliyat geçirenler, kanser tedavisi görenler
Şu bir gerçek ki meme kanseri kadınlarda daha sık görülen bir sorun. Erkekler kadınlara göre bu açıdan şanslı, çok daha seyrek meme kanseri oluyor. Ancak gerek tanı gerekse tedavide her iki cins benzer şeyler yaşıyor.
Serbest meslek sahibi Mehmet Şengül dört buçuk yıl önce sol memesinde bir sertlik hissetti. Eline gelen pirinç tanesi kadar küçük bir odaktı. Ultrasonografideki imaj şüpheleri kuvvetlendi. Kanser olabilirdi, biyopsi için parça alınması gerekiyordu. Şengül erkeklerin de meme kanseri olduğunu duymuştu. Ancak aynı haberi almak onu şaşırttı. Tümör iki santimetreye ulaşsa da şanslı sayılırdı. Erken evredeydi, ne cilde ne de göğüs duvarına yayılmıştı. İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü’nde ameliyat edildi. Kemoterapi ve radyoterapiye gerek görülmedi. Tetkiklerde tümörün östrojene duyarlı olduğu saptanmıştı. Malum östrojen kadınlara özgü bir hormon ancak az miktarda erkeklerde de bulunuyor. Bu nedenle birçok meme kanserli kadının kullanması gereken östrojeni baskılayan ilaç Şengül’e de verildi.
Ameliyatlı memesini gösteren Şengül, “Herkesin başına gelebilir. Plajda da böyle, çekinmeden dolaşıyorum. Hastalığımı hiç gizlemedim. Duyunca ‘Nasıl yani?’ diye soranlar oluyor, anlatıyorum. Artık bilinçlendim, duşta sık sık her iki mememi elle muayene ediyorum. Erkeklere ‘Siz de kontrol edin, olabiliyor’ diyorum” diye anlatıyor.
Liv Hospital genel cerrahi uzmanı Doç. Dr. Hasan Karanlık kadınlarda olduğu gibi erkeklerde meme kanseri tarama programı olmadığını söylüyor: “Bu yüzden erkekteki meme kanserini genellikle çok daha ileri evrede yakalıyoruz. Erkeklerin bir diğer dezavantajı, meme dokularının az olması. Tümör meme içinde büyüyemiyor; cilt, göğüs duvarı, koltuk altına yayılıyor. Şimdilik standart tedavi memenin tamamen alınması.”
Güvenlik zaafı bulunan, suç düzeyinin yüksek olduğu ülkelerde turistler sık sık hedef seçiliyor. Kriminal olaylar yaşamamak için önlem almanızda yarar var.
Taksilere dikkat
Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü Seyahat Sağlığı Merkezi aşağıdaki önlemleri almanızı öneriyor: k Soygunlara karşı sadece gece değil gündüz de tetikte olun. Üzerinizde fazla para taşımayın. k Mücevher, kameralar ve diğer değerli eşyalarınızı görünen yerlerde saklamayın. k İzole edilmiş kumsallara ve uzak bölgelere gitmeyin. k Aşırı kalabalık tren, otobüs ve dolmuşlardan uzak durun. k Sadece yetkili taksileri kullanın. k Gece otomobil kullanmaktan kaçının ve kesinlikle tek başınıza yolculuk yapmayın. k Aracın kapılarını kilitli ve pencerelerini kapalı tutun. k Trafik ışıklarında beklerken özellikle tetikte olun. k İyi aydınlatılmış alanlarda park edin ve yabancıları arabanıza almayın. k Uzak bölgelere yolculuk yaparken yerel bir rehberlik/tercümanlık ya da yerel bir sürücülük hizmeti alın. k Bazı ülkelerde araç korsanlığı bilinen bir risk. Silahlı soyguncular tarafından durdurulursanız, direnç göstermeye kalkışmayın ve ellerinizi saldırganların sürekli görebileceği bir konumda tutun.
Trafik kazası görürseniz
Trafik kazası geçirenlere, iyi niyetli de olsa yanlış müdahale ölüm ve sakatlığa yol açabiliyor. Kazazedeye yardımcı olmak istiyorsanız: k Önce 112’yi arayın ve ambulans çağırın. k Kazazedeyi, zarar vermeyeceğinizden emin olmadıkça kıpırdatmayın. Örneğin sırt ya da bel omurları örselenmiş bir yaralı, uzman sağlık personeli gelmeden kesinlikle hareket ettirilmemeli. k Kaza geçiren kişinin solunum yollarının açık olduğundan emin olun. Bunun için öncelikle boğazında soluk almasını engelleyecek yabancı bir cisim olup olmadığına bakın. k Solunum yolları açık olduğu halde soluk alıp veremeyen kişiye yapay solunum uygulamak gerekir. k Kaza geçiren kişinin kalbi durmuşsa, kanı bütün vücutta rahatça dolaşamıyorsa ve kan kaybına yol açacak önemli bir yara varsa gene yaşamsal tehlike söz konusudur. Bu nedenle, ilk yapacağınız şeylerden biri de yaralının kalbini dinleyerek atıp atmadığını denetlemek olmalıdır. Eğer kalp durmuşsa yeniden çalıştırabilmek için dıştan kalp masajı yapmak gerekir. Ama bu çok güç bir tekniktir ve yalnızca doktorlar ya da uzmanlaşmış kişiler uygulayabilir. Buna karşılık, ne yapılacağını bilen herhangi birisi, yırtılmış bir atardamarın ya da ciddi bir yaranın kanamasını bir an önce durdurarak yaralının kan kaybından ölmesini engelleyebilir. k Trafik kazalarında genellikle kesikler ya da kanamalı yaralanmalar meydana gelir. Kesik ve darbe sonucu oluşan yaralanmalarda yapılacak temel eylem, kanama olan bölgeye bastırmak. k Kazalarda sıklıkla karşılaşılan bir diğer durum ise uzuv kopmalarıdır. Eğer kopan bir uzuv söz konusuysa, kopan parçanın bulunarak hastanın en fazla dört-altı saat içinde bu parça ile birlikte bir hastaneye ulaştırılması gerekir. Kopan uzvu, serum fizyolojikle yıkadıktan sonra steril bir torbaya koyun. Bu torbayı içi buz dolu ikinci bir torbanın içine yerleştirin.
Düzenli yürüyüş, tepeden tırnağa aklınıza gelen tüm sistemlerimizin üzerinde olumlu etki yapıyor. Ancak bazı hatalar bu masum sporun ayak ve bacak sağlığına zarar vermesine yol açıyor. Ortopedist, ayak ve ayak bileği cerrahı Op.Dr. Selim Muğrabi, yürüyüş için yumuşak zemin ve sokakların tercih edilmesini öneriyor. Çünkü yürüyüş bantları ortopedik sorunları tetikliyor. Dr. Muğrabi, “Sokaktaki yürüyüşümüz esnasında iki ayağımızı birden yere basıyoruz ve vücut ağırlığımızı iki ayağımıza birden eşit dağıtıyoruz. Ama zemin kayganlaştığı yani yürüme bandına geçtiğimiz zaman vücudumuzu tek ayağımızla taşıyoruz. Yani koşar gibi yürüyoruz. Bu sebepten dolayı vücut ağırlığımız tek tek ayaklara biniyor. Vücutta var olan diz, bel, ayak problemleri zirve yapıyor” diyor. Yürüyüş bandıyla ilgili ortaya çıkan en büyük iki sıkıntı, dizkapağı kemiği ağrısının tetiklenmesi ve ayakta topuk ağrısının oluşması.
Özellikle çok uzun zamandır spor yapmayanların yürüyüşe başlamadan önce germe egzersizlerini öğrenmesi ve yapması gerekiyor. Ayrıca ayak, diz, omurganızda bildiğiniz bir sıkıntınız, sorununuz varsa koşu ve yürüyüş programlarına başlamadan önce bir ortopedi uzmanına görünmenizde yarar var. Ortopedi uzmanı diz ya da omurgalara zarar vermeyecek sporları önerecektir.
Koşu temposuna girecek kişi için germe egzersizleri daha da önemli. “Aşil germe egzersizi” olarak adlandırılan egzersizlerin koşudan önce 7-8 dakika yapılması gerekiyor. Koşarken tek ayak vücut yükünü taşır. Dr. Muğrabi, “Aşırı güçsüz olan ayaklarda ilk ortaya çıkan aşil tendon dediğimiz problem. Koşucularda ayrıca topuk ağrısı problemi oluşma ihtimali de var. Yükün ayakta yanlış yere binmesi üzerine stres kırığı olabiliyor. Dizleriyle ilgili problemi olan kişiler eğer diz üstü egzersizlerini yapmazlarsa diz ağrıları koşmayla beraber tetikleniyor ve giderek artıyor” diyor.
FAZLASI AYAĞI YORAR
Ayağın yürüme esnasında kullandığı kasların belli bir güce sahip olması gerekiyor. Eğer bu kaslar yeteri kadar güçlü olursa, herhangi bir sorun çıkmıyor. Ancak bu yükü taşımaya alışık olmayan bölgelerde stres kırığı, aşil tendinitis gibi sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor.
Dr. Muğrabi, bu sebeple yürüyüş öncesinde yapılan germe egzersizlerin bu problemlerin oluşumunu engellemede büyük önem taşıdığını hatırlatıyor.
Haftada en fazla dört kez yürüyün
Doğru olan önce basit bir yürüyüşle başlamak. Toplam süresinin üçte birini yürüyüşe, üçte birini hızlı koşmaya ve sonra üçte birini tekrar yürüyerek bitirmeye ayırın. Zayıflamak için yürüyüşe çıkanlara öncelikli olarak 20 dakikalık yürüyüşlerle işe başlaması tavsiye ediliyor. Daha sonra kilo verip, yağ oranı normale doğru ilerleyip de kas gücü arttıkça bu sürenin 45 dakikaya çıkarılması öneriliyor. Yürüyüşe çıkmaya haftada iki kezle başlanmalı ve en fazla haftada dört kez çıkılmalı.
Bayram klasikleri arasındaki tatlı, meşrubat, şeker, çikolataya Kurban Bayramı’na özgü et yemekleri de eklenince metabolizmanın rutini değişiyor. Birkaç günlük hızlı yeme temposu, kilo alımına, mide rahatsızlıklarına, şekerin ve tansiyonun yükselmesine neden olabiliyor. Uzmanların bayramda beslenmeye yönelik uyarıları şöyle:
Günde tek öğün et alın. Unutmayın et tek protein kaynağımız değil. Başka gıdalardan da protein alıyorsunuz.
Günde 1 porsiyondan fazla tatlı yemeyin. Israrla ikram ediliyorsa tadına bakın ve bırakın. Tüm ikramların toplamı bir porsiyonu aşmasın.
Bayram süresince alınan her karbonhidrat açısından zengin hamur işi ya da tatlının ardından mutlaka proteinli gıdalar yemek gerekiyor. İlk tercih ise baklagiller olmalı. Baklagillerin yanı sıra kırmızı et, beyaz et ya da mevsim sebzeleri, süt, yoğurt ve ayran da tercih edilebilir. Eti ızgara değil tencere yemeği olarak tüketin.
Glisemik endeksi düşük gıdaları seçin. Bayramda özellikle baklagil, et, tahıllı ekmek, yoğurt, erik ve armut gibi glisemik endeksi (şekeri yükseltme kapasitesi) düşük gıdalara yönelin. Bunlar mideyi rahatlatır, bayramda alacağınız muhtemel kiloların önüne geçer.
Mümkünse bayram ziyaretlerine yürüyerek gidin. Düz yolda ve hafif yokuş yukarı çıkmak karın kaslarını çalıştırıyor, bağırsak sistemini düzene sokuyor ve sindirimi kolaylaştırıyor.
Ziyaretleri uzun tutun, ikramları hızlı tüketmeyin. Doyma sinyali beyne 15-20 dakika içinde ulaşır. Bu nedenle bayram ziyaretlerinde sunulan yemekleri yavaş tüketmek gerekiyor. Kişi her öğün için kendine 20- 30 dakika arası vakit ayırmalı. Aksi takdirde doyacağından çok daha fazlasını tüketir.