Melike Karakartal

TOMA gelir, hoş gelir

12 Eylül 2013
Önceki gün Kadıköy sakinleri biber gazı ile buluştu.

Hazirandan beri pek çok barışçıl yürüyüşe, gösteri ve eyleme mekan olan Kadıköy cadde ve sokakları bu defa karıştı.
Şu anlatacaklarıma tüm Kadıköylüler şahittir: Haziran’dan beri şiddetle, kavga gürültüyle, vandallıkla, provokasyonla işi olmayan vatandaş sokağa döküldü.
Neden? Kendisini ifade etmek için. Adaletsizliğe karşı çıkmak, haklarını korumak için.
Bunların tümü barışçıl eylemlerdi. Bırakın silah taşımayı, yerden taş alıp atmayı bile aklına getirmeyecek yüzbinlerce insan onlara (teoride) verilmiş haklarını kullandılar.
Birkaç tanesinden bahsedeyim: Mesela bir “gazete okuma eylemi” vardı Bağdat Caddesi’nde. İnsanlar cadde kenarına sandalyelerini dizdiler, oturdular ve gazetelerini okudular.
Haberi haberden saymayan yayınlara yönelik bir eylemdi bu. “Siz göstermeseniz de gördük, duyduk, biliyoruz” mesajını verdiler.
Başka günlerde Bağdat Caddesi birçok yürüyüşün merkezi oldu. Kitleler defalarca Suadiye’de toplandılar, Kadıköy istikametine yürüdüler.

Yazının Devamını Oku

‘İnanç’ kavramını yanlış anlamak

11 Eylül 2013
Çok değil, birkaç sene önce “yetim hakkı yiyen” veya “vicdan yoksunu” denince akıllara gazetelerde, televizyonlarda hikayelerini gördüğümüz, etraftan duyduğumuz, okuduğumuz üçkağıtçılar gelirdi.

Ticarete hile karıştıran, insan sağlığıyla oynayan, akla hayale gelmez “indirme” yöntemleriyle cebini dolduran...
Biri onun yüzünden ölmüş, biri onun yüzünden parasını kaybetmiş, birinin onun yüzünden yuvası dağılmış, umuru olmazdı.
Hoş, onlardan hâlâ pek çok sayıda var ancak uzaktan hikayelerini duyduğumuz, ayıpladığımız, “şu hayatta böyleleri de var demek ki” deyip vicdansızlıklarının boyutlarına şaştığımız adamların Twitter sayesinde sayıca ne kadar çok olduklarını görüyoruz.
Düşünün ki...
Bir insan hayatını kaybediyor.
En acı biçimde. En adaletsiz, en çirkin biçimde.
İnsan hakkı desen yok, vicdan desen, o zaten hiç yok.

Yazının Devamını Oku

“Kına” konusunun mantık örgüsü

10 Eylül 2013
Biri “ister merdivenleri, ister kıçını” der...

Biri “kına stokları tükenmiş” der...
İşte memleketimden siyasi üslup manzaraları.Diyorum ki, kendi ülkesinin kendi gibi düşünmeyen vatandaşına böylesine düşman kesilebilen politikacının mantık örgüsü nasıl çalışır?
Baştan başlayalım.
-Bir iş için çok çalışıyorsunuz.
-Öte yandan yaptığınız işlere balta vurmak için geceleri uyumayan, meydanlara dökülüp sizi yerinizden etmek için durmadan uğraşan insanlar olduğunu düşünüyorsunuz. Buna eminsiniz.
Evet, siyaset söz konusu olduğunda zaten sistem “birisini yerinden etmek” üzerine kurulu ama siz bu düşünceye sahip insanların, sizi desteklemeyen yüzde 50’nin tamamı olduğuna inanıyorsunuz.
Sizi desteklemeyenleri de temsil ettiğinizi, onların da özgür düşünce hakkını korumanız gerektiğini unutuyorsunuz.

Yazının Devamını Oku

Çare olimpiyat!

7 Eylül 2013
İstanbul’da olimpiyat olmalı mı, olmamalı mı, işte bütün mesele bu sevgili sporsever Habitus okuru.

Biliyorsunuz bu konu son dönemde adeta bir haysiyet meselesine döndü.
Sırf gururlanmak, “İstanbul’a olimpiyatı bile getirdik” demek için, bu konuyu sorgulayanları kötü niyetli kabul etmek, günümüz koşullarında kimseye sürpriz değil. Dolayısıyla bu işi ortada durarak sorgulamak, günümüzün müthiş demokratik ortamı içinde tartışmak ayrı bir işkence. Nasıl mı? Şöyle:
Mesela “olimpiyat riskli” diyorsunuz, derhal “vatanı sevmemekle” suçlanıyorsunuz. Ne alaka demeyin, olimpiyat olmasın demek hükümet karşıtlığı sayılacak neredeyse.
Biliyorsunuz, günümüz müthiş demokratik ortamında, demokrasinin doğasında olan muhalefet hali veya barışçıl eylem yapmak dahi darbecilikten vatan hainliğine türlü ilgisiz kavram ile ilişkilendiriliyor. Durum böyle olunca, birileri çıkıp olimpiyat olmalı mı olmamalı mı diye soran adamı vatan hainliğiyle suçlayabilir, garipsemiyoruz böyle şeyleri artık.
Konuyu şehircilik, bilim, coğrafi koşullar, güvenlik vb. gibi konulardan ele almaya niyet edemiyorsunuz, en başta tıkanıyorsunuz. “İstanbul’a olimpiyat doğru mu?” sorusunu soranı vatan haini ilan edebilen adamlara ne bilimi, ne şehirciliği anlatacaksınız? Mümkün mü makul bir platformda tartışabilmek?
Esasında İstanbul olimpiyatlara ev sahipliği yapsın çok isteriz. Kim istemez ki? Fakat oyuncak isteyen çocuk körlüğüyle İstanbul’un kaosunu, deprem riskini, ulaşım problemlerini görmezden mi gelelim? Şehir planlama konusunda “örnek bir dünya şehri” olduğu yalanını mı söyleyelim? İstanbul’da; hatta Türkiye’de futbol dışında dev bir “spor kültürü” mü uyduralım kafamızdan? (Ki spor kültürü, olimpiyat oyunlarının bir şehirde yapılabilmesi için hayati bir gerekliliktir tahmin ediyorum.)
Şark kurnazlığıyla hayatın şekillendiği bir dünya, olimpiyat için doğru koşullar sunabilir mi sahi?

***

Yazının Devamını Oku

Kabuk

5 Eylül 2013
Bir başkasına acırken veya bir başkasıyla ilgili kötü düşünürken kendi haline, mutluluğuna şükretmek şüphesiz daha kolay.

Önyargılarımızı, “ondan öyle duydum, öyleymiş”leri, kafamızdaki kalıpları bırakamamamız ondan.
Birinin utanılacak haline bakarken hissettiklerimiz, rahat koltuğumuza gömülmüş, battaniyenin altından korku filmi izlerken hissettiklerimizden farklı değil.
Korkuyoruz ama tehlike bize ait değil. Utanıyoruz ama dert bize ait değil. Konfor alanından uzaklaşmadan gerçek bir duygunun içine girebiliyorsun ve zarar görmeden çıkıyorsun. Sonra da işte, kendi haline şükrediyorsun.
Arıza nerede başlıyor, biliyor musunuz?
Bu bir hayatta kalma yöntemine dönüştüğünde. Mesela kendi kafanda başkasına dair bir olumsuzluk yaratıp o gerçekmiş gibi davranarak rahatladığında.
Daha ileri vakalarda birinin arkasından konuşup, olmayan bir an yaşanmış gibi anlattığında... Böylece, hesapta kendi hayatının olumsuzluklarını üzerinden silkeliyorsun.
Silkelemiyorsun aslında... Kendini kandırıyorsun.

Yazının Devamını Oku

Doğal seleksiyon yöntemiyle trafiği çözmek

4 Eylül 2013
İşte beklediğimiz haber: Şehir içi hız limiti 90’a çıkarılarak trafik problemi çözülecekmiş.

Hayır efendim. Yanlış yapıyorsunuz. 90 az, 120’ye çıkarın, 150’ye çıkarın, o da olmadı otomobillerin arkasına portatif sıcak hava balonu bağlayın, zorda kalınca uçuveririz, trafik ancak öyle çözülür.
Bravo, doğru anlamışsınız, trafiğin sebebi şehir içinde 70 ile gidenler.
Sağa-sola, acil ulaşım yollarına park edenler değil öyle mi? Araç kullanmayı sürücü koltuğuna oturmak sanan kadın ve erkekler değil öyle mi?
Biri arkasında top patlasa bile aynasına bakmaz...
Diğeri paralel park yapmayı bilmez, arkasında kalan araçların hepsine Eskihisar-Topçular feribot sırası zulmünü reva görür, hiiiç umuru olmaz...
Trafiğin sebebi 4 şeritli yolu sağlı sollu saçma sapan park etmek suretiyle 1,5 şeride düşürenler değil.
Acil ulaşım yolunu bloke edenler değil öyle mi?

Yazının Devamını Oku

“Explain it to my cone” cnm

3 Eylül 2013
Vicdanımıza, duygularımıza dokunan konuları nasıl ayırıyoruz?

Neye tepki verip vermeyeceğimizi...
Tepkilerimizin büyüklüğünü...
Bizi harekete geçiren dürtü nedir?
Bir haksızlıkla karşılaştığımızda kulaklara doğru ilerleyen bir ateş selini ne tetikler?
Etrafımızda olan bir adaletsizliğe “Sen onun avukatı mısın?” tepkisini alacağımızı bilsek de bizi konuşturan his tam olarak nedir?
Nedir onu yaratan?
En baştan başlayalım.

Yazının Devamını Oku

Çocuk kalmak sağlığımıza faydalıdır efendim

30 Ağustos 2013
“Belli bir ruh haline yapışmak”, yetişkin yaşta çocuk numarası yapmak hep o mutluluğun, hayatını düz bir çizgide ilerletmenin derdinde olan insanın kendi kendine bulduğu çözümlerden biri...

Zararı var mı?Bilmem... Belki... Ama yararını biliyorum.

Size bir şey itiraf edeyim: Neredeyse “Yaş 35 yolun yarısı” diyeceğim ama hâlâ kendimi lisede gibi hissediyorum. Sanki hiç üniversiteye gitmedim, sanki 10 yıldır yazı yazarak hayatımı kazanmıyorum, sanki hiç evlenmedim, sanki hiç saçlarım beyazlamadı, sanki hiç “yetişkin muhabbeti” yapacak yaşa gelmedim.
Ailem, ağabeylerim bir araya gelmiş otururken, sanki sandalyede ayaklarım yere erişmiyormuş gibi hissediyorum.
Gündemden, politikadan, gazetelerden konuşuyorlar mesela, bendeki vaziyet “İvit, binci di üyle kisinlikle yani hehe blmyrm, ehe ehe eee.... Öööö.... ANNEA YA YEMEK VAR MI YEMEK VERSENE SONRA DA ÇAY VER TATLI YOK MU YEAAEAEA”...
Ba ba ba. “Yolun yarısı”na gelmiş biri değil de 15 yaşındaki zibidi konuşuyor sanki. Yemek yok muymuş. Kalk kendin al hayvan. Altını da bezlet bari!
Her geçen gün Facebook duvarları bebek fotoğraflarıyla doluyor, bir günde üç nişan-düğün haberi alınca “Ya, bi saniye. Ne zaman bu kadar yıl geçti yahu, daha lisedeyiz?” diyesim geliyor.
Birkaç sene önce festivallerde toz toprak içinde yuvarlanır, sabahlara kadar sokaklarda dolanır ve “sonsuz ergenliğin” tadını çıkarırken, şimdi sokakta yürürken bir camda aksimi gördüğümde “Kim bu kadın ya?” diyorum.

* * *

Yazının Devamını Oku