Paylaş
Zararı var mı?Bilmem... Belki... Ama yararını biliyorum.
Size bir şey itiraf edeyim: Neredeyse “Yaş 35 yolun yarısı” diyeceğim ama hâlâ kendimi lisede gibi hissediyorum. Sanki hiç üniversiteye gitmedim, sanki 10 yıldır yazı yazarak hayatımı kazanmıyorum, sanki hiç evlenmedim, sanki hiç saçlarım beyazlamadı, sanki hiç “yetişkin muhabbeti” yapacak yaşa gelmedim.
Ailem, ağabeylerim bir araya gelmiş otururken, sanki sandalyede ayaklarım yere erişmiyormuş gibi hissediyorum.
Gündemden, politikadan, gazetelerden konuşuyorlar mesela, bendeki vaziyet “İvit, binci di üyle kisinlikle yani hehe blmyrm, ehe ehe eee.... Öööö.... ANNEA YA YEMEK VAR MI YEMEK VERSENE SONRA DA ÇAY VER TATLI YOK MU YEAAEAEA”...
Ba ba ba. “Yolun yarısı”na gelmiş biri değil de 15 yaşındaki zibidi konuşuyor sanki. Yemek yok muymuş. Kalk kendin al hayvan. Altını da bezlet bari!
Her geçen gün Facebook duvarları bebek fotoğraflarıyla doluyor, bir günde üç nişan-düğün haberi alınca “Ya, bi saniye. Ne zaman bu kadar yıl geçti yahu, daha lisedeyiz?” diyesim geliyor.
Birkaç sene önce festivallerde toz toprak içinde yuvarlanır, sabahlara kadar sokaklarda dolanır ve “sonsuz ergenliğin” tadını çıkarırken, şimdi sokakta yürürken bir camda aksimi gördüğümde “Kim bu kadın ya?” diyorum.
* * *
Ben yılların geçtiğini, zamanın aktığını, insanların değiştiğini, koşulların değiştiğini reddedenlerdenim. Fakat aklının kendini sandığı yaşla beden birbirini tutmayınca şöyle bir durmak zorunda kalıyorsun.
İki hareket edip sonra “Belimbelimbelim hııaa” diye yuvarlandığında, hareket hızın akıl hızınla örtüşmediğinde “ergen olmadığını” anlıyorsun.
Biliyorum, bir ben değilim böyle.
Peki nedir bunun sebebi?
Zamanın geçtiğini reddetme hali değişikliğe, başına geleceklere, kayıplara ve hayattaki değişimlere ayak uydurmayı reddetme çabası...
Kendine bir “konfor hali” belirleyip ona yapışıp kalıyorsun.
Hoş, lise yıllarıma niye takıldıysam... Son sene puanım yüksek gelsin diye okul değiştirmiştim hesapta çakallık yapacağım diye...
Sonra depresyondan depresyona sürüklenip kafamı duvarlara vurmuştum ya, neyse...
Demek konu “döneme yapışmak” değil. Lise hiç değil. İnsan dilediği zaman hayatı “pause”lamak isteyip yapamadığında “sorumluluğun kendinde olmadığı yıllar”a çakılıp kalmak istiyor.
Hani ne yapsan anne-baba kurtarır, yan gelip yatma lüksün vardır... İleriyi çok düşünmek zorunda değilsindir, elbet senin yerine en büyük kararı verecek biri vardır...
İşte bu yüzdendir belki bir duyguya takılıp kalmak... Israrla kendini şimdi olana yabancılaştırmak, geçmişe hasret duymak...
Mesela “Yav ben daha kendimi çocuk gibi hissediyorum, insanlar çocuk doğuruyor yav asdfasdafdj” diye faltaşı gibi açılmış gözlerle hamile bir dostun karnına bakakalmak...
“Belli bir ruh haline yapışmak”, yetişkin yaşta çocuk numarası yapmak hep o mutluluğun, hayatını düz bir çizgide ilerletmenin derdinde olan insanın kendi kendine bulduğu çözümlerden biri...
Zararı var mı? Bilmem... Belki...
Ama yararını biliyorum. Her ne kadar sonradan zararını görme ihtimalin olsa da “saf çocuk aklı”nı kaybetmiyorsun.
İnsanlara yaklaşırken “ehe ehe ne tatlı güzel arkadaş” diyorsun mesela.
Sonra bir bakıyorsun...
Aaaa! Kızın işi düşmüş meğer.
Aaaa! Adamın maksadı göz süzmekmiş meğer.
Aaa! Kızın senden bir isteği varmış meğer!
Aaaa! Arkadaşlığın ona “ortamlarda” fayda getirir sanmış meğer!
Olsun... Yine de çocuk ruhuyla ortada dolanmak güzel.
Paylaş