Paylaş
Biliyorsunuz bu konu son dönemde adeta bir haysiyet meselesine döndü.
Sırf gururlanmak, “İstanbul’a olimpiyatı bile getirdik” demek için, bu konuyu sorgulayanları kötü niyetli kabul etmek, günümüz koşullarında kimseye sürpriz değil. Dolayısıyla bu işi ortada durarak sorgulamak, günümüzün müthiş demokratik ortamı içinde tartışmak ayrı bir işkence. Nasıl mı? Şöyle:
Mesela “olimpiyat riskli” diyorsunuz, derhal “vatanı sevmemekle” suçlanıyorsunuz. Ne alaka demeyin, olimpiyat olmasın demek hükümet karşıtlığı sayılacak neredeyse.
Biliyorsunuz, günümüz müthiş demokratik ortamında, demokrasinin doğasında olan muhalefet hali veya barışçıl eylem yapmak dahi darbecilikten vatan hainliğine türlü ilgisiz kavram ile ilişkilendiriliyor. Durum böyle olunca, birileri çıkıp olimpiyat olmalı mı olmamalı mı diye soran adamı vatan hainliğiyle suçlayabilir, garipsemiyoruz böyle şeyleri artık.
Konuyu şehircilik, bilim, coğrafi koşullar, güvenlik vb. gibi konulardan ele almaya niyet edemiyorsunuz, en başta tıkanıyorsunuz. “İstanbul’a olimpiyat doğru mu?” sorusunu soranı vatan haini ilan edebilen adamlara ne bilimi, ne şehirciliği anlatacaksınız? Mümkün mü makul bir platformda tartışabilmek?
Esasında İstanbul olimpiyatlara ev sahipliği yapsın çok isteriz. Kim istemez ki? Fakat oyuncak isteyen çocuk körlüğüyle İstanbul’un kaosunu, deprem riskini, ulaşım problemlerini görmezden mi gelelim? Şehir planlama konusunda “örnek bir dünya şehri” olduğu yalanını mı söyleyelim? İstanbul’da; hatta Türkiye’de futbol dışında dev bir “spor kültürü” mü uyduralım kafamızdan? (Ki spor kültürü, olimpiyat oyunlarının bir şehirde yapılabilmesi için hayati bir gerekliliktir tahmin ediyorum.)
Şark kurnazlığıyla hayatın şekillendiği bir dünya, olimpiyat için doğru koşullar sunabilir mi sahi?
***
Belki de güzel bir haber gelmeli, İstanbul 2020’de olimpiyatları almalıdır, belki de değişmemizin tek yolu budur. Hani insan ancak uçurumun kenarına geldiğinde, başka çaresi kalmadığını hissettiğinde değişir ya...
Olimpiyatı yalap şap, göstermelik işlerle taşıyamaz bir şehir. İçi dolmalıdır, sağlam olmalıdır, şakaya gelmez. Göz boyayarak olimpiyatın altından kalkamayacağımızı anlarsak, belki gerçek bir değişim yaşarız, ne dersiniz? İşte bu yüzden belki de olimpiyattır İstanbul’un tedavisi... Çok hastalanmış güzel şehrimin “kurtulmasının” tek çaresi...
Sansür bizim işimiz!
Artı 1 kanalı, Bizimkiler’in tekrarlarını veriyor.
Bizimkiler’i niye izlerdik, hatırlıyor musunuz? Ben çok iyi hatırlıyorum. Bize benziyor diye izlerdik. Apartman, aile yapısı, çevre, meslekler, hayatlar... Bizim gibilerdi. Komikti, güzeldi, tanıdıktı, sıcak bir hissi vardı işte.
İzlediğim bölüm, Şükrü, anne ve babasıyla akşam yemeği yerken “Ben senin gibi baba olamadım” diye dert yanmasıyla bitti. Anne-baba oğul’un yemeğine birer kadeh rakı eşlik ediyordu. Tabii rakının üzeri buzlu.
Ne acayip değil mi? Kendi hayatlarımızın parçası olan bir sahneyi 2013 yılında buzlanmış olarak görüyoruz. “Özendirici” kılıfına sokularak alınmış bir karar sayesinde.
Dahası var. Ali’nin babasıyla apartmandan çıktığı sahne. Cemil camdan çıkartmış kafayı bir şeyler söylüyor. Şükrü sinirleniyor, Ali ise “Bırak baba, adam sarhoş” diyor. “Sarhoş” kelimesini Ali’nin ağzını okuyarak anlıyoruz, çünkü sansürlenmiş.
Geldiğimiz hale bakın... Yazık.
Paylaş