‘İnanç’ kavramını yanlış anlamak

Çok değil, birkaç sene önce “yetim hakkı yiyen” veya “vicdan yoksunu” denince akıllara gazetelerde, televizyonlarda hikayelerini gördüğümüz, etraftan duyduğumuz, okuduğumuz üçkağıtçılar gelirdi.

Haberin Devamı

Ticarete hile karıştıran, insan sağlığıyla oynayan, akla hayale gelmez “indirme” yöntemleriyle cebini dolduran...
Biri onun yüzünden ölmüş, biri onun yüzünden parasını kaybetmiş, birinin onun yüzünden yuvası dağılmış, umuru olmazdı.
Hoş, onlardan hâlâ pek çok sayıda var ancak uzaktan hikayelerini duyduğumuz, ayıpladığımız, “şu hayatta böyleleri de var demek ki” deyip vicdansızlıklarının boyutlarına şaştığımız adamların Twitter sayesinde sayıca ne kadar çok olduklarını görüyoruz.
Düşünün ki...
Bir insan hayatını kaybediyor.
En acı biçimde. En adaletsiz, en çirkin biçimde.
İnsan hakkı desen yok, vicdan desen, o zaten hiç yok.
Bir yanda birilerinin kalbi parçalanırken öteki tarafta “seçici vicdan” sahipleri ölüme memnun oluyor.
Memnun olmakla kalmıyor, bunu Twitter’da duyurma, “oh olsun” deme ihtiyacı hissediyor.
Nasıl yanlış anlamış “inanç” kavramını ki, sanki “karşı taraf” gördüğün insanlardan biri öldüğünde buna sevinebileceğini düşünmüş.
Nasıl yanlış anlamış ki dünyayı, bir can eksildiğinde “bizim gibilerden değilse oh olsun” demesinin doğru olacağına inanmış.
Artık nasıl yanlış anlamışsa...
Bunu izlemek, “seçici vicdan” sahibi artışına şahit olmak, belki de bugünün en acı verici hislerinden birini yaşatıyor insana.
Bir insan vicdan, iyilik, “kalp terazisi” yoksunluğu ile doğmaz.
Çevre, aile, eğitim, gördükleri ve duydukları öğretir çocuğa vicdanı.
Gücü elinde bulundurmak için cehalete yatırım yapmak işte bu yüzden çok...
Ama çok...
Ama çok tehlikeli.

Haberin Devamı

Twitter olmasa...

Twitter olmasa vaziyeti bu kadar doğrudan izleyemezdik belki...
Orası, haberlerin, düşüncelerin filtrelendiği, düzenlendiği ve “big brother” tarafından -ne mutlu ki- kontrol edilebilen bir mecra değil.
O yüzden bu kadar acı veriyor. Çok gerçek çünkü. X-Ray cihazı gibi, ne varsa gösteriyor.
Neler var peki?
Ölüme sevinenler mi dersiniz...
“Laf sokmak” maksadıyla “Yoksa sen de mi Ermeni tohumusun?” gibi rezil, aşağılık bir soru sorabilen, kendi etnik kökenini üstün ve hakim, diğerlerini “kötü ve yabancı” sanan şaşırmışlar mı dersiniz...
Bir “vatanseverlik” kriteri uydurarak herhangi bir konuda muhalefet edeni düşman olarak belirleyenler mi dersiniz...
Kendi dinine mensup olmayanı doğrudan ahlaksız diye yaftalayan “büyük düşünür”ler mi dersiniz...
Bir yandan “inanç da inanç”, “din de din” diye sayıklayıp en alçak küfürleri edenler mi dersiniz...
“Namus da namus” “Ahlak da ahlak” diye tutturup bir gününü bir kadını taciz etmeden geçiremeyenler mi dersiniz...

* * *

Haberin Devamı

Şükür ki bir tarafta da her dinden, her kökenden, her cinsiyetten insana sadece “insan” gözüyle bakabilenler var. Kalbinin terazisi şaşmamışlar var.
Aydınlık insanlar var.
Sonra...
Bugün artık pek normalleşen o karanlık cehalet kültürünün esaretinden kurtulmuşlar da var.
Ne mutlu onlara.
Onlar da olmasa memlekette insanlığa olan umudumuzu hepten kaybedeceğiz.

Yazarın Tüm Yazıları