Mesela;
Sunucu: Gök mavi midir sayın bakan?
Bakan: Şimdi, müsaade edin de cevap vereyim.
Göğe gelmeden önce kürre-i arzın genel havasına bakacaksınız. Bugün ülkemizde dört mevsim yaşanıyorsa bunun için şükretmek lazım. Bakın bugün Sahra Çölü diye bir gerçek var. Şimdi konunun evveliyatın...
Sunucu: Peki sayın bakan, göğün maviliğini Türkiye ile sınırlayacak olurs...
Bakan: NASIL SINIRLAYACAKSINIZ EFENDİM NASIL? Böyle bir şey olabilir mi? Bunun dünyada örneği yok. Bakın bugün mavi göke mavi gök diyebiliyorsanız, burada bir diktatörden söz edemeyiz. Kuzey Kore’ye gidin bakalım deyin mavi gök, sizi ne yapıyorlar. Bazı şeylerde net olmak lazım. Bizim mavi göğümüzü kıskananlara geçit vermeyec...
Sunucu: Sayın bakan süremiz...
O yıllarda derginin abonesi annem, bu posteri saklamış.
Küçükken, 60’lardan beri evde sakladığı sayıların birinin içinde bulmuş, çerçeveletip yatağımın karşısına asmıştım.
Bugün sana, astronot olma hayali kurarak büyümüş bir kadının astronot olmaya en çok yaklaştığı 12 saati anlatacağım sevgili uzay sevdalısı Habitus okuru. Önceki hafta National Geographic, NASA ile ortak bir canlı yayın yaptı.
Dünyadan kilometrelerce yukarıdaki Uluslararası Uzay İstasyonu’nda bulunan astronotlar Koichi Wakata ve Rick Mastracchio dünyanın çevresini 2 saatte turlarken bir yandan oradaki hayatlarının neye benzediğini anlattı, öte yandan mekiğin penceresinden üzerinde yaşadığımız gezegeni gösterdi.
Canlı yayında astronotların günlük alışkanlıklarını izledik, ruh halleri ne alemde gördük. Şüphesiz o deneyimi yaşamadıkça dünyaya yukarıdan bakmanın ne olduğunu anlamak mümkün değil ama bir ay önce ABD’nin Huntsville şehrinde bulunan Uzay Kampı’nda bu duyguya biraz yaklaştım sayılır.
Zira gerçeğinin birebir kopyası bir ortamda, gerçek astronot kıyafetleriyle, gerçeğiyle eşzamanlı bir “tiyatro” oynuyoruz.
(Uzay Kampı bizde de var, İzmir’de. Bu arada, biz Twitter’ı yasaklayaduralım, astronotlar bir yandan uzaydan tweet atmayı ihmal etmiyor. Önceki gün Wakata, İstanbul’un uzaydan görüntüsünü tweet’ledi ve “favori manzarası” olduğunu söyledi. Türkiye’de tam o sırada Twitter yasaklandı...)
Hayatını, “hiç kimse” olduğu geçmişe inat “hepiniz önümde eğileceksiniz” motivasyonuyla yaşayanlardan...
İşte onlar, önemli mevkilere geldiği zaman zulüm başlar ya...
Galiba bizim yaşadığımız da tam olarak bu: “Çiğ adamın laneti...” Her meslekte görebilirsiniz onları.
Stajyerlik zamanında ona bol bol çay taşıttılarsa, yönetici olduğunda o da stajyerlere çay taşıtır.
Şirkette en düşük pozisyonda çalışırken ona sürekli emir veren, ezen bir patron varsa, o da “büyüyünce” altındakileri ezer. Emir verir.
Hep zalimdir, çünkü zamanında ona da çook çektirmişlerdir.O zulüm yıllarını “Ben böyle bir adam olmayacağım” diyebilmek, insaniyetini gelişmek için kullanamaz. “Kötü karakter”i kötü model olarak görüp, ondan bir nevi öğretmen olarak faydalanamaz.
O da şefi gibi, hatta ondan daha beter olur, gücüyle ezer, zulmeder. Üstelik bundan adını koyamadığı türden bir keyif de alır.
Gündem içinde boğulduk, bunaldık, “başka hangi konuya odaklanabilirim, ne yazabilirim” diye.
Geçen hafta dedim ya, Kelebek’i belki biraz rahatlamak, gündemden kendinizi uzaklaştırmak için okuyorsunuz.
Açıyorsunuz kapağı, aa, o da ne?
Tüm yazarlar siyaset yazmış. “ÖÖÖeh” demiyorsunuz, biliyorum. Zira şu sıralar başka bir konuya kafa yoramadığımız doğru. Belli ki uzun bir süre de yoramayacağız.
Fakat sana bir itirafta bulunayım mı sevgili seçim kaosu kurbanı Habitus okuru.
Ben fena halde BUNALDIM. Bunaldım kardeşim. Sen de bunaldın.
Peki ne halt edeceğiz?
Aldıkları cevaplardan sonra ilanı revize eder, öyle yayınlarlarmış...
Hatırlarsınız, kısa bir süre önce Angelina Jolie, NY Times için meme kanseri riskinden ötürü memelerini aldırma hikayesini kaleme almıştı.
Yazının sonunda gazete, “Angelina Jolie, bir oyuncu ve yönetmendir” notu düşmüştü.
“Ne gerek var böyle bir nota, Angelina Jolie’yi tanımayan mı var?” diyebilir ve bu kadar ünlü bir ismin kim olduğunu yazmayı okura hakaret olarak görebilirdi gazete.
Fakat ünü neredeyse paralel evrende bile bilinen kişinin ismini, mesleğini yazmayı etik açıdan uygun görüyor ve yazıyor.
Bir de Berkin Elvan için verilen ilana bakalım. Sadece “Erdoğan” yazıyor.
Sizce bu ilanı okuyan Amerikalıların tümü dünyada olup biteni ve geçen isimleri biliyor mudur? Bizim kadar aşina mıdır bu kelimeye?
Evrende minicik bir toz zerresi olduğumuzu anımsamak. Her sabah uyandığınızda göğsünüz yırtılır gibi hissederken, sakinleşmek için yapacağımız şey, önce bu.
“Küçücük olduğumuzu” hatırlamak. Birilerine hatırlatmak.
National Geopgraphic’de bir belgesel var.
Adı Cosmos. Hiç anlatmayayım, izleyin. İzleyin ve evrenin içinde evrendeki nokta kadar yerinizi iliklerinize kadar hissedin.
Programın sunucusu astrofizikçi Neil DeGrasse Tyson diyor ki; “Herkesin daha büyük bir şeyin parçası olduğuna uyandığı bir an vardır.”
Günlük deyişle “Dünyanın bizim etrafımızda dönmediğine uyanma anı.”
Bir başka deyişle, “Evrenin merkezinin dünya ve insanoğlu olmadığına uyanma anı...”
1 Taksim’in ortasında Topçu Kışlası adı altında AVM yapamayacaksınız.
O alan halka ait. Oradan para kazanamayacaksınız.
Biliyoruz, doymuyorsunuz, doymayacaksınız ama bir yerde duracaksınız. Yaptırmayacağız.
2 Kürtajı yasaklamışsınız. Benim bedenime kim, ne hakla müdahale edebilir, benim yerime kim, nasıl karar verebilir?
Tecavüze uğrayan yerine tecavüzcüyü koruyan kürtaj yasağını kanunlaştırın madem.
Çocuk gelinlerin “sıradan” kabul edildiği, kadına tacizin normalleştiği bir ülkeye de bu yakışır artık.
Ama ne var biliyor musunuz?
Geçmişi düşünmeye hiç benzemez.
Olacakları bilemezsin, hayatın sana sunacağı yenilikleri öngöremezsin, dünyan nasıl şekillenecek, neye benzeyecek; zihnini zorlarsın ama net bir resim çizemezsin.
90’lara gidin mesela, bugün olduğunuz yeri, yaşama biçiminizi tahmin edebilir miydiniz?
Teknolojinin size sunduğu yeniliklerin nasıl eliniz kolunuz olacağını, hayatınızın direği olarak konumlanacağını bilebilir miydiniz?
En ufak bir fikriniz var mıydı bugün karşılaşacaklarınızla ilgili?
Devletin haber kaynaklarınızla oynayacağını, Twitter’dan “hayat takibi” yapmaya mecbur kalan birine dönüşeceğinizi kim bilebilirdi?Peki okullarda “Tarih” diye okuduklarınızın gün gelip tekrarlanacağını, vasıfsız insanların başınıza “devlet adamı” diye dikileceğini düşünebilir miydiniz?
O vasıfsız insanların sizin ne içeceğinizden ne yiyeceğinize karışabileceğini, yaşam alanınızı daraltabileceğini, ağzınızdan çıkanı kontrol edebileceğini, canının istediğini sansürleyebileceğini...