Melike Karakartal

Ağaç dikmek para kazandırsaydı...

24 Eylül 2014
İstanbul’un tepesinde dolanan uçaklardan birinin içinde bulunmuş ve aşağı bakıp içi “cız” etmemiş kimse var mıdır dersiniz?

Ucu bucağı görünmeyen, beton denizine bakıp yüreği parçalanmayan, “Nasıl bu hale geldi bu şehir, kim izin verdi buna” demeyen var mıdır?
Çocukluktan kalma bir nostaljiyle, çalışsa da yaz mevsimlerinde 3 ay tatil yapmış, yazlıkta vakit geçirmiş gibi hissedenler bile sıcak mevsimi geride bıraktığı için memnun. Zira betonlaşmadan ötürü çöl sıcaklarıyla geçiyor artık yaz. Sokağa adım attığın anda seni önce nem dalgasıyla tokatlıyor; yerden, binalardan ve asfalt kaplı zeminden yansıyan ışık ve sıcaklıkla test ediyor.
Ya horozlar ötmeden önceki saatlerde ya da güneş battıktan, beton hafif soğumaya başladıktan sonra insancıl yaşama koşulları sağlanabiliyor yerden göğe kadar betonla kaplı şehirde.
Ağacın varlığı neler değiştiriyor, bunu anlamak için bilim insanı olmaya gerek yok.

****

Bakın, Kadıköy’de bir Özgürlük Parkı vardır. Ulu ağacı boldur buranın, “Eski ağaçları keselim de peyzaj düzenlemesi yaparak yeni fideler dikelim”e kurban gitmemiş, betonu az, toprağı ve ağacı çok bir parktır burası. Betonlaşmış bir şehrin içinde yoğun bir yeşillik, içinde durduğunuz zaman ucu bucağı yok gibi hissettiğiniz şehir parklarından...
Beton odaklı peyzaj düzenlemesi ile iki gram ağaç gölgesi olmayan ve çöl sıcağını hissedebileceğiniz parklara nazaran vaha gibiydi burası.

Yazının Devamını Oku

Vapurda müzik olur mu?

20 Eylül 2014
Eski İstanbul kitaplarına meraklıysanız muhakkak rastlamışsınızdır...

Asya yakasından Avrupa’ya geçişlerin sadece vapur ile yapıldığı henüz köprüsüz İstanbul’da, “vapur adabı”ndan bahseder bir dolu yazar ve o dönemi yaşayanlar. Vapur sadece bir taşıt değildir, bir semboldür, İstanbul’un sembolüdür. Yolcular için “Hayata ara”dır, şehri, insanları izlemek için en güzel fırsattır, koşturmacaya küçük bir moladır. Vapur nefestir. Vapur, huzurdur.
Her gün aynı saatlerde beraber bir yakadan diğer yakaya geçen tanışık insanları taşıyan, neredeyse herkesin oturduğu yerin belli olduğu, girişte birbirlerine yol vermekten sefer saatini geciktiren insanların kullandığı şehir hatları vapurları artık yok.
Taşıt var elbette, fonksiyonu aynı ama içi başka, insanı başka, insanının alışkanlıkları başka...
Yine de başka bir şehir içi taşıta benzemez vapur.
İçine binen insanı zorla kendine benzetir. “Yavaş olacaksın burada” der. “Sabırlı olacaksın, sessiz olacaksın ve durup düşüneceksin” der.
Der fakat...
İstanbul’un vapurlarında bugün seyahat ettiğinizde, vapurun mizacına adapte olmak mümkün değil artık.

Yazının Devamını Oku

Tatlandırıcı kullananlar, dikkat!

19 Eylül 2014
Tatlandırıcıların insan sağlığına zararlı olup olmadığı yıllardır gündemden düşmeyen bir konu.

Kimileri devletlerin ilaç/kimya piyasası ile el ele verdiğini ve zararların örtbas edildiğini savunuyor, kimisi ise belirli miktarda alınan tatlandırıcıların insan vücuduna bir zararı olmadığı kanısında.
Washington Post, önceki gün tatlandırıcılara dair yapılan yeni bir araştırmaya yer verdi. Makalede, fareler üzerinde yapılan deneylerde, sakarin, sükraloz ve aspartamın obezite ve diyabete yol açan glikoz intoleransına sebep olduğu anlatılıyor.
Bunun yanı sıra yapay tatlandırıcı kullanmayan yedi kişiye, bir hafta boyunca düzenli olarak sakarin verildiğini ve dördünde glikoz intoleransı oluştuğu aktarılmış. Yapay tatlandırıcı kullanan 400 kişi üzerinde yapılan analizlerde ise faydalı bağırsak mikroorganizma sayısının, kullanmayanlara nazaran hayli farklı olduğu saptanmış.
Bu yıl Amerika’da, FDA’nın, altı yeni tür tatlandırıcıya onay verdiği belirtiliyor. En popüler tatlandırıcılar olan sakarin, sükraloz ve aspartam ile birlikte anılacak yeni yapay tatlandırıcıların yolda olduğunu söyleyebiliriz.
Markette çiklet alırken fark etmişsinizdir. İçinde gerçek şeker bulunan çikletleri bulmak artık neredeyse imkansız. Şekersiz “şekerli” çikletler, sıfır kalorili olmakla övünüyor ve siz de vücudunuza şeker almadığınız için faydalı bir iş yaptığınızı düşünüyorsunuz.
Fakat büyük firmaların çiklet gibi ürünlerde gerçek şeker kullanmamalarının altında yatan sebep, “Müşterileri şekerin zararlarından korumak” değil şüphesiz. Tatlandırıcılar, çiklet gibi ürünlerde firmaların kâr elde etmelerini sağlıyor. Sebebi gayet basit: Yapay tatlandırıcılar, şekerden yüzlerce kaz daha tatlı. Yani, bir adet çiklet için kullandığınız şeker miktarı yerine yapay tatlandırıcı kullanırsanız bir değil, yüzlerce çiklet üretebiliyorsunuz.
Bakın “Taş Devri Diyeti” kitabının yazarı Prof. Dr. Ahmet Aydın, bu konuyu kitabında nasıl açıklamış:

Yazının Devamını Oku

Kahrolsun baĞzı klişeler!

18 Eylül 2014
Şu sıralar insanlardan en çok hangi cümleleri duyuyorsunuz? Şöyle bir kulak kabartalım mı?

* “Bu aralar herkeste var. Havalardan, havalardan”: Efendim malumunuz, insanımız herrrr konuda uzman profesör olduğu için, bir konuda bilgi sahibi olmasa bile, o konuyla bağlantılı oluşan bir probleme dair teşhisi rahatlıkla koyabilir ve teşhisinden emindir.
Mesela alerjin var, doktora gittin, ne alerjisi olduğu bulundu, teşhis konuldu, ilaç verildi. Bunu bir başkasına anlatırsın ve yüzde 99.9 şu cümleyi duyarsın: “Bu aralar herkeste var, havalardan, havalardan”. “PROFESÖR olan doktorum bunun havayla ilgili olmadığını
söyledi” dersin, “Aman ağaçlardandır o zaman, bu aralar herkeste var” yanıtını alırsın. Profesörün “Sahip olduğunuz alerjinin havayla veya ağaçla bir ilgisi yok” demesinin hiçbir değeri yoktur.Bir yerlerin ağrır, doktora gidersin, doktor teşhis koyar, ilacını verir, bunu bir başkasına anlatırsın ve cevap: “Bu aralar herkesin ağrıyor. Havalardan, havalardan.” “Doktor bunun havayla bir ilgisi olmadığını söyledi” dersin ama sohbet yine bir şekilde “havalardan, havalardan”a bağlanır.
Gökten meteor düşse veya ne bileyim, uzaya fırlatılacak bir rokette teknik sorun çıksa sebebi belli: “Bu aralar herkeste var, havalardan, havalardan.”
Ben de bu tatlı muhabbeti hiç bozmayayım diyorum. Birisi bana söylediğim herhangi bir meseleyle ilgili “Ay bu aralar herkeste var şekerim. Havalardan, havalardan” deyince, hiç itiraz etmiyorum, bunun devam narası olan “AAYNEN AAAAAAYNEN”imi yapıştırıyorum, böylece sorunlarımızı havaya bağlayarak mutlu bir şekilde yaşamaya devam ediyoruz.
* “Ziyanı yok, en önemli şey sağlık”: Efendim, diyelim ki bir iş söz konusu. Fakat bu işi yapacak insanlardan birisi bir sağlık sorunu yaşamakta. Bu sebepten ötürü o iş gerçekleşemeyecek veya gecikecek.
Önce şu cümle çıkar ağızlardan: “En önemli şey sağlık, canın sağ olsun...”

Yazının Devamını Oku

Kişisel gelişim kitapları hayatınızı değiştiriyor mu sahi?

17 Eylül 2014
Dönem dönem oluyor. Tam da herkesin bunaldığı, sıkıldığı, bir arkadaş sesine, ona “yapabilirsin” diyen birine ihtiyaç duyduğu zaman beliriveriyor o “ışık”.

Kitapçıların kişisel gelişim bölümlerindeki en fiyakalı yere gelip oturuyor.
Sonra çok satanların kalbine, kısa bir süre sonra zirveye.
Nasıl oturmasın... Zira, bitmeyen bir ihtiyacı karşılıyor. Manevi güçsüzlüğün, yoran şehir hayatının, yıpratan ilişkilerin ilacı gibi geliyor.
En yakınlarından duymak istediğin ama bir türlü duyamadığın sözleri fısıldıyor, seni tanıyormuş gibi konuşuyor, yaptığın yanlışları tatlı tatlı yüzüne vuruyor... “Hah” diyorsun, “Beni anlatmış...”
Kişisel gelişim kitaplarının sırrı bu belki, duymak istediklerini, duymak istediğin biçimde söylüyor. Yanlışlarını canını acıtarak değil, sana sakince göstererek anlamanı sağlıyor.
Bir arkadaşından, eşinden dostundan, ailenden bu kadar “yumuşak”, bu kadar “hisli” kelimelerle duyamazsın yaptığın hataları.
En iyi ihtimalle kendini suçlar, sinirlenirsin. Canının acıma riski büyüktür.

Yazının Devamını Oku

Kısa bir ara...

10 Eylül 2014
Efendim, malumunuz, yazarınız haftada beş gün burada sizinle buluşmakta.

Yaz bitiyor fakat henüz tatil yapabilmiş değilim. Bu hafta müsaadenizi rica ediyorum.
Hoş, gidiyorsun da tatil mi yapacaksın diyeceksiniz, bir yere de gittiğim de yok ha.
Denize güneşe koşmak değil maksat, tatil dediğimiz şey esasında “kafa dinlemek”.
Biraz tavana bakmak, aile ile vakit geçirmek, biraz sosyal medya ve gündem-haber okuma perhizi yapmak, kendini spora vermek, şehirde dolaşmak, onu yeniden keşfetmek... Ne bileyim, biraz memlekette hiç derdimiz gibi yokmuş gibi yaşamak...
İşte bu pek mümkün değil, o ayrı ama... Birkaç gün, ne kadar becerebilirsem artık.
Biraz huzur için böyle “tatil” adı altında perhiz, arada hepimize şart, yoksa kafamıza huni takıp gezeceğiz, az kaldı.
Önümüzdeki salı görüşmek üzere!

Yazının Devamını Oku

“Siiiiiz kimsiniiiz?”

6 Eylül 2014
“Siz kimsiniz” diye bağırıyor Seda Sayan.

Programına çıkardığı kadın katilinin yeniden evlenme isteğini kamuoyu ile paylaşmasına aracılık etmesine tepki gösterenlere söylüyor bunu.
Geçmişte babasından çektiği zulmü ve bugüne dek bunu hiç çekinmeden yıllarca anlatmasıyla övünüyor.
Toplumsal konulara, kadınlara olan hassasiyetinden ve vicdanından bahsediyor.
Samimiyetinin ve sahiciliğinin onu “Seda Sayan” yaptığını söylüyor.
“Buraya beni halk getirdi, siz kimsiniz?” diye tekrarlıyor.
Kendini onaylayan ve alkışlayan seyirci karşısında coşuyor, coştukça “Siz kimsiniz?” diye bağırmayı sürdürüyor.
Önce bir konuda anlaşmak lazım.

Yazının Devamını Oku

İnternette haber okumak

4 Eylül 2014
İnternet sitelerinden haber okuyacaksın. Bakıyorsun, diyor ki manşette, “Hangi x’te x oldu?”

Manşet ya, belli ki önemli bir hadise var, tıklıyorsun haliyle.
Öyle hemen haberi okuyacağını sanma. Önce, sen tam okumaya başlamışken önüne fırlayan reklamdan çekeceğin var.
O reklamın köşesindeki mikro boyuttaki x, yani “kapat”a bir kerede basabilir, reklamı kapatmayı becerebilirsen şahane. Ama yok, x’in kenarına gelir de reklama tıklarsan bir de açılan yeni reklam penceresini kapatmak için mesai harcayacaksın.
Eğlence haberinde de, ölüm haberinde de reklam görebilirsin, zira tık avcılığı bunu gerektirir.Neyse, reklamlara takılmadan bir biçimde geçtin diyelim, sonra bir tane “genel görsel” geçmen lazım. Habere simge fotoğraf olarak seçilmiş bir tane görsel. Olay yerinden değil, olaya ait kişi değil, olayla herhangi bir ilgisi bulunmayan genel bir görsel. Hâlâ merakın sürmeli çünkü, gezmeli, takılmalısın o sayfada.
Gözlerin aşağı doğru inerken bir bilgi kırıntısı ararsın. “Hangi x’te ne oldu” diyor yine, merakını aydınlatacak bir cümle bulabilene aşk olsun.
Bir haberi okumak bu kadar zor olmamalı... Haberi tıkladığın andaki “ne olmuş acaba” sakinliğinden “NE OLDU YA, NE OLDU ÖF?!” asabiyetine doğru geçmek üzeresin...
Tam EAAH YETER BE deyip kapatacakken altta mini mini bir cümle ile “Ali topu attı” yazıyor mesela, bu olmuş.

Yazının Devamını Oku