Melike Karakartal

Hayırlı işler, bol kazançlar

17 Nisan 2015
Ortama göre kıvırma” yarışması yapsak, herhalde bizim “sanat camiası” birinci çıkar. Bugün dini ziyaretlerini ağzından düşürmeyen, ahlaktan, dinden başka laf etmeyenler çok uzun zaman değil, on beş-yirmi sene önce dikkat çekmenin yolunu başka yerlerde arıyordu.

-Bugün kul-köle haletiruhiyesinde olanlar bambaşka konularla ilgili haber oluyorlardı.
Cinsel hayatlarına dair beyanlar, boy boy seksi fotoğraflar, “cesur” açıklamalar...
O da olmadı kapalı kapılar ardında neler yaşıyorlar, neler kullanıyorlar, ne içiyorlar, “alemlerde” durumlar neler...
Ancak bunlarla magazin haberi oluyorlardı.
O günün “sivrilme” yöntemi, birkaç sene sonra uhrevi konulardan bahsetmeye döndü. Ne acayip iş. Nereden, nereye.
İnsan değişir elbette. Zamanla gelişebilir, düşünceleri değişebilir, olaylara başka yerlerden bakma imkanı yakalayabilir...
Alışkanlıklarından kurtulabilir. Ona laf yok.

Yazının Devamını Oku

Kitle uyutma aracı olarak sansür

15 Nisan 2015
60’lı yıllarda romantik filmler altın çağını yaşıyordu Türkiye’de. Bugün hâlâ bıkmadan, sevgiyle izlediğimiz filmler hani...

İzlediklerimiz bugüne kadar gelebilmiş olanlar. Gelemeyenler, kaybolan ve arşivlerde yananların sayısını ise kimse bilmiyor.
Belli bir dönem neden sadece “etliye sütlüye dokunmayan aşk filmi” izledi Türkiye?
Sansürle boğuştuğumuz bugünlerde, biraz hafıza tazelemek lazım.
Büyük bir özlem, mutluluk ve sevgiyle izlediğimiz bu güzel romantik filmlerin çıkış noktası hayli hazin.
Şubat ayında İF’te gösterilen “Motör: Türk Sineması ve Kopya Kültürü” isimli belgeselde, dönemin en çok iş yapan yönetmenleri uzun uzun anlatıyordu bu durumu.
Neden yönetmenler sadece aşk filmi çekti bir dönem?
Cevabı tek kelime: Sansür.

Yazının Devamını Oku

İnsanlığın sonunu getirecek iki insan tipi

14 Nisan 2015
“Beni sevin, alkışlayın, övün, çünkü buna çok ihtiyacım var” motivasyonuyla iş yapanlar: Kimisi mutsuz çocukluğunun, horlanmışlıklarının telafisinin peşindedir. Yakınlarından göremedikleri övgüyü, sevgiyi tanımadıkları insanların hayranlıklarında ararlar.

Bu, bireysel olarak masum bir arzu gibi görünse de, hırslı yapıları yüzünden yükseldiklerinde ve topluma seslerini duyurabilecek noktaya geldiklerinde “ben ben ben”cilikleri tehlikeli bir noktaya erişir.
Zira işin kökünde topluma katkıda bulunma, iyi ve nitelikli işler yapma, kendine uygun meslek bulma değil, pışpışlanma arzusu vardır.
Eğer yaptıkları iş onlara bir biçimde “pışpış” getiriyorsa, içi boş da olsa övgü almalarına, geniş kitlelerce tanınmalarına ve az-çok para kazanmalarına sebep oluyorsa, niteliği önemli olmaz.
Onları, ülkenin ortasında atom bombası patlasa bile “İşte ev halimm”, “İşte bugünkü ruj rengim” notu düştükleri fotoğraflarıyla, bol dudak büzmeli selfie’lerinden tanıyabilirsiniz.
Atom bombası düştüğü anda dahi takipçilerinin “Bugün çok güzelsin /yakışıklısın”, “Sana hayranım” demelerine ihtiyaç duyarlar.
Dünyanın sonu gelse bile övgü duyma ihtiyacı, tüm ihtiyaçlarının, hatta hayatta kalma güdüsünün bile ötesindedir.
İnsanlığa bir gram faydası olmayan fakat ünlü/popüler olmalarını sağlayan işlerini takip eden ve tam olarak neye hayranlık beslediklerini bilmeyen/sorgulamayan kitlenin “Size hayranım”larını duydukça...

Yazının Devamını Oku

Bir işkence aleti olarak telefon

11 Nisan 2015
Telefon, artık hayatı kolaylaştırıcı bir cihaz değil. Dünyadan haberimiz olsun diye kullandığımız bilgisayarlar, iletişim için icat edilmiş cep telefonları “En ufacık delikten sızayım, malımı satayım”cılar yüzünden bir işkence aleti haline geldi.

Alexander Graham Bell, herhalde bugünleri hayal etmiş olsa telefonu icat etmekten vazgeçerdi.
Telefon, yakınımızda olmayanlarla iletişim kurmamıza yarayan cihaz, bugün neye dönüştü bakalım:
Günün 8 saati telefonla konuşan biri değilim. Teknoloji sağ olsun, mail ve sosyal medya ile pek çok işimizi insanlarla buluşmadan, hatta konuşmadan halledebiliyoruz.
Günde gerekli 5 arama yapıyorsam, 10 defa mal pazarlayanlarla veya “bilgi amaçlı arandınız”cılar tarafında rahatsız ediliyorum.
SMS kutusu Alanya otellerinin promosyonlarıyla doldu, taştı. Numara bloklamaktan ciğerim söndü, parmaklarım uyuştu.
Reklam aramaları yapan robot aramalar yüzünden hayattan yıldım. Bezdim. İşimi yapamaz hale geldim.
Hayır, abartmıyorum. Yaptığım iş illa bir arama ile veya bir SMS ile bölünüyor. Çalışamıyorum.

Yazının Devamını Oku

Nezaketin reytingi düşük

9 Nisan 2015
Başınıza gelen kötü olayları, size kaba ve nezaketsiz davranılan zamanları, olumsuz duyguları aradan vakit geçse bile net bir biçimde hatırlarsınız.

Böyledir beynimiz, “kötülük” saklar.
Onları saklarken ve hissettirdiği olumsuz duyguları canlı tutarken, size iyi davrananları, kibar insanları, size yapılan iyilikleri daha az hatırlarsınız.
Sadece belirli insanlara mahsus bir özellik değil bu, hepimiz öyleyiz.
İnsan beyni böyle çalışıyor, kötü hislere, kötülüğe iyilikten daha fazla tepki veriyor.
İşte tam da bu yüzden iyilik, nezaket, pozitif düşünce, yardımseverlik gibi konular hayatın “iç kıyıcı” tarafındadır birçoğu için.
Kibarlık vakit kaybıdır, üslup gereksiz bir ayrıntıdır, reytingi düşüktür.
Televizyonda olduğu gibi hayatın kendisinde de öyledir.

Yazının Devamını Oku

İnternet yasakları

8 Nisan 2015
Bu devirde “internet sitesi yasaklamak” 6 şeritli bir otoyolun bir şeridine bariyer koymaya benziyor. 5 şerit açık, o açık şeritlerden araçlar vızır vızır giderken işin teknik kısmı hakkında biraz daha az bilgi sahibi olanlar bariyerle trafiği tıkanmış şeritte hapis kalıyor.

Bu devirde problem çözümü yasakla olmaz. Geçmişte de olmamış, şimdi de olmaz. Her türlü bilginin kaydedildiği teknoloji çağında yasaklar “kara leke” olarak yazılıyor hanemize. Şu bir gerçek: Medyanın hassas konularla ilgili duyarlı davranması önemli. Bir haber verirken teyit mekanizmasının doğru çalışması, etik ilkeleri ihlal etmemesi bir gereklilik.
Buna riayet edilmediğinde ortaya doğal olarak problem çıkıyor.
Fakat ne yazık ki burada da “Burası Türkiye” kuralları devreye giriyor. “Fırsatını buldun mu, bir aralık kapı gördün mü, en ilgisiz suçlamaları yönelt” motivasyonu ile hareket ediliyor.
Bugüne kadar sadece işini yapmış başarılı insanlara en ilgisiz suçlamalar yöneltildi. Ülkesini seven, ülkesi için çalışan, çalışkan ve başarılı insanların hayatı karartıldı. Omuzlarını çökertecek kadar iftira altında kaldılar. Onları, oldukları insanın tam aksiymiş gibi gösteren yalancıların palavraları altında ezildiler.

****

Yazının Devamını Oku

Bill Clinton’ın Mad Men’de ne işi var?

7 Nisan 2015
Cumartesi günü Mad Men dizisinin yaratıcısı ile yapılan uluslararası telekonferans görüşmesini aktardım sizlere.

Fakat öyle bir konu var ki, bunu ayrıca anlatmanın yerinde olacağını düşündüm: Don Draper’ın çocukluğu.
Dizinin meraklıları iyi bilir, Don Draper’ın zorluklar içinde geçen çocukluğu, yetişkinlik döneminde yaşadığı sorunların kaynağı olarak aktarılır dizide... Draper, kendini psikolojik olarak güç durumda hissettiği zamanlarda, çocukluğuna dair hayaller görür, tatsız çocukluk anılarını hatırlar.
Küçük Don Draper’ın, daha doğrusu Dick Whitman’ın karmaşık ruhunu keşfeder böylece izleyici. Karakteri daha iyi tanır ve travmalarının, bugünkü sorunlarının, hatta işindeki başarısının, hırsının kaynağını öğrenir.
Matthew Weiner’a, tutarsız, travmalı, kimlik bunalımlı bir çocuklukla, yetişkinlikte elde edilen başarı arasındaki bağla ilgili araştırma yapıp yapmadığı soruldu. Draper karakterini yazarken, bu tür çocukluk geçirmiş, ancak yetişkinlik zamanlarında hırslı ve başarılı konuma erişmiş insanlarla görüşüp görüşmediği de gelen sorulardan biriydi.
Meğer Don Draper, Bill Clinton’ın hayat hikayesinden yükselen bir karaktermiş. Bakın Weiner neler anlattı...

¡¡¡

Yazının Devamını Oku

Kıyameti bekleyenler

2 Nisan 2015
Elektrik yok. Telefon operatörlerinin internet hizmeti birkaç saat sonra çökmüş... Hatta bırakın interneti, arama bile yapamıyorsunuz kimi yerlerde.

Şehirde trafik ışıkları da çalışmıyor. Kavşaklarda ne yapacağını asla öğrenme ihtiyacı duymayan yurdum sürücüsü, “önce ben geçicem” diye tutturmuş, önce o geçmiş ama denizci düğümü gibi kilitlemiş trafiği.
Herkes kornaya basıyor, kornaya basınca açılacak ya...
Garip bir sessizlik var çevrede. “Afet sonrası sessizliği” gibi. Haber almak istiyorsun, ne elektrik var, ne internet, elindeki gazetenin dünden kalan “şok haber”iyle idare etmek durumundasın.Ne oluyor? Neden elektrik kesildi?
Sebebini öğrenmene olanak yok, zira 200 yıl geridesin elektrik yokken. Elektrik gelmezse, belki yarına öğrenirsin... O da “şehre inebilmiş” konu-komşudan.
Akşam oluyor. Tüm gün elektrik gelmemiş, internet de yok, ancak telefonunla -o da zar zor- arama yapabiliyorsun.
Pilli bir radyo olduğunu hatırlıyorum evde, onu açayım bari, el yordamıyla doğru kanalları bulabilirsem haber dinlerim diyorum, fakat haber alabileceğim kanallar “tekel yayın” yapıyor, malum.
Sadece bir kişinin konuşmasını duyuyorum, yakalayabildiğim haber kanallarından yayılan... Şaşırmıyorum.

Yazının Devamını Oku