Melike Karakartal

Neden boşanıyorlar

22 Ağustos 2015
Gün geçmiyor ki bir ünlü çiftin daha boşanma haberini almayalım muhterem Habitus okuru. Ünlüye de gerek yok, şöyle bir sokağa çıkın, elinizi sallasanız boşanma kararı alan bir çifte rastlarsınız.

Hâl böyle olunca insan “Neden bu işler böyle sonuçlanıyor?” diye merak ediyor. Bu konuda büyüklerimizin görüşü çok açık: “Artık kadınlar ve erkekler eskisi gibi değil.”
Ben bu konuya pek katılamıyorum, etrafındaki seçenek denizi sebebiyle gözleri fıldır fıldır dönmeyen, tek arzusu çok sevdiği bir kadınla karşılaşıp onunla yuva kurmak olan, dürüst ve köşeleri belli erkekler var. Sayıları pek fazla olmayabilir ancak henüz nesillerinin tükendiğini söyleyemeyiz.
Peki kadınlar eskisi gibi mi? Kimisi öyle, kimisi değil. Gene bir genelleme yapmak imkansız.
Kendi ayaklarının üzerinde duran kadınların sayısının arttığı bir gerçek. Fakat öte yandan da kendinden 800 yaş büyük, kaba etleri gevşemiş sevgilisiyle “Hugh Hefner ve Playboy kızları”cılık oynayan hanım kızlarımız da varlıklarını sürdürüyorlar.
Annelerimiz zamanında da varlardı, bugünkü yeni nesil kızlar arasında da var böyleleri. Herhalde dünyanın sonuna kadar bu tip kolaycı kızların hikayeleriyle karşı karşıya geleceğiz...
Şimdilik bu hanım kızlarımızı yukarıdaki paragrafta bırakalım, gelelim “Neden herkes boşanıyor?” meselesine.
Bandı geri sardığımız zaman, boşanan çiftlerin birbirlerini pek tanımadan evlilik kararı aldığını görüyoruz. Gerçi o “tanıma” dediğimiz hadise de zor. Fakat elzem.

Yazının Devamını Oku

Sistem değişti çünkü ben öyle istedim

18 Ağustos 2015
Şimdi memlekette vaziyet belli değil ya... Hani “ister kabul edilsin, ister edilmesin” yönetim şekli değişmiş, bunun hukuki çerçevesini çizmek gerekiyormuş ya...

Bunun adına normal koşullarda “kural kanun tanımazcılık ile hayat sürdürmek” deniyor, halk arasında bunu kendi hayatında yapan bir vatandaş bulsak, tanım olarak dengi ancak bu olabilirdi.
Şimdi bir ülkenin başındaki kişi, kendi kafasına göre yönetim şeklini değiştiriyorsa, sokakta dolaşan adam da “O halde ben de kendi yarattığım doğrular ve kurallar doğrultusunda yaşayayım, kanunları tanımıyorum, bana ne?” diyebilir ve buna hakkı olduğunu düşünür.
Mesela bankada sıraya girmez “Önce benim işimi göreceksin, sıra sistemi fiilen değişmiştir, çünkü ben öyle istiyorum” diyebilir ve bunu yapabilir.
Bir okul müdürü “Artık bu okulda matematik dersleri işlenmeyecektir, çünkü müfredat fiili olarak değişmiştir, çünkü ben öyle uygun gördüm” diyebilir ve bunu yapabilir...
Bir otobüs şoförü “Bu otobüste güvenli sürüş kuralları fiili olarak değişmiştir, bundan sonra slalom yaparak ilerleyeceğiz, çünkü ben öyle istedim” diyebilir ve bunu uygulayabilir.
Kimse de bir söz söyleyemez, çünkü en büyük rol model aynı bu biçimde kanun tanımamaktadır, diğerlerinin tanımasına da gerek kalmamıştır.
Fiili olarak “orman kanunları” ile hayatta kalmaya çalıştığımız bu güzel günlerde hepimize bol şans dilemekten başka bir şey gelmiyor elden.

Kınalı Yapıncak modası

Yazının Devamını Oku

Karatay meselesine dair...

18 Ağustos 2015
Cumartesi dedim ki, “Karatay’ın ekmekle ilgili söyledikleri doğru.”

Ve ekledim, ekmek yemeyelim tamam, fakat diğer “zararlı”lardan nasıl kaçacağız?
Onlardan da kaçmak gerekiyor, sadece ekmekten kaçarak sağlıklı olamıyoruz.
Glikoz şurubundan, gıda değeri olmayan, pazarlama mucizesi paket ürünlerden de kaçmak gerekiyor.
Fakat ne yazık ki, herkesin ulaşabileceği markette satılan ürünlerin çoğu, adına “besin” demenin imkansız olduğu, kimyasal maddelerle doldurulmuş, gıda değeri düşük yiyecekler.
Doğal değiller. Doğal olana herkes ulaşamıyor. Ekmek kadar, doğal olmayan diğer yiyeceklerden kaçmak gerektiğinin de altını çizmek gerekir.
Ve sonra dedim ki, “Mümkün olduğu kadar doğal beslenmek ve her şeyi kararında yemek lazım.”
Burada bahsettiğim “kararında”, yeterince karbonhidrat, yeterince protein, yeterince iyi yağ ve diğer fitokimyasalları DOĞAL kaynaklardan kararında almak idi.

Yazının Devamını Oku

Ekmekten kaçmak yeter mi?

15 Ağustos 2015
İki hafta önce yolum Bağdat Caddesi’ndeki Florence Nightingale Hastanesi’ne düştü.

Bekleme salonunda vakit geçirirken hastaneyi arayanlarla çalışanlar arasında geçen telefon konuşmasını aynen aktarayım:

“Yalnız muayene ücreti 800 TL. Ancak nisan ayına randevu verebiliyoruz. Özel sigorta geçmiyor.” Bahsi geçen doktor Canan Karatay.

O “karalama kampanyası”ndan bahsediyor ama... Muayene ücreti 800 TL (Tekrarlıyorum, SEKİZ YÜZ TÜRK LİRASI) olan, ÜSTELİK, herhangi bir sigorta kurum ödemesi kabul etmeyen ve bundan ancak DOKUZ ay sonrasına randevu verebilen bir doktor olarak, karalama kampanyası pek de başarılı olmuşa benzemiyor. (Ayrıca, bu durumun “mütevazılık” ölçülerine pek uymadığını da kabul etmek gerek.)

Gelelim Ayşe Arman’a anlattıklarına... “Ekmek yemeyin” diyor Karatay, doğru. Genetiği oynanmış buğdaydan yapılan ekmeği, üzerine früktoz şurubu sürülmüş simidi, “toksik bir madde” olarak düşünmek, mümkün olduğu kadar kaçınmak gerekiyor, bunların hepsi doğru.

Yazının Devamını Oku

“Turizm ağlıyor.” Ya ne olacaktı?

13 Ağustos 2015

“Turizm ağlıyor.” Ya ne olacaktı?

‘Yazlık belde’ deyince aklınıza ne gelir? Eskiden olsa “Bir plaj, bir bakkal, bir kahve, küçük esnaf dükkanları, çevrede tarihi mekanlar, nefes kesen doğa” olarak özetleyebilirdik.
Şimdi ise herhangi bir yazlık beldenin merkezini düşündüğümüzde şehir fark etmeksizin aynı sokağın görüntüsü var.
Nasıl bir sokak o? Öncelikle rengarenk adi tişörtler satan bir dükkan... Sattığı tişörtlerin hepsinde ünlü bir markanın logosu var. Veya yakalarını kaldırınca altından büyük puntolarla yazılmış “Zıkkımın peki” pespayeliğinde markanın adı görünüyor. Elbette tamamı taklit.
Taklit seli devam ediyor: Yan dükkanda, yine görme duyumuzu iflas ettirecek kadar büyük bir zevksizlik ve renk cümbüşü içinde plastik deryasına dalıyoruz. Bu defa taklit mallar, kulaklıklar. Son moda renkli kulaklıkların, binlerce liralık çantaların en adi taklitlerini bulmak için Bodrum, Marmaris, Alanya veya Antalya, herhangi birinde şöyle kısa bir “merkez” turu yapmak yeterli.
Sonra yemekçiler geliyor. Sosislinin sabahtan akşama kadar kaynadığı suyun buharı-adi kaşar peyniri-ağır etin o burun direği sızlatan, insanda öğürme hissi oluşturan benzersiz koku karışımı çökmüştür kaldırımlara.
Yol boyunca taklit mal satan dükkanlar ve sıcaktan içi bayılmış adi yiyeceklerin baygın kokusu, Türkiye’deki herhangi bir yazlık beldenin ortalama atmosferini oluşturur.

Yazının Devamını Oku

Kazanda kaynayan kurbağa misali...

12 Ağustos 2015
Bizim için tatil demek artık dinlenmekten başka bir ihtiyaca karşılık geliyor.

Aklını yitirmemek, paranoyak düşüncelere kapılmamak, sevdiklerin için endişelenme seviyesini biraz “sıradan dertlerin olduğu bir ülkede yaşıyormuş gibi” düzeyine çekmek...
Şehir içinde yaşarken, her gün kötü bir habere uyanırken bu elbette çok zor.
İnsanoğlu, belirsizlikle zor başa çıkıyor.
Bir de üstüne can güvenliği riski, geleceğin bulanıklığı, kuruyan toplumsal yaşam gibi konular gelince, kolaylıkla delirme noktasına gelebiliyoruz.
Geçen hafta bu hislerle çıktım tatile.
Tek arzum vardı: Çocukluğuma geri dönmek. Çocukluk derken, ruh hali elbette...
O dertsizliği, o basit sevinçleri tekrar yaşamak.

Yazının Devamını Oku

Kim sempatik, kim değil?

11 Ağustos 2015
Gece hayatına aşina olanlar şu görüntüyü iyi bilirler: Çoğunluğu genç ve güzel kızlardan oluşan ve başını bir/birkaç ünlünün çektiği ünlü grubu ortama giriş yapar önce. Masalarına gidene kadar yol üzerindeki insanlar sağa sola savrulur, sonra komşu masalar, kendi alanlarına teklifsizce girildiği için, hem kendilerini, hem de masalarını “ünlü masası”ndan uzaklaştırmak durumunda kalır.

Herkesin tadı kaçar, teşrif esnasında esen o “ünlü geliyor yolu açın” rüzgârıyla kenarlara savrulan, saçı başı dağılan ünsüz kitle annncak onlar masalarına yerleştiklerinde, içkilerini sipariş ettiklerinde ve yanlarındaki mini etekli genç kızlar kımıl kımıl kıvranmaya başladığında kendine gelebilir.
İşte geçen günlerde bir gece, Bodrum’daki Kule Rock Bar’da tam olarak böyle oldu.
Eser Yenenler ve Oğuzhan Koç, sabaha karşı Kule’ye büyük bir arkadaş grubu ile teşrif ettiler. Bir vakitler izleyenlerinden büyük takdir toplamalarını sağlayan mütevazı hallerinden eser kalmamış, bunu görmek hayli üzücü idi.
“Gece kulübüne teşrif eden ünlü grubu” fırtınası estiriyorlar artık, kendilerinden önceki nesle mensup ağabeylerini aratmıyorlar.
Zannederim kimileri için, belirli bir şöhret ve para eşiği geçilince otomatik olarak gerçekleşiyor bu hadise.
Eser Yenenler, Oğuzhan Koç ve eşrafının yanında yine tanıdık bir isim vardı, İzzet Öz. Bu, onu ilk görüşüm değil. Ona hep kendisinden hayli genç erkek ve kadınlarla eğlenirken rastlıyorum. Belki de genç kalmasının ve genç görünmesinin sırrı budur, kim bilir?
Şöhret denizinde fazla açılanlar, belirli bir zaman sonra sempati konusunda ne yazık ki sınıfta kalıyorlar. Eski hallerini özletiyorlar. Esenler ve Koç için aksinin olmasını isterdim. Fakat artık sempati notları hayli kırık.

Yazının Devamını Oku

Meclisten sokağa

1 Ağustos 2015
Bülent Arınç, periyodik olarak ortaya döktüğü ataerkil zihin yapısını önceki gün, sözlerine karşı çıkan Nursel Aydoğan’a “Bir kadın olarak sus” diyerek yeniden gündeme oturttu.

Hani bazen “bir kadın olarak” taksiye binersiniz, taksici canınızı tehlikeye atar, uyardığınızda sizi azarlar, bazen azarlamak yetmez ve sizi taksiden atar ve bunu yanınızda bir erkek varken yapamaz ya... Böyleleri bir kez daha güç aldı Bülent Arınç’tan. “Bir kadın olarak” Türkiye’de başınıza bir iş gelmeden yaşamak zor, devletin yapısına bile sirayet etmiş bu kafa yapısı başka erkeklere örnek olmayı sürdürürken daha da zorlaşıyor.
Olan, konuşulan sadece mecliste kalmıyor. “Bir kadın olarak sus” ve benzeri söylemler, kadını eşya gibi gören, ikinci sınıf algılayan kitle için şiddeti haklı çıkarıyor, adeta bir onay mekanizması ödevi görüyor.
“Devlet adamı bile böyle konuşuyorsa demek ben doğru yapıyorum” diyor karısını çok konuştuğu için döven adam.
Yanında erkek olmayan her kadını taciz edebilen adam, taciz etme cesaretini kadının susacağını/susturulacağı düşüncesinden alıyor. Taksici adam, kadın nasılsa susacağı için serseri gibi araç kullanıyor. Kadın susmadığında ise, hakkı ya, taksisinden atıyor.
Ülkenin dertlerini çözmek için kurulmuş, vatandaşı temsil etmek için, yine vatandaşlar tarafından seçilen milletvekillerin bulunduğu mecliste olanlar, doğrudan sokağa sirayet ediyor.
“Vekillerin ağzından çıkanları kulağı duymalı” diyeceğim ancak bir adam kadını erkekten farklı ve aşağıda görüyorsa, sadece anne olduğu zaman, iş gücüne dahil olmadığında, evinde oturup çocuk baktığında ahlaklı ve değerli bulabiliyorsa, bu diline de yansıyor.
Kadın meselesi bir yanda dursun. Nefret, sadece kadınlara yönelik değil. Bugüne kadar avaz avaz bağıran siyasetçiler, “biz-onlar” ayrımı yapanlar, meydanlara çıkıp sırf işine öyle geldiği için “Sizin gibi olmayan, sizin inandığınıza inanmayan, sizin gibi görünmeyen yanlış yoldadır, dolayısıyla her türlü kötülük revadır” mesajını verenler yüzünden bugün insanlar birbirinden bildiğiniz tiksiniyor.

Yazının Devamını Oku