Paylaş
Bekleme salonunda vakit geçirirken hastaneyi arayanlarla çalışanlar arasında geçen telefon konuşmasını aynen aktarayım:
“Yalnız muayene ücreti 800 TL. Ancak nisan ayına randevu verebiliyoruz. Özel sigorta geçmiyor.” Bahsi geçen doktor Canan Karatay.
O “karalama kampanyası”ndan bahsediyor ama... Muayene ücreti 800 TL (Tekrarlıyorum, SEKİZ YÜZ TÜRK LİRASI) olan, ÜSTELİK, herhangi bir sigorta kurum ödemesi kabul etmeyen ve bundan ancak DOKUZ ay sonrasına randevu verebilen bir doktor olarak, karalama kampanyası pek de başarılı olmuşa benzemiyor. (Ayrıca, bu durumun “mütevazılık” ölçülerine pek uymadığını da kabul etmek gerek.)
Gelelim Ayşe Arman’a anlattıklarına... “Ekmek yemeyin” diyor Karatay, doğru. Genetiği oynanmış buğdaydan yapılan ekmeği, üzerine früktoz şurubu sürülmüş simidi, “toksik bir madde” olarak düşünmek, mümkün olduğu kadar kaçınmak gerekiyor, bunların hepsi doğru.
Doğru ama diğer gıdaların da hiçbiri masum değil ki...
Hadi ekmeği yemedik diyelim, diğer besinleri ne yapacağız? Mesela markette neye elinizi atsanız içinde bulunan GDO’lu mısır nişastasından elde edilme glikoz şurubundan nasıl kaçacağız? Tarım ilaçlarından, genetiği değiştirilmiş sebze, meyve ve bakliyattan, eklenen hormonlardan... Nasıl kaçacağız?
Plajda anneler çocuklarının peşinden bir paket krakerle koşturuyor. Biz “şeker pancarından elde edilen şeker” çocuklarıydık, şimdi ise “glikoz şurubu çocukları” yetişiyor.
Doğal sebze ve meyveler içinde bulunan şeker haricinde, şekerin her türlüsü zehir, glikoz şurubu da istisna değil. Bir vakitler nasıl sigaranın zararı kabul görmüyorsa, bugün de glikoz şurubunun insan sağlığı üzerindeki etkilerini henüz hak ettiği ölçüde konuşamıyoruz.
Bunun için takvim yapraklarının on yıllar boyuna düşmesini, lobicilik faaliyetlerinin odaklarını kaydırmalarını bekleyeceğiz herhalde...
O vakte kadar glikoz şurubundan kaçmak imkansız, zira çikolata, şekerleme, bisküvi, meyve suyu, hepsinde glikoz şurubu var, bunu görmek için markete kısa bir ziyaret yeterli.
Glikoz şurubu ve adına “gıda” denemeyecek ne varsa onunla beslenen ve ellerindeki cihazlar sayesinde önceki nesillere göre fazlasıyla hareketsizleşen yeni çocuklarda obezite, doğal bir sonuç.
Anahtar kelime: Kararında
Hadi ekmekten kaçtık diyelim. Ağzımıza sokmadık, Karatay’ın önerilerini doğru kabul ettik, günde kırk zeytin yiyerek “hastanenin yolunu unuttuk”, günde 10 yumurtanın bir kısmını ağız yoluyla aldık, içimiz bulandığı için gerisini kulak ve burun deliklerimizden içeri ittirdik, tereyağı kaşıkladık...
Yine de dünyanın en süpersonik sağlıklı insanı olamıyoruz. Neden?
Eğer hayatınızı doğal gıda bulmaya vakfetmediyseniz, genetiği değiştirilmiş sebze ve meyvelerle besleniyor, her ne kadar bu tuhaf gıdaları iyi yıkasanız da düzenli olarak onlarla beraber hormon ve tarım ilacı sokuyorsunuz bünyeye.
Türkiye tarlalarından gelen ürünleri bulmak isteseniz, onun için de çaba harcamanız gerekiyor.
Sarımsak Çin’den, marul İspanya’dan, paket pirinç Amerika’dan. İnanmıyorsanız marketten aldığınız ürünlerin üzerini bir dikkatlice okuyuverin.
Sonra diyet ürünler... Bir zamanlar diyet ürün deyince aklımıza “yağsız” olanlar gelirdi. Şimdi ise “şekersiz veya şeker türevsiz” olarak algılamak gerekiyor.
Fakat bu mümkün değil. Neden? Şundan:
Bir ürünün yağını aldığınızda, tadının da büyük bir kısmını götürürsünüz.
Peki leziz diyet ürünlerin tadı nereden geliyor dersiniz? Eklenen şeker veya glikoz şurubundan veya diğer tatlandırıcılardan.
Yani “diyet” dediğiniz ürünler de lezzetini ya lezzet artırıcı sentetik maddelerden ya da sentetik şeker ve türevlerinden alıyor.
Ekmekten kaç... Hormonlu sebzeden kaç... Serbest dolaşan tavuk yumurtası ara... Organik tavuk, halis tereyağı, günlük köy sütü bulmak için uğraş dur... Paketli ürün alma...
Kabul etmek gerekir ki, kimsenin bunlar için yeterli zamanı ve parası yok.
Zannederim en doğrusu mümkün olduğu kadar kimyasal içeren ürünlerden, glikoz şurubundan, tatlandırıcılardan kaçarak her besin grubundan vücudumuzun ihtiyacı kadar almak suretiyle dengeli beslenmek.
Anahtar kelimeler “Onu yeme, yasak!” olmamalı, çünkü hiçbir besinin safını bulmak mümkün değil. Yol göstericilerimiz, “mümkün olduğu kadar doğal” ve “kararında” olmalı.
Paylaş