Melike Karakartal

Magazin ekinde yazmak

8 Eylül 2015
Dün Cengiz Semercioğlu, çok doğru söyledi. Türkiye gibi bir ülkede bir magazin ekinde yazmak, zor bir iş.

Üstelik gazete ekleri, bir önceki günün öğlen-akşamüzeri saatlerinde basılır.
Hem ülkenin koşulları, hem de bir gün sonrasının gazetesini yapma hali, “Bir sonraki günün yazı konusunu doğru isabet ettirebilme” becerisi gerektiriyor ve bu, her şeyin birbirine karıştığı, konular arasında sınırları çizmenin zor olduğu, her gün farklı bir ilçeden feryatların yükseldiği bir ülkede hayli zor iş.
Haberin, bilginin hızla yayıldığı internet çağında, bir sonraki gün için yazı yazmak, ip üzerinde yürümek gibi.
Gündemin, kitlesel ölümlerle çalkalanmadığı ülkelerde bir magazin ekinde siyasetin günlük hayata doğrudan etkisini görmezsiniz.
Fakat bizde öyle değil. Siyasilerin çıkar hesaplarıyla dalgalanan bir günlük hayatımız, düşünce dünyamız var.
Bu, bizde hayatın ta kendisi.
“Hayat devam etmeli” diyoruz.

Yazının Devamını Oku

Okusaydınız bilirdiniz

7 Eylül 2015
Okumanın en güzel yanı nedir biliyor musunuz?

Tarih boyunca dünyanın çeşitli yerlerindeki insanlar, toplumlar ne yapmış, nasıl davranmışlar, bunları öğrenmek...
Halkın iyiliği için mücadele edenler bir yanda, kişisel çıkarları için çalışanlar bir yana...
Nasıl sonuçlar elde etmişler?
Ne sonuçlarla karşılaşmışlar?
Bunları okumak...
Çıkar uğruna olmayacak yalanlar söyleyen ve kendi insanını ateşe atanlar ülkeleriyle birlikte kendilerini de nasıl karanlığa sürüklemişler, bunları görmek...
Tarih boyunca farklı çağlarda var olmuş devletlere, birbirinden apayrı karakterdeki toplumlara bakınca, anlıyorsunuz ki...

Yazının Devamını Oku

O fotoğraf tarihin akışını değiştirdi

4 Eylül 2015
Bir değişim yaşanırken, buna adapte olmak zor.

Yaşadığımız çağın insanı en çok zorlayan durumlarından biri, insanoğlu denen vahşi yaratığın sebep olduğu felaketlerin boyutlarına tanıklık etmek.
İnsanlar, toplu yaşamaya, üretmeye, ticarete başladıkları günden beri ilerledi, aynı zamanda kendi sonlarını hazırlayacak felaketlerin de mimarı haline geldiler. Konu para kazanmak olunca, köle ticaretinden insan kaçakçılığına, ticaretin en aşağılık hallerini gördü dünya. Yıllar, yüzyıllar geçiyor, konular değişiyor ancak insanı ticaret malzemesi yapan çürümüşlük değişmiyor.
Çıkar çatışmaları sonucu oluşan vahşet artıyor, azalıyor ama hiç yok olmuyor. Tarih boyunca sürekli şekil değiştiriyor ve yeni suretlerle karşımıza çıkıyor.
Geçmişte ne olduysa, bugün kendini çağa uydurarak devam ediyor.
400 yıl önce Afrika’dan insanları gemilere doldurup, insani koşullardan uzak bir vaziyette, eşya gibi taşıyan koloniciler vardı, şimdi ise onların mirasçıları çoluk çocuk savaştan kaçanların binlerce euro parasını alıp, onları küçücük teknelerle sözde “umuda” taşıyor. 20 liraya sahte can yeleği satıyor.
Kölelik de devam ediyor, insan tüccarlığı da devam ediyor, insan kaçakçılığı da devam ediyor, sadece başka biçim ve yöntemlerle.
Fark şu: 200 yıl önce büyük bir zulümden, büyük bir dramdan herkesin haberi olmazdı. Bugün ise iletişim çağında, kısalan mesafelerle, iletişim kanallarının sağladığı bilgiye erişim kolaylığı sayesinde, insan elinden çıkma vahşete olduğu an tanıklık ediyoruz.

Yazının Devamını Oku

Adam seçemeyen kadınlar

2 Eylül 2015
Bazı kadınlar için “Adam seçmeyi bilmiyor” derler.

Kadınların başına gelen kötü olayları değerlendirirken illa kadın suçlanır, malum.
Başına gelen tacizi anlatan her kadın “ilgi delisi” olmakla muhakkak suçlanır.
Veya şiddet gören bir kadınla ilgili “Tahrik etmiştir, kaşınmıştır” diyen illa çıkar.
Burada Nasreddin Hoca gibi “Eh, peki hırsızın hiç mi suçu yok?” demek gerekiyor galiba.
Yaşadığımız kültür içinde bazen küçük, minik yanılgılara kapılabiliyoruz.
Mesela bazen kendimizi bir “medeniyet fanusu” içinde zannedebiliyoruz.
O sözde fanusun içinde kalanlarda şiddetin, ilkel dürtülerin eseri yok zannediyoruz.

Yazının Devamını Oku

Endişelenmeyin, güneş her gün doğuyor

31 Ağustos 2015
Hayatla mücadele zor. Bir yandan gelecek endişesi taşırken, öte yandan günlük hayatımızı adeta bir Baltık ülkesi medeniyet seviyesinde yaşıyormuşçasına sürdürmek, “Tamam bak, normal her şey” demek zorundayız.

Her şey normal olduğundan değil elbette, akıl sağlığını korumak, hayatın ne olursa olsun devam ettiğini kendimize hatırlatmak için.
Öte yandan yaşadığımız çevrenin, ülkenin vatandaşını mecbur ettiği sürekli belirsizlik hali ve kesintisiz bir “kötülük, cehalet, çıkarcılık” girdabı içindeyiz.
Bu girdap herkesi fiziksel anlamda çekemiyor, ancak his olarak neredeyse herkesi içine kattığını söylemek mümkün.
Etrafınızda ne olursa olsun “Bunlar da geçer” diyen, geleceğe dair umut taşıyan kaç kişi kaldı?
Vaziyet böyle olunca, gelecek de bulanık görünüyor.
Çevresel koşullar bir yana, bir de kişinin kendine bakışı var elbette. İnsanın kendine bakışı, hayatta ilerlediği çizgiyi, yapabileceklerini veya yapamayacaklarını tayin ediyor.
Eğer kişinin kendine bakışı da zayıfsa, kendini kıymetsiz hissediyor ve hayatı yaşamak için bir mana bulamıyorsa, tüm bu faktörler birleşiyor ve sonuç: Hoş geldin bunalım.

Yazının Devamını Oku

“Atar” çağı

28 Ağustos 2015
Hayatın merkezinde iletişim var.

Toplu halde yaşayan insanlar için bir zorunluluk. Toplu halde yaşamaktan kaçamadığımız, bir izole adada tek başımıza yaşamadığımız için iletişim, mutlu yaşamak için zorunluluk.
İletişim toplum yaşantısının temeli. O olmazsa, o aksarsa diğer konular da aksıyor. Hayatın tam ortasında duruyor yani.
Aklınıza hayatınızda “tıkanan” konular getirin.
Hepsinin altından iletişim kuramamanın, kurmayı reddetmenin veya bilinçli olarak birilerinin iletişim kanallarını tıkadığı-yolunu değiştirdiği durumlar çıkacak.
İletişimi arzu ettikleri şekilde tasarlayanları, kendi gibi olmayanlarla iletişim kurmayı reddedenleri göre göre dönüşür toplum.
Birbiriyle “atar” temelli iletişim kurabilen insanları izleye izleye dönüşür toplum.
Daha fenası ne olur biliyor musunuz? Biliyorsunuz.

Yazının Devamını Oku

Artvin’deki sel ve Paskalya Adası

26 Ağustos 2015
Eski zamanların birinde, Pasifik Okyanusu’nda uzak bir ada varmış.

Bu ada, yaşanabilen en yakın yerden yüzlerce kilometre uzak, eski çağlarda herhangi bir insanın ayak basmış olması ihtimalinin düşük olduğu bir adaymış...
Günlerden bir gün, kaşifler bu adaya rastlamışlar.
Kuru, çorak bu adada, 600’den fazla dev insan heykelleriyle karşılaşmış ve en yakın karadan binlerce kilometre uzaklarda yer alan bu adada bir zamanlar birilerinin yaşamış olduğunu anlamışlar...
Fakat buraya nasıl gelmişler? Bu heykelleri nasıl yapmışlar? Ve sonra nereye kaybolmuşlar?
Masal değil, Paskalya Adası burası...
Bugün Şili topraklarına dahil olan bu küçük ada, Pasifik Okyanusu’nun tam orta yerinde.
Keşfini takiben yapılan araştırmalar, burada Polinezyalıların yaşamış olduğunu ve heykelleri yapanların da kendileri olduğunu ortaya çıkardı.

Yazının Devamını Oku

Aysun Kayacı’ya haksızlık etmişiz

24 Ağustos 2015
Güçlü olanın kitlesini en iyi manipüle ettiği... Manipüle ederken sırf gücünü korumak için ülkeyi ilgilendiren konularla ilgili açık açık yalan söylemekten çekinmediği...

Kitlesini yalan da söylese, doğru da söylese inandırdığı ve arzu ettiği yönde oy sağladığı sistemin adına ne kadar demokrasi denilir artık, bilinmez. Herkesin özgür iradesiyle oy verdiği bir düzenden bahsetmiyoruz ki?
Veya herkesin eşit koşullara sahip olduğu bir “ülkeye hizmet yarışı” yok ki?
Veya liderlerin bağımsız bir ortamda izleyiciler önünde tartıştığı, ak koyun kara koyun kimse ortaya çıktığı medeni koşullara sahip değiliz ki?
Kişisel ve “zümresel” hesaplar var, başka da bir şey yok arkadaş! Yok!
Ve böyle bir durumda tekrar seçime gidiyoruz.
Aysun Kayacı vaktiyle bir laf etmişti, “Dağdaki çoban ile benim oyum bir mi?” diye, hatırlarsınız.
“Dağdaki çoban” yanlış bir örnekti fakat Kayacı’nın sözünün “düzeltilmişi” geçerlidir güzel memleketimde.

Yazının Devamını Oku