Hatırlarsınız, bakanların, haklarındaki suçlamalar hafifletilerek de olsa Yüce Divan’da yargılanmaları yönünde bir karar çıkabileceği söyleniyordu.
Çünkü AKP’de bazı milletvekillerinin bu durumdan rahatsız oldukları ve bakanların Yüce Divan’da yargılanmalarının parti üzerindeki yolsuzluk suçlamalarının oluşturduğu yükü hafifletebileceğini düşündükleri konuşuluyordu.
Siz bu yazıyı okurken büyük olasılıkla komisyon henüz kararını vermemiş olacak ama ben size kararı şimdiden söyleyebilirim: Bakanlar hakkında Yüce Divan’a gönderilmeleri yönünde bir karar çıkmayacak!Çünkü AKP en başarılı olduğu bir işe girişti ve yeni bir “algı operasyonu” başlattı.
Bu işte başı Cumhurbaşkanı’nın damadının kardeşinin yönettiği gazete çekiyor.
İki gündür gazetenin manşetlerinde “Yüce Divan’ın tuzak olduğu” anlatılıyor.
Bakanlar yargılanmak üzere Yüce Divan’a gönderilirler ise “17 Aralık darbe kumpasının” son halkası da tamamlanacak ve Türkiye büyük bir kaosa sürüklenecekmiş!
Gazetenin emir kulu yazarları da yazdıkları makaleler ile buna destek veriyorlar, Yüce Divan’ın aslında ne kadar büyük bir tuzak olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.
Niye bazı insanlarla arkadaş olabiliyoruz da bazıları bize “itici” geliyor, iki kelime bile konuşmak istemiyoruz?
Niye uzun süredir tanıdığımız bir kişiyle arkadaş olmayı başaramadığımız halde, bir kere karşılaştığımız bir insanla kısa süre içinde can ciğer kuzu sarması haline nasıl gelebiliyoruz?
Ortak zevklerin, ilgi alanlarının, benzer dünya görüşlerinin elbette bu işte rolü var ama ortaya çıkıyor ki “genler” de bu işte önemli bir rol oynuyormuş.
San Diego’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden Dr. James Fowler ile Yale Üniversitesi’nden Dr. Nicholas Chiristakis’in ortak çalışmaları, arkadaş olacağımız kişileri seçerken, farkına varmadan genlerimizin de işe karıştığını ortaya koyuyor.
Bununla ilgili haberi Geo dergisinin Ocak 2015 sayısında okudum.
Amerika’daki Frimingham kasabasının ilginç bir özelliği var.
Bu kasabada 1948 yılından bu yana kalp sağlığı ile ilgili uzun araştırmalar yürütülüyor.Gördüğünüz gibi bilimsel gelişme dediğimiz şey, üç ayda elde edilemiyor, nutuk atarak, “Şöyle ilerleyeceğiz, böyle ilerleyeceğiz” diye böbürlenerek gerçekleşmiyor.
Kendime bunu niye yaptığımı bilmiyorum.
Mesleki deformasyon da diyebilirsiniz, herkes eğlenmek için planlar yaparken, hatta bazıları eğlenmeye bile başlamışken kendimi cezalandırma isteği de!
Oysa yeni bir şey söylemeyeceğini tahmin etmem hiç zor değildi.
Artık onu yıllardır tanıyorum, bayram da olsa, yılbaşı da olsa bildiğini okumaya devam edeceğini biliyordum.
Ama insan tuhaf bir yaratık, hep içinde bir ümit beslemek istiyor, “Belki bu sefer beni yanıltır, herkesi kucaklayacak güzel bir şeyler söyler” diye ümit ettim.
Ne de olsa yeni bir yıl için bir mesaj yayınlıyor, senede bir gün de olsa eski huyunu terk eder diye düşündüm.
Heyhat!
Her sabah kafamın içinde ayrı bir şarkıyla uyanıyorum.
Herhangi bir türe ait olmuyorlar. Beş benzemezler yani.
Bazen Türk sanat müziğinden bir şarkı oluyor, “Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın”!Bazen bir türkü: “Sobalarında kuru da meşe yanıyor efem!”Popüler şarkıların ağırlığı daha çok, ayda en az 15–20 kere onlarla uyanıyorum: “Güllerin içinden canım” gibi.
Ruhum bazen gücün karanlık tarafına geçiyor, Dart Vader oluyorum!
Özünde iyi insan ama kaşıyınca şeytanlık çıkıyor: “Benim adım Elvan Dalton”!Stefano D’Anna şöyle yazmış:
“Sen söylediğin şarkıdan ibaretsin. Senin şarkın yaşamını; gördüğün, dokunduğun, hissettiğin her şeyi şekillendirir.”Eğer haklıysa, korkunç bir tip olmalıyım!
Ankaralı Namık ile Andrea Bocelli arasında, Rihanna’nın sağında, Zeki Müren’nin solunda!
İşte bugün gece saat 00.00.01 olduğunda yeni bir yıla daha girmiş olacağız.
Herhangi bir çaba göstermeden, kendiliğinden olup bitiverecek.
Ama bu kadar da kolay değil!
Işıklar yanacak, sönecek. Paketler açılacak, kâğıtları buruşturulup bir kenara atılacak vs.
Bu hayatta beni en çok sıkan sorulardan biri de bununla ilgili zaten: Yılbaşında ne yapıyorsun?
İçimden garip cevaplar vermek geçiyor her seferinde ama yapmıyorum tabii.
Bu hayatta “bana ayrılan süre içinde” karşılaşacağım ve beni daha çok sinirlendirebilecek sorular içinde belki de en masumu bu çünkü.
CUMHURBAŞKANI Recep Tayyip Erdoğan’ın sarayındaki özel danışmanı Binali Yıldırım’ın, 5 Ocak’ta Bakanlar Kurulu’na Cumhurbaşkanı’nın başkanlık edeceğini açıklaması hükümette “hoş” karşılanmadı.
Deniz Zeyrek’in, dün Hürriyet’teki analizini okumuşsunuzdur.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, “bir hışım ile” konuştu: “Cumhurbaşkanımızla beni ilgilendiren konular sadece Cumhurbaşkanımızın zatı ve benim tarafımdan açıklanır. Dolayısıyla 5 Ocak’ta böyle bir toplantı yok.”Biz de bu açıklamasını televizlondan dinleyip, “Peh peh peh” dedik!
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da konuştu tabii, Yıldırım’ın Cumhurbaşkanı’nın sözcüsü olmadığını, kendisine böyle bir görev verilmediğini söyledi, “İzmir milletvekili olması dışında bir pozisyonu yoktur” dedi.
Deniz Zeyrek’in analizinde belirttiğine göre Yıldırım’ın bu sözlere bir yanıt vererek, polemiği büyütmesi beklenmiyormuş.
Ama Yıldırım’ın, pazar günü İzmir’de ilçe kongresinde söylediği şu sözün altını çizmenizi öneririm:
“Yeni Türkiye’nin yeni yol güzergâhında nöbet değişiminde Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nu işbaşına getirdik, görev verdik.”Konuşmasını, “yandaş gözüyle” okursanız, bu “görevlendirmeyi” partisinin yaptığını söylediğini de düşünebilirsiniz ama Yıldırım’ın “10 Ağustos’ta yeni bir dönem başladığını” vurguladığını da unutmayalım.
Mesela geçen gün şöyle dedi: “Dünyanın hiçbir yerinde medya Türkiye kadar serbest değildir.”Cumhurbaşkanı’nın “dünya” diye tanımladığı yer neresi, “Türkiye” denildiğinde aklına hangi ülke geliyor, kestirebilmek zor!
Dedim ya sanki paralel evrenlerde yaşıyor gibiyiz.
Cumhurbaşkanı aynı konuşmasında, Türkiye’de medyanın sıkça “hakaret, ırkçılık ve nefret suçu” işlediğini de söyledi.
Medyadaki ırkçılık, nefret ve hakaret söylemlerinden bahis açılınca, bence önce bir dönüp uçağına aldığı gazetecilerin çalıştığı medya kuruluşlarının yayınlarına bakmalı.
Sanıyorum ki kitap okumadığı gibi gazete de okumuyor, özetler ile idare ediyor.
Gerçekten okuyor olsaydı, böyle konuşmazdı ya da uçağına aldığı gazetecilere tembih ederdi: “Irkçılık yapmayın, nefret suçu işlemeyin, kimseye hakaret etmeyin.”
Ama biliyoruz ki onları kastetmiyor!
Zira Avustralya, açık ara dünyanın en sakin ülkesi. Üstelik yolu da çok uzun sürüyor
Avustralya denilince aklınıza ne geliyor?
Kanguru? Koala? Aborjinler? Tasmanya Canavarı? Dingo? Sörfçüler? Kadınları düztaban gibi gösteren ama yazın bile giydiklerinde kendilerini havalı zannetmelerine neden olan koyun postundan garip botlar?
Bu çoktan seçmeli bir test sorusu olsaydı, sonuna bir ‘hiçbiri’ ekler, onu işaretlerdim.
Çünkü benim aklıma Avustralya denilince bunlar gelmiyor. Hem bunların nesini merak edeyim ki?
Televizyonda şahane belgeseller yayınlanıyor. Bir sürü belgesel kanalı var, oturur karşısına seyrederim!