Paylaş
İşte bugün gece saat 00.00.01 olduğunda yeni bir yıla daha girmiş olacağız.
Herhangi bir çaba göstermeden, kendiliğinden olup bitiverecek.
Ama bu kadar da kolay değil!
Işıklar yanacak, sönecek. Paketler açılacak, kâğıtları buruşturulup bir kenara atılacak vs.
Bu hayatta beni en çok sıkan sorulardan biri de bununla ilgili zaten: Yılbaşında ne yapıyorsun?
İçimden garip cevaplar vermek geçiyor her seferinde ama yapmıyorum tabii.
Bu hayatta “bana ayrılan süre içinde” karşılaşacağım ve beni daha çok sinirlendirebilecek sorular içinde belki de en masumu bu çünkü.
Bu yazıyı yazarken dışarıda kar yağıyor, gazetenin editörleri kar nedeniyle olabilecek ulaşım aksamalarına karşı gazeteyi erken hazırlamak için yazımı bir an önce yazıp vermemi bekliyorlar.
Yılın bugünlerinde aklıma nedense hep Joseph Addison’un bir sözü gelir:
“Bu dünyada mutluluğun üç büyük esası, yapacak bir şey, sevecek bir şey, ümit edecek bir şeye sahip olmaktır.”
Demek ki ne kadar bastırmaya çalışsam da yeni bir yılın gelişinden heyecan duyuyorum ve aklım neredeyse insanlık tarihi kadar eski bu soruya takılıyor!
Mutluluk! Mutlu olmak! Çevrendekileri mutlu etmek!
Yılbaşı nedeniyle süslenen vitrinler, bitmek bilmeyen ofis partileri, yılbaşı gecesi birbirimizi göremeyeceğimiz dostlarla aralık ayı boyunca yenilen yeni yıl yemekleri içimdeki bu duyguyu dürtüyor olmalı.
Addison, 17. yüzyılın sonları ile 18. yüzyılın başlarında yaşamış bir İngiliz.
Şair, deneme yazarı, oyun yazarı, dergi yayıncısı, politikacı!
Tatler ve The Spectator dergilerinin kurucusudur, ki benim için önemi daha çok bundan geliyor, mesleki bir yakınlık işte!
Addison’un sözü aklıma takılıyor dedim ama aslına bakarsanız o cümle içindeki önerilerden birine aklımın takılıp kalmasına neden olabilecek bir hayatım da yok.
Yapmakta olduğum ve sevdiğim bir işim var.
Kendimce söylemek istediklerimi söyleyebiliyorum. Bu sözler bazı insanlara ulaşıyor. Bazılarına ulaşmıyor ama sonuç olarak söyleyebiliyorum.
Gerçi ülkemizin genel gidişine bakarak bunu daha ne kadar yapabileceğim konusunda kuşkularım da yok değil ama bunları düşünüp ne kendi canımı sıkacağım, ne de sizin canınızı.
Bugün yılbaşı, can sıkıcı konulardan söz etmek günün anlam ve önemine uymuyor.
Ümitlerim de var. Daha iyi bir geleceğin bizi beklemekte olduğunu ümit etmeye çalışıyorum.
İçim daraldığında büyük kâşiflerin ne zorluklara katlandığını hatırlıyorum, Kurtuluş Savaşı’nın o karanlık günlerinde bile ümitlerini yitirmeyen kahramanları anıyorum ve kırılmaya eğilimli ümitlerim canlanıyor.
“Bu da geçer Ya Hu” diyorum!
“Sevecek bir şey” konusuna gelince: Şükürler olsun ki bununla ilgili bir derdim de yok!
“Bunun kıymetini biliyor musun” diye soracak olursanız galiba biliyorum da.
Ama yine de her yılbaşında bu sözü hatırlamadan edemiyorum.
Bu sözün beynimin içinde dönüp durması aslına bakarsanız hiç sevmediğim bir başka konuyu da gündeme getiriyor: Hayat muhasebesi!
Sanki bir muhasebeciyim de “Yıl bitiyor, hesapları toplayalım, aktif ile pasif denk gelsin, açıkta bir şey kalmasın” diye düşünüyor gibiyim.
Çünkü kendimi ne kadar akıllı zannetsem de esasen içinde yaşadığımız düzenin gereklilikleri ve doğru bellettikleri beni esir almış gibi.
Eminim biraz düşünürseniz, kendi hayatınızın da böyle olduğunu görürsünüz.
Birçok şeyi sırf bize öyle öğretildiği için yapıyoruz ve bunları yapmayı başardığımız için de kendimizi “mutlu” diye tarif ediyoruz.
Okulunu bitir, işe gir, başarılı ol, bir kadını sev, çocukların olsun, geleceğe ümitle bak filan falan derken yılları saymaya başlıyorsun ve bir de bakmışsın “sana ayrılan sürenin” sonundasın!
Saramago’ya Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldığında gazeteciler “Bu ödül sizin için ne ifade ediyor” diye sormuşlardı.
Büyük yazarın verdiği yanıt şuydu:
“Boş verin bunları. Hayatımda aldığım en önemli ödül Pilar’dır. Aslına bakılırsa en büyük devrim de aşktır!”
Onun için ben de size aynı şeyi söyleyeceğim.
Boş verin ödülleri, işleri, güçleri, şunları, bunları.
Hayattaki en büyük devrim aşktır, almayı başarabileceğiniz en önemli ödül de odur.
Herkes için aşk diliyorum, aradığınız her şeyi içinde bulabileceğiniz muazzam bir dünya yani!
Paylaş