Paylaş
Kendime bunu niye yaptığımı bilmiyorum.
Mesleki deformasyon da diyebilirsiniz, herkes eğlenmek için planlar yaparken, hatta bazıları eğlenmeye bile başlamışken kendimi cezalandırma isteği de!
Oysa yeni bir şey söylemeyeceğini tahmin etmem hiç zor değildi.
Artık onu yıllardır tanıyorum, bayram da olsa, yılbaşı da olsa bildiğini okumaya devam edeceğini biliyordum.
Ama insan tuhaf bir yaratık, hep içinde bir ümit beslemek istiyor, “Belki bu sefer beni yanıltır, herkesi kucaklayacak güzel bir şeyler söyler” diye ümit ettim.
Ne de olsa yeni bir yıl için bir mesaj yayınlıyor, senede bir gün de olsa eski huyunu terk eder diye düşündüm.
Heyhat!
Konuşması yine hainlerden, kumpasçılardan, ahlakdışı davranışlarda bulunanlardan, karanlık odaklardan geçilmiyordu.
Önce oturdum sayayım dedim, acaba 10 dakikalık bir konuşmada kaç kez hainlerden söz etti diye.
Sonra sıkıldım, vazgeçtim. Saysam ne olacak, saymasam ne olacak?
On kere söylemiş olsa ne değişecek, yedi kere tekrarlamış olsa ne fark edecek?
Aynı kavgacı üslup, elindeki kâğıtların arasında bile düşman saklandığını zanneden bir zihniyet.
Kavga edecek kimse bulamazsa, kendisiyle bile kavga etmeye hazır bir ruh durumu!
Aynı konuşmada hem “dünyada söz sahibi bir ülkeden” söz ediyor, ama bu öyle bir ülke ki hangi taşı kaldırsan altından hain çıkıyor, karanlık odaklar cirit atıyor, karanlık eller bir şeyler karıştırıyor!
Hadi biz canlılardan vazgeçtim, geçtiğimiz yıl toplumsal şiddet olaylarında ölenler arasında bile ayrım yapıyor.
Geçenlerde Konya’da Cumhurbaşkanı’na hakaret ettiği gerekçesiyle tutuklanan çocuk için Başbakan Ahmet Davutoğlu şöyle konuşmuştu:
“Büyüklerde hakaret yaygınlaşınca çocuklara kadar sirayet ediyor. Şu hakaret dilini bir terk etsek. Tutuklanan gençle oturup konuşmak isterdim. Mesele şu: Niye 16 yaşındaki bir çocuk Cumhurbaşkanı’na hakaret etsin?”
Evet, şu hakaret dilini bir terk etsek!
En başımızdaki kişi de dahil olmak üzere!
Biraz huzuru hak etmiyor muyuz?
Küçücük çocukları bile hakaret diliyle konuşturan bu iklimi yaratan kimdir, düzeltmek kimin işidir?
Diyanet ve tüketim kültürü meselesi
DİYANET İşleri Başkanı Mehmet Görmez de bir yeni yıl mesajı yayınladı.
Mesajını okurken şunu düşündüm:
Acaba, Sayın Başkan şöyle bir şeyler söyleseydi, affedilmez bir günah mı işlemiş olurdu:
“Bir takvim yılı daha değişiyor, bu yeni yılda huzurlu günler yaşamamız için dua ediyorum!”
Bunu söyledikten sonra, yılbaşı kutlamaları ile ilgili geleneksel Diyanet görüşünü tekrarlamasında bir engel var mıydı?
Yoktu elbette. İnandığını söylemesinde nasıl bir sakınca olabilir ki?
Bakın, yeni yıl mesajından bir bölüm aktarıyorum, birlikte okuyalım:
“Hiç kimse pagan kültürüyle tüketim kültürünün, haz ve eğlence kültürüyle birleşerek, birleştirerek çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde bir yozlaşma kültürünü meydana getirmesinin doğru olduğunu söyleyemez. Hele hele bütün bunların da Noel, çam ağacı, kumar, içki, Spor Toto, Loto gibi insanı kendisinden ve Rabbinden uzaklaştıracak davranışlarla birleşerek, birleştirilerek, toplumun yozlaşmasına izin veren bir geleneğin oluşmasına, Diyanet İşleri Başkanlığı daima bunun doğru olmadığını, şefkatli bir şekilde topluma ifade etmeye, dostça bu uyarısını yapmaya devam eder. Pagan kültürü, tüketim kültürü, haz ve eğlence kültürüyle birleşerek gençlerimiz üzerinde bir yozlaşma kültürü meydana getirmesinin doğru olmadığını söylemeye devam ederiz. Bunun, Noel ve çam ağacının gölgesinde yapılması hiçbir dine ve hiçbir inanca göre de doğru olduğunu ortaya koymaz. Bunu açıkça ifade etmek isterim.”
Bu koca paragraftaki cümle bozuklukları bana ait değil. Birkaç yerden kontrol ettim, her yerde aynı şekilde çıkmış, demek ki açıklama bu.
“Tüketim kültürü” ile ilgili vurgusu ilgimi çekti.
Acaba, piyasada 1 milyon liraya satılan Mercedes ile gezmek, hangi “kültüre” karşılık geliyor, merak ettim.
Salyangoz!
BU yıl en çok konuşacağımız konulardan biri de Ermeni tehcirinin 100. yılı olacak.
Soykırım mıydı, katliam mı, yoksa kıtal miydi? Tarihçiler mi tartışsın, siyasiler mi?
“Ermeni sorunu” dendiğinde ne anlıyorsunuz, bu yoksa aslında bir “Türk sorunu” mu?
Bir yığın soru önümüzde duracak, her kafadan, her eğilimden bir ses çıkacak.
Bir gerçeğin, ne kadar çok kılığa girebileceğini, ne kadar değişik terimlerle tanımlanabileceğini göreceğiz.
Bir gerçek değişmeyecek ama: Bu topraklarda şu kadar Ermeni vardı (sayıları konusunda bile anlaşamayacağız), Anadolu’nun dört bir yanındaki kiliselerin cemaatleri vardı, artık yoklar!
Buharlaşmadılar, başka bir gezegene ışınlanmadılar ama artık yoklar.
Kim nasıl tanımlarsa tanımlasın, benim bildiğim gerçek bu.
Memleketlerinde kalanlar da var tabii. Bin yıldır yaşadıkları ülkede, varlıklarını korumaya çalışanlar.
Onlar kimdir, in midirler, cin midirler? Bu ülkede, bu toplumun içinde “İyi insan ama affedersiniz Ermeni” olmak nasıl bir şey?
Taraf yazarı Hayko Bağdat, Salyangoz isimli kitabında bize “içimizdeki yabancıları” anlatıyor. (İnkılap Yayınevi)
Müslüman mahallesinde salyangoz satan değil, bizatihi salyangoz olarak!
Bu kitabı okumanızı öneririm.
“Ermeni” dendiğinde gözünüzde nasıl bir “şey” canlanıyor bilemiyorum ama bu kitabı okursanız “bir insan” öyküsüne tanıklık etmiş olacaksınız.
Okuyun ki bu yıl maruz kalacağımız tartışmalarda sözü edilecek olanlar uzaylılar değildir, bizler gibi düşünen, seven, yaşayan, aynı yemekleri yediğimiz, paylaştığımız insanlardır.
Kabuklarının içine saklanmak zorunda bırakılsalar da!
Paylaş