Paylaş
Her sabah kafamın içinde ayrı bir şarkıyla uyanıyorum.
Herhangi bir türe ait olmuyorlar. Beş benzemezler yani.
Bazen Türk sanat müziğinden bir şarkı oluyor, “Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın”!
Bazen bir türkü: “Sobalarında kuru da meşe yanıyor efem!”
Popüler şarkıların ağırlığı daha çok, ayda en az 15–20 kere onlarla uyanıyorum: “Güllerin içinden canım” gibi.
Ruhum bazen gücün karanlık tarafına geçiyor, Dart Vader oluyorum!
Özünde iyi insan ama kaşıyınca şeytanlık çıkıyor: “Benim adım Elvan Dalton”!
Stefano D’Anna şöyle yazmış:
“Sen söylediğin şarkıdan ibaretsin. Senin şarkın yaşamını; gördüğün, dokunduğun, hissettiğin her şeyi şekillendirir.”
Eğer haklıysa, korkunç bir tip olmalıyım!
Ankaralı Namık ile Andrea Bocelli arasında, Rihanna’nın sağında, Zeki Müren’nin solunda!
Favori şarkılarımdan biri, Türk pop müziğinin “başlangıç” şarkısı.
Fecri Ebcioğlu’nun sözlerini yazdığı bu şarkı, 1961 senesinde, bir Batı müziği bestesine yazılmış ilk Türkçe sözler olması açısından önemli. “Türk pop müziğinin resmi açılış parçası” sayılmalı.
“Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde / Tatlı bir kız yaşarmış, Boğaziçi’nde!
Delikanlı yaklaşmış, ne kadar güzelsiniz / Güzel kız uzaklaşmış, fakat siz de kimsiniz / Ben bir erkek meleğim, bırak yanına geleyim / Ellerimi sürmeden, gözlerimle seveyim.
Olamaz hayır hayır, annem çok kızar buna / Beni kenara ayır, git takıl şuna buna / Şayet istersen beni, bize yolla anneni / Söz veriyorum sana, olacağım gelini.
Oğlan buna inanmış, bir ok gibi yaylanmış / Evin yolunu tutup annesine yalvarmış / Koş git al kızı bana delireceğim ana / Yoksa oğlun ölecek siyah gözler uğruna.
Anne atlamış gitmiş içi titreyerekten / Güzel kızcağız açmış kapıyı gülerekten / Demiş hanım geç kaldın bak artık evlendim ben / Bekledim de gelmedin, yaya kaldın bu işten.”
Aşkın “masumiyet müzesi”ne kaldırılması gereken bir şarkı, galiba ben de müzelik oluyorum artık.
“Caddeden sokaklara” şarkısını hatırlar mısınız, bilemiyorum. Timur Selçuk’un şarkısı.
Bu şarkı aklıma her geldiğinde, Antalya’daki evde bir pazar gününü yeniden yaşarım.
Rahmetli anneannemin pazar günleri için yaptığı özel yemekler, hava yağmurluysa misafir odasına gerdiği iplere asılmış çamaşırlar.
Rahmetli babam, Bahadır ve ben radyodan maç dinliyoruz, ablam hep olduğu gibi kendi âleminde, “Şenol, Birol, gol” günleri!
Ve sokağın karşısındaki İlhanların apartmanında, birinci katta, Cihangül var, biliyorum, göremiyorum ama orada olduğunu biliyorum.
Yarı aralanmış bir perdeden, yandaki boş arsada top oynayan sıska oğlan çocuklarını seyreden kâkülü siyah gözlerinin üzerine düşen güzel kız!
Hayatımın en iyi çalımlarını onun için attım, Necdet’i ters köşe yaptım, bütün bunları onun için yaptığımı hiç bilemedi ama!
Her sabah bir şarkıyla uyanıyorum ve o şarkı alıp beni tanıdığım sokaklara götürüyor.
“Sen ve ben, aynı şeyleri düşünürken / Aynı şeylere üzülüp, aynı şeylere sevinirken / sen ve ben anlaşamadık gitti / Sonunda bitti!”
Aklıma bu şarkı gelince, başımı unutmak istercesine sallıyorum, Türk filmlerindeki gibi “Nayır, nolamaz” demek istiyorum ama oluyor işte!
İnsan hayatı böyle, sonunda her şey bitebiliyor.
Bu bir aşk ise bittiğini zannediyorsun ama denizden gelen hafif bir meltem, burnunun direğini sızlatabiliyor.
“Uyanmasaydım keşke” diyorum ama ne yazık ki uyandığım anda da bir daha gözümü kapatıp uyuyamıyorum.
Şarkılar beynimin içinde dönmeye başlıyor, özlediğim her şey şarkılarla birlikte gözümün önünden geçmeye başlıyor.
Hadi uyu uyuyabilirsen.
Açıyorum tabletimi, başlıyorum gazeteleri okumaya!
Ne kadar çok hain var ülkemizde, okuduğum her demeçte yeni bir hain çıkıyor karşıma.
Hainleri yakalama müdürü Recep Bey’in ifşa ettiği hainler başka, Kemal Bey’inkiler başka! Devlet Bey’in hainleri, Selahattin Bey’in hainleri, eski hainler, yeni hainler!
Ülkem, Ahmet Arif’in “Dört bir yanım puşt zulası” diye tanımladığı bir yere mi dönüşmüş?
Yok, bu kadarı mümkün değil, bu kadar hain bir ülkede bir arada yaşayamaz, Allah’ın bize ne garezi var ki bütün hainleri bu güzel ülkeye yollamış olsun?
Gerçek bir hain arıyorsak, Ajda Pekkan’ın “çocukluk” yıllarının “pastoral” bir şarkısında var:
“Ben bir köylü kızıyım / gönlümden yaralıyım / derdimi anlatırsam / yürekler acısıyım / vuruldum ben bir gence / kömür gözlü pek ince / kalbimi çaldı gitti / beni böyle mahvetti!”
İşte gerçek hainler bunlardır!
Bir kızın (ya da oğlanın) kalbini çalarlar ve çekip giderler!
Şarkılar gelince, siyaset uçar!
Osmanlıcam da fena sayılmaz, eski yazıyı okuyamam ama Latin alfabesiyle yazıldığında anlayabiliyorum.
Fakat Latincedeki derinlik, ne yazık ki hocam İlber Ortaylı’nın “bürokrat jargonu” dediği Osmanlıcada yok.
“Ars longa, vita brevis, occasio praeceps, experimentum periculosum, iudicium difficile!”
Yani diyor ki:
“Sanat uzun, hayat kısa, fırsat kaçıcı, deneyim aldatıcı, karar zor.”
Hadi bir daha yeni yılınızı kutlayayım: Aşk, mutluluk, sağlık diliyorum.
Paylaş