Paylaş
Hatırlarsınız, bakanların, haklarındaki suçlamalar hafifletilerek de olsa Yüce Divan’da yargılanmaları yönünde bir karar çıkabileceği söyleniyordu.
Çünkü AKP’de bazı milletvekillerinin bu durumdan rahatsız oldukları ve bakanların Yüce Divan’da yargılanmalarının parti üzerindeki yolsuzluk suçlamalarının oluşturduğu yükü hafifletebileceğini düşündükleri konuşuluyordu.
Siz bu yazıyı okurken büyük olasılıkla komisyon henüz kararını vermemiş olacak ama ben size kararı şimdiden söyleyebilirim: Bakanlar hakkında Yüce Divan’a gönderilmeleri yönünde bir karar çıkmayacak!
Çünkü AKP en başarılı olduğu bir işe girişti ve yeni bir “algı operasyonu” başlattı.
Bu işte başı Cumhurbaşkanı’nın damadının kardeşinin yönettiği gazete çekiyor.
İki gündür gazetenin manşetlerinde “Yüce Divan’ın tuzak olduğu” anlatılıyor.
Bakanlar yargılanmak üzere Yüce Divan’a gönderilirler ise “17 Aralık darbe kumpasının” son halkası da tamamlanacak ve Türkiye büyük bir kaosa sürüklenecekmiş!
Gazetenin emir kulu yazarları da yazdıkları makaleler ile buna destek veriyorlar, Yüce Divan’ın aslında ne kadar büyük bir tuzak olduğunu anlatmaya çalışıyorlar.
Anlıyoruz ki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, işi şansa ya da AKP’li milletvekillerinin vicdanlarına bırakma yanlısı değil!
Yolsuzlukların üzeri bir kez daha “paralel yapı, darbe, kumpas” söylemleri ile örtülecek, bakanların Yüce Divan’a gönderilmeleri engellenecek.
Çünkü biliyorlar ki dava Yüce Divan’a gönderilir ise yargılama sırasında ortaya çıkacak dosyaları “darbe” çığlıklarıyla örtebilmek mümkün olamayacak.
Biliyorlar ki suçüstü yakalananların konuşma olasılıkları var ve onlar da konuşmaya başlarlarsa bütün rezillikler bir bir ortaya dökülecek.
Bakalım, önce TBMM Soruşturma Komisyonu, sonra da AKP milletvekilleri bu zokayı yutacak mı?
Bu darbeyi kim yapacaktı?
NORMAL bir hukuk devletinde, bakanların işadamlarından para, pahalı hediyeler filan aldığı ortaya çıktığında olaylar şöyle gelişirdi:
Bakanlar görevden alınırlar ya da istifa ederler, haklarında soruşturma komisyonu kurulur, yargılanırlar ve suçlu bulunurlarsa cezalandırılırlardı.
Bu bir “hükümet krizine” de yol açmaz, görevden alınan ya da istifa eden bakanların yerlerine yenileri atanır, hükümet işini görmeye devam ederdi.
Nitekim dünyanın başka yerlerinde hep böyle oldu. Yolsuzlukla suçlanan yargılandı, suçu sabit görüldüyse cezalandırıldı. O bakanların yerlerine başkaları atandı, işler de yürümeye devam etti.
Bizde böyle olmadı, ortaya bir “darbe girişimi” iddiası atıldı ve yolsuzlukların üzeri bu iddia ile örtülmeye çalışıldı.
Şuna inanmamızı istiyorlar: Yolsuzlukla suçlanan bakanlar tutuklanacaktı, hükümet düşecekti. Olabilir, hükümetin düşmesine ya da istifa etmesine neden olacak bir güvensizlik ortamı meydana gelebilirdi.
O vakit TBMM, içinden güvenoyu alabilecek yeni bir hükümet çıkarırdı ve o hükümet de yine AKP hükümeti olurdu, çünkü başkasının böyle bir güvenoyunu sağlayabilecek çoğunluğu yok.
Bir darbeden söz edebilmemiz için TBMM’nin de kapatılmış olması gerekirdi ki şunu sormalıyız: Bunu kim yapacaktı?
Asker mi, polis mi?
Aradan bir yıl geçti, böyle bir darbe girişiminin kanıtları ortaya konmadı, bununla ilgili bir yargılama başlamadı, başlayamadı.
Onun yerine her gün aynı tıraşı dinliyoruz: Paralel yapı darbe planladı!
İyi de bakanların çocuklarının evlerine o paraları kim koydu? Paraları geri verdiğinize göre kendileri koymuş belli ki!
Ayakkabı kutularında, elbise torbalarında, çikolata tepsilerinde dolarları bakanlara zorla mı verdiler?
Rüşvetçi işadamı neden “Orospu ile memurun bahşişini peşin vereceksin” dedi?
Bakan neden böyle konuşan bir işadamının önüne yatmak istedi?
Bakanın adının rüşvet listesinde ne işi vardı? 700 bin liralık saatin parasının ödendiğinin belgesi nerede? Neden aynı bakan çantasında bir sürü telefon taşıyordu ve işadamı aradığında “7 numaradan arasın” gibi konuşmalar yapılıyordu?
Evlere para neden saklanmıştı? “Sıfırlana sıfırlana” bitirilemeyen bir miktardan söz ediyoruz. Normal yollardan kazanılmış olsa, o kadar para evlerde tutulur muydu? Yoksa o kadar parayı getirip eve Fethullah Hoca mı koymuştu?
Önce şunları bir öğrenelim.
Bu arada darbe yapma heveslileri de vardıysa, onları da yargılayalım, delilleri görelim, dosyaları açalım.
Bu engellenecekse de damlarda kedi avına çıkalım!
Damda gezdi, miyav dedi!
YOLSUZLUK, Yüce Divan, mahkeme filan deyince aklıma ister istemez Deniz Feneri soygunu geldi.
Alman mahkemesinin “asrın soygunu” sıfatıyla tanımladığı “yardım vurgunu” ile ilgili mahkeme sürüyor mu, sürmüyor mu, artık bundan bile haberimiz olmuyor! Bununla ilgili haberleri tekrar araştırırken Deniz Feneri savcısı iken neredeyse hapse atılacak duruma getirilen Savcı Abdülvahap Yaren’in konuşmasını yeniden okudum.
Okuyalım ve düşünelim:
“Deniz Feneri’nde büyük hırsızlık olayı yaşandı. Deniz Feneri hırsızları, metreslerini şirket ortağı yaptılar, cinsel istismar için bunu şantaj malzemesi olarak kullandılar. Paralar yoksullara değil, metreslere gitti, zekât hırsızları masum gösterildi. Bunu ancak organizasyonun başındaki hırsızlar imparatoru yapabilir. Bu imparator, hem altında yer alan figüranlarını koruyor hem de kendisine ulaşılmasını engelliyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre, hukuki zeminde çalışması gereken tüm kurumları kontrol altında tutuyor. Bu amaçla hem delilleri yok ediyor hem soruşturma savcılarını yakından takip ediyor. Bu işi ancak bu organizasyonun başındaki hırsızlar imparatoru yapabilir. Halk arasında bir tabir vardır, ‘Damda gezer, miyav miyav der’ diye. Hırsızlar imparatorunun kim olduğuna gelince, her şey apaçık ortada. İsme gerek var mı?”
Paylaş