Paylaş
Zira Avustralya, açık ara dünyanın en sakin ülkesi. Üstelik yolu da çok uzun sürüyor
Avustralya denilince aklınıza ne geliyor?
Kanguru? Koala? Aborjinler? Tasmanya Canavarı? Dingo? Sörfçüler? Kadınları düztaban gibi gösteren ama yazın bile giydiklerinde kendilerini havalı zannetmelerine neden olan koyun postundan garip botlar?
Bu çoktan seçmeli bir test sorusu olsaydı, sonuna bir ‘hiçbiri’ ekler, onu işaretlerdim.
Çünkü benim aklıma Avustralya denilince bunlar gelmiyor. Hem bunların nesini merak edeyim ki?
Televizyonda şahane belgeseller yayınlanıyor. Bir sürü belgesel kanalı var, oturur karşısına seyrederim!
Kangurular nasıl zıplıyor, nasıl ürüyor; dingolar neden evcilleşemiyor vs. Hepsini oturduğum yerde izler öğrenirim. Cep telefonumda illa bunların da fotoğrafları olsun istersem internetten benim çekebileceğimden daha güzellerini bulup, ‘fotoğraflar’a kaydedebilirim.
Aborjinler meselesine hiç girmek istemem çünkü etnik değerlerin turistik sirk gösterisine dönüştürülmesinden etik nedenlerle hazzetmiyorum.
Sen hem yüz binlercesini öldür, sonra da kalanları turistler için animasyona çıkar. Hem de karın tokluğuna! Kabul edebileceğim bir durum değil, böyle şeyleri izlemeye katlanamam.
Bir dingo ile de karşılaşmayı zaten hangi aklı başında insan isteyebilir?
Koala tabii biraz farklı!
Çok tatlı bakıyor insana, yabani hayatta ağaçların tepelerinde miskin miskin oturanlarını da gördüm.
Bir dalın üzerinde oturup bütün gün uyukluyor, okaliptus yaprağıyla beslendiği için kafası biraz ‘yüksek.’ Bir ağaçtan inip, diğerine çıkması bazen bir yılı alıyormuş.
Bir koalayı kucağıma da aldım. Kucağınıza koyduklarında hemen sarılıyor, insan canlısı bir yaratık yani. Ama şunu da belirtmeliyim ki doğduktan sonra hiç sabun – su görmemiş bir canlıdan söz ediyoruz burada. Elimi kolumu dezenfektanla yıkadım ama kokusu burnumda kaldı. İyi de oldu, bir öğün yemeği atlamamı sağladı, neresinden baksanız 500 – 600 kaloriden tasarruf etmiş oldum.
Gördüğünüz gibi kendime göre sağlam gerekçelerim var. Avustralya denilince bunların hiçbiri aklıma gelmiyor.
Atlas dergisi ile Doğa Koleji’nin ortak bir projesi için bir grup fotoğrafçı arkadaşla Avustralya’ya gitmem söz konusu olduğunda önce ayak sürüdüm: Toplantım var, yıl sonu geliyor, bütçe yapacağız, patronun gözünün önünde olayım ki zam yapılırken beni unutmasın gibi!
Ne yalan söyleyeyim, yol da gözümde büyümüştü zaten. 22 saat git, 26 saat dön!
Sonuçta gittim tabii, görev seni çağırırsa gideceksin.
10 bölümlük Fargo’nun birinci sezonunu seyrettim, araya üç film daha koydum, iki kitap bitirdim, sayısız dergi karıştırdım, uçağın içki stoklarında krize neden oldum, uyudum, uyandım, yol yine de bitmedi!
Neyse, başa dönecek olursak, Avustralya denilince aklıma gelen ve Ajda Pekkan’ın şarkısıyla söyleyecek olursam ‘geldiği gibi de gitmeyi bilmeyen’ şeyler bunlar değil.
Birinci sırada Nicole Kidman var! İkinci sırada Naomi Watts geliyor. Kylie Minogue’un üçüncü sırada yer almasının nedeni ise sadece eski bir türküdeki gibi ‘azıcık boydan kısa’ olması.
Birisinin boynuma sarılmasını istesem takdir edersiniz ki bir koalayı değil, bu zarif hanımlardan birini tercih ederim. Ama şansıma çıka çıka bir barda İrlandalı bir sarhoş çıktı ki adamın kafasında bir şişe kırıp, nezarethaneyi boylamamış olmamı garsonlara borçluyum.
Sebati Karakurt, Hürriyet Pazar’ın editörünün talimatlarına uyarak “Patron, macera bulup yazman gerekiyor” deyince beni bir düşüncedir aldı.
Bizim editörler Avustralya’da macera istiyorlar ama bu ikisi aynı zamanda bir oksimoron oluşturuyor! ‘Sakin’ sıfatıyla ‘Recep Tayyip Erdoğan’ isminin yan yana gelmesi gibi bir şey bu. Dünyanın en sakin ülkesinde macera!
Sebati ile kafayı çalıştırdık ve bu ülkede gerçek maceranın olsa olsa bir batakhanede yaşanabileceğine karar verdik.
Melbourne’un ve Sydney’in batakhanelerine bodoslama daldık ama heyhat!
Daha girerken içeride hangi içkiye kaç para ödeyeceğinizi bile söylüyorlar, fiyatı beğenmezsen başka yere git, zahmet etme diye.
Oysa batakhanenin tadı içeride hesaba itiraz edip, kafa göz patlattırmakla çıkar, bunu bile bilmiyorlar.
Baktık fiyatlar çok ucuz, hepsine girdik tabii! Manzara: Striptiz kulubüne bile ailecek gelmişler, sanki okul balosunda gibiler! ‘Aile yeri’ bizi bozar diyerek yüz geri ettik, barlara daldık.
Saat 23.00’den sonra sert alkollü içki satmıyorlarmış! İlla içine bir şey koyacaksınız. “Sen votka ile portakal suyunu ayrı ayrı ver, ben kendim karıştırırım” dedim, inanmadılar, oradan anladım ki insanlara da güvenleri bir hayli azalmış!
Topluca eğlenmeyi de bildiklerini söyleyemeyeceğim.
Cuma akşamı saat 18.00’den itibaren bütün barlar, lokantalar, sokaklar tıklım tıklım doldu, sarhoş kızlar, oğlanlar yerlerde yuvarlanır hale geldi, bir tane sokak kavgasına rastlayamadık.
Macera arıyoruz ya, bulsak aralarına dalacağız hemen ama belli ki fıtratlarında kavga yok!
Son gün kendini ‘Şeyh’ ilan etmiş bir manyak, insanları rehin aldı, iki kişinin de ölümüne neden oldu, biz de kendi asıl işimize dönme fırsatını bu sayede bulabildik.
Rehine krizinin bitmesinden bir saat sonra polis müdürü şu açıklamayı yaptı: Bir soruşturma komisyonu kurduk, operasyonda polisin hatalı olup olmadığı araştırılacak!
Dedim ya garip bir ülke!
Nicole’den sual edecek olursanız, umarım iyidir.
Uçağa binerken “Bekledim de gelmedin, sevdiğimi bilmedin” şarkısını mırıldanıyordum. Yesari Asım Arsoy’un bu nihavent şarkısını Zeki Müren kadar olmasa da iyi söylerim zaten.
Paylaş