“ABBAS, Şeria Nehri’nin kıyısında, Kral Abdullah’ın yanı başında hiçbir şey yapmadan öylece oturmaktan sıkılmaya başlamıştı, Kral’ın okuduğu kitaba bir-iki kez şöyle bir göz attı; ne ki kitapta ne bir resim vardı, ne de konuşma. ‘İçinde resim ve konuşma olmayan bir kitap, ne işe yarar ki’ diye geçirdi aklından.”
Bu cümleyi toprağı bol olsun, Allah taksiratını affetsin, Lewis Carrol’dan yürüttüm.
Alis Harikalar Diyarında işte bu cümleyle başlıyor, ben sadece Alis ve ablasının yerine, Abbas ve Abdullah’ı koydum.
Ortadoğu’da yaşıyoruz, bizim bu coğrafyada da içinde konuşma ve resim olmayan kitap bir halta yaramaz.
Kim bilir, belki de iyi felsefe yapamıyor olmamızın nedeni, günümüz Türkçesi değildir, içinde resim ve konuşma olmayan kitaplardan hoşlanmıyor olmamızdır.Neyse, sözü uzatmayacağım, Abbas, bizim Kedi Bekir ile karşılaşır, namı diğer Sebastian Carlos!
Aralarında şöyle bir konuşma geçer ki bu tapeleri de Bay Lewis’ten temin etmiş bulunuyorum.
Abbas: Lütfen söyler misin bana, buradan ne yana gidebilirim?Kedi Bekir: Bu gitmek istediğin yere bağlı.
Bütün bir İslam dünyasına çağrılar yapıldı, cihatçı şiddet ile aralarına bir mesafe koymaları öğütlendi. İslam dünyasına hâkim olan şiddet havasını sorguladık, bunu çözecek olanın da en başta Müslümanlar olduğunu söyledik, dinledik.
İnsanlığın büyük bölümü “ama” diyerek, terörü haklı çıkaracak değerlendirmelerden uzak durdu, böyle yapanlar kınandı.
Görüşlerimde bir değişiklik yok, son terörist saldırıdan önce de böyle diyordum, şimdi de böyle düşünüyorum.
Ancak bir “ama” hâlâ orta yerde duruyor ve müsaadenizle “ama” deme hakkını da kullanmak istiyorum.Bu, terörü mazur gösterecek, teröristlerin hareketlerine bir anlam kazandıracak bir “ama” değil tabii.
Batı dünyasına hâkim olan çifte standart ile ilgili bir “ama” hakkımız var çünkü.
Dünyanın her yerinde olduğu gibi, demokratik Batı dünyasında da ırkçılar var ve onların günümüzde nefretlerini en çok ortaya koyabildikleri insanlar Müslümanlar.
Aslında Müslümanlardan nefret ettikleri kadar, Afro–Amerikanlardan da, Yahudilerden de nefret ediyorlar ama o kamuoylarında bu nefretlerini ortaya koymaları kolayca mümkün olamıyor.Yahudi düşmanı tasarımcı Galliano’nun başına gelenleri hatırlayalım. Yahudiler ile ilgili sözlerinin benzerlerini Müslümanlar için söylemiş olsaydı, normal hayatına devam ediyor olacaktı. Buna kuşku yok.
Bu teröristlere karşı büyük bir gövde gösterisi aslında.
Yürüyüşe katılması için Fransa’ya davet edilen Başbakan Ahmet Davutoğlu, havaalanında gazetecilere şunu söyledi:
“Bu saldırıyı Müslümanlara yönelik bir karşı kampanyaya çevirmek isteyenlere karşı oradaki mevcudiyetimiz de bir cevap olacaktır. Bu saldırıyı istismar ederek Müslümanlara karşı bir kampanya başlatılmasına karşı da orada olarak en güçlü cevabı vermiş olacağız.”Başbakan’ın sözleri, İslam dünyasına egemen olan bir “ana akımın” fikirleriyle malul.İslamcı terörist militanların işlediği tekil ya da çoğul
cinayetleri, getirip “İslam düşmanlığı”na, “İslamofobiye” bağlamak şeklinde ortaya çıkan bir sorun bu.
“İnançlara saygı gösterilsin” gibi genel kabul görmesi gereken bir noktadan hareket ediyor ama vardığı yer gelip “bazı saygısızlar nedeniyle terörün kendine hayat ortamı bulduğuna” dayanıyor!En iğrenç suçları bile “ama”sız kınayamayan bir bakış bu.
Cinayetlerin işlendiği ülkenin, vatandaşlarını terör saldırısında kaybetmiş ülkenin Cumhurbaşkanı bile açıkça, “bu cinayetler ile İslam arasında bir bağ kurulamaz” derken, Türkiye’nin Başbakanı, cinayeti protesto etmesinin nedenini getirip, “islamofobiye” bağlıyor.
Böyle yapıyor, çünkü İslam dünyasına hâkim olan şiddetin, otoriter yönetimlerin, iki yakasını bir türlü bir araya getirememiş olmasının gerçek nedenlerini tartışmaya bile niyeti yok.Ne diyeyim:
“İslami simgelerin açık ve aleni bir şekilde bu eylemi gerçekleştirenler tarafından kullanılması, bir algı manipülasyonudur. Algı mühendisleri, katillere dinimizin simgelerini telaffuz ettirerek akılla alay ediyorlar” dedi.
Başkan’a göre “eylemi gerçekleştirenlerin amacı Müslümanların en temel kavramlarını zapt etme, çarpıtma ve dönüştürme”.
Başkan Görmez’in bu tespiti, “İslam’a karşı kurulan bir komplo”dan kuşkulandığını ortaya koyuyor.
Belki “kuşku” demek bile eksik kalabilir, neredeyse böyle bir komplodan emin gibi.
Yani birileri var, hadi buna moda deyişle “üst akıl” diyelim, bunlar bazı tipleri İslamcı militan kılığında eylem yapmaya ikna ediyorlar ve onlar da gidip İslamofobi yaratmaya zemin oluştursun diye insanları katlediyorlar!
“Paranoyak olmanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez” diye bir söz var ama Başkan’ın bu yaklaşımı, tipik bir komplo teorisidir.
Başına gelen kötülüklerden başkasını sorumlu tutmak şeklinde ortaya çıkan bir komplo teorisi bu.
Evet, bu saldırının bizim bildiğimiz, anladığımız İslam ile bir ilişkisini kuramayız.
Ama bizim bunu İslam dışı görüyor olmamız, saldırganların İslamcı olduğu gerçeğini değiştirmiyor.Savunmasız insanları acımasızca öldürürlerken tekbir getirmeleri, cinayetleri Hz. Muhammed’in intikamını almak için işlediklerini söylemeleri bir gerçek ve ne yazık ki bu tür katillerin sayısı hiç de azımsanamaz.
Okulları basıp çocukları öldürebiliyorlar, camileri bile patlatabiliyorlar, kendilerince “din dışı” gördükleri herkese karşı acımasızlar.Bunu da din için yaptıklarına inanıyorlar.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, saldırının ardından yaptığı açıklamada şunu söyledi:
“Avrupa’yı özellikle tehdit eden, Avrupa’da halkları ve değerleri tehdit eden başka bir unsur ise yıllardır vurgulamaya çalıştığımız, altını çizdiğimiz, her platformda hatırlatmaya çalıştığımız, Avrupa’da birçok bölgede artan ırkçılık, yabancı düşmanlığı, ayrımcılık ve İslamofobidir.”Bakan yanılıyor. Bu bir “Yumurta mı tavuktan çıktı, tavuk mu yumurtadan çıktı” problemi değil.
İslamofobiyi doğuran ve besleyen temel şey, bu tür İslamcıların yarattığı terörden başka bir şey de değil.
Evlerinde otururken İslamcı militanların işlediği cinayetlerin, kör terörün sonuçlarını televizyonlarında seyreden sıradan insanların, yazımın başında sözünü ettiğim gibi bir ayrımı yapabilmeleri mümkün mü?
“Açık kaynaklardan” yaptığım araştırmaya göre bu “kumpas” şöyle kurulmuş olmalı:Önce eski Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan’ın evine ayakkabı kutuları içinde 2.5 milyon Euro ve 2.5 milyon dolar para yerleştirildi.
Ayakkabı kutuları yetersiz kalmış olmalı ki paraların bir bölümünü de banyo liflerinin içine doldurdular.
Zavallı Süleyman Aslan ve eşi, polisler evlerine gelip arama yapana kadar bu kadar paranın farkına bile varamamıştı.Yoksa daha önceden fark etmiş olsalar, tezgâh oracıkta açığa çıkardı, ama kısmet işte!
Bu kadar ayakkabı kutusunu bir araya getirebilmek için Fethullahçılar gidip çok sayıda ayakkabı aldılar.
Ayakkabıları kime dağıttıklarını bilmiyoruz. O ayakkabıları bugün kim giyiyorsa, onların da bulunması ve darbe girişimine iştirakten soruşturulmaları gerekiyor, bunu da savcıların dikkatine sunarım!
Bununla kalmadılar tabii.
Bir yolunu bulup, eski İçişleri Bakanı Muammer Güler’in oğlunun evine de girmeyi başardılar.Eve yerleştirdikleri boyum büyüklüğündeki çelik para kasalarını hangi vinçle o kadar kata çıkarabildiler, bu da bir muamma. O vinç operatörü her kim ise, o da bulunmalı ve darbeye iştirakten soruşturulmalı.
Kayıp astsubayın IŞİD’in elinden kurtarılması nedeniyle MİT’e teşekkür edince de, seyirciler tarafından “İşte ordu, işte komutan” tezahüratlarıyla alkışlandı.
Kiziroğlu Mustafa Bey’den apartma Davutoğlu Ahmet Bey de buna karşılık olarak “İşte millet, işte hizmetkârınız” diye yanıt verdi.
Tabii bu “hizmetkârınız” sözünü çok ciddiye almayın, milletin hizmetinde olduğunu söylemek istiyor, yoksa gidip sarayda “butler” olarak çalışacak değil!
Başbakan, AKP içinde tartışmalar yaratmak isteyenlerin bulunduğuna da dikkat çekti!
Ve onlara 4. Murat’a atfedilen bir dörtlükle yanıt verdi:
“Geçme namerd köprüsünden / Ko aparsın su seni / Yatma tilki gölgesinde / Ko yesin aslan seni.”
Dün Davutoğlu’nun bu konuşmasını dinlerken dışarıda kar yağıyordu, ben de nostaljik duygularla karı seyrediyordum.
Mahkeme de suçtan zarar görmüş olabilecekleri kanaatini getirdi ve Erdoğan’ın kişisel, Başbakanlığın kurumsal olarak davaya müdahil olabileceklerini kabul etti.
Dünya ne kadar küçük, insan dediğin varlık bakıyorsun bir gün burada, öteki gün diğer tarafa geçivermiş!
Hatırlar mısınız, şimdi bu davada birbirlerine “hasım” olan iki ekip bir arada, kardeşçe yaşarlarken de böyle bir “müdahil” olma talebi yine mahkeme tarafından kabul edilmişti.Albay Dursun Çiçek’in hazırladığı iddia edilen “irtica ile mücadele eylem planı” davasına AKP müdahil olarak katılmak istemiş, avukatların bu talebi de mahkemece uygun görülmüştü.
O vakitler bu davaya esas olan belgenin düzmece olduğu, bir “kumpas” ile karşı karşıya olduğu ileri sürülüyordu ama AKP, belgenin gerçek olduğunu, bu nedenle suçtan zarar gördüğünü ileri sürüyordu.
“Kumpas”ın ortağı olarak hareket ediyordu, şimdi ise müdahil olduğu davaya esas olan belgenin “kumpas” olduğunu söylüyor!
Eskinin suç ortakları, şimdi mahkemelerde birbirlerine “müdahil” oluyorlar!Bir zamanlar maziye bak, ne kadar şendiler!
Müdahil değil, sanık olmalıydılar