Daha önce böyle bir şey hiç duymamıştım. Kumlu ve çok zayıf killi toprağın sarsıntı nedeniyle bir tür sıvıya dönüşüp üzerindeki binaları taşıyamaz hale gelmesini anlatmak için kullanılıyordu.
Geçen gün Verda Özer, Hürriyet’teki yazısında da “sıvı modernite” kavramından söz ediyordu.
Polonyalı sosyolog Zygmunt Bauman’ın yarattığı bir kavram bu.
“Akışkan zamanlarda” yaşadığımızı savunuyor, toplumdaki değişimin modern zamanlarda giderek daha hızlı olduğunu anlatan bir kavram bu.
Sözkonusu olan bizim toplumumuz olunca, daha da anlam kazanan bir cümle bu.
Zaten bizim ülkemizde, politikacıların ve kamu yöneticilerinin en çok güvendikleri şey de budur.
“Unuturlar” diye güvenirler ve çoğunlukla da haklı çıkarlar, insanlarımız unutur.
17 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonunda ortaya çıkanların zamanla unutulacağını bildikleri için buna bir sürü kulp da taktılar. Siyonist oyunu da dediler, darbe girişimi de.
Ama aynı zamanda “Arşiv unutmaz” diye de bir söz var.
Oraya dönelim ve 17 Aralık 2013 tarihinde nelerin ortaya çıktığını bir kez daha hatırlayalım:
-Halkbank Genel Müdürü’nün evinde ayakkabı kutuları içine saklanmış 4.5 milyon dolar nakit para.
Davutoğlu’na göre, bu ittifak “terör ile İslam’ı özdeşleştirmek isteyenlere en iyi cevap” olacakmış.
Bu ittifakın merkezi Suudi Arabistan’ın Riyad kenti olacak ve operasyonlar oradan yönetilecek.
Henüz kimin ne kadarlık bir askeri güçle ve hangi kapsam içinde bu koalisyonda olacağı belli değil ama şu belli: Koalisyonda İran, Irak ve Suriye yok!
Böyle bakınca bunun bir “Sünni koalisyon” olarak değerlendirilmesi de mümkün tabii.
Koalisyona ilk elde katılacak 34 ülke belli oldu. Bütün bu görüşmelerin bugüne kadar kamuoyundan saklanabilmiş olması da bir başka ilginçlik.
Bu bir askeri koalisyon olduğuna göre, ortaklar “sahada” askeri bir harekât yapacaklar demektir.
O “kara parçalarının” nereler olacağı da belli: Irak, Suriye, Libya, Afganistan ve belli ölçüde Mısır.
Suriye içsavaşının başladığı ilk günlerdeki görüntülerden ne farkı var?
PKK’lılar otomobili olanların anahtarlarını da ellerinden aldıkları için yaya olarak yaşadıkları kentleri terk ediyorlar.
Binlerce insan, ellerinde taşıyabilecekleri çantalara doldurabildikleri birkaç parça eşyayı alarak, hayatlarını terk etmek zorunda kaldılar.
Bir bölümünün gidecek yeri vardır elbette, yakın akrabalar, tanıdıkların evlerine sığınacaklar.
Öyle bir olanak bulamayanların başlarını bu kış kıyamette nereye sokacakları da belirsiz.
Bu görüntünün bir tek nedeni var: PKK’nın, “özyönetim” ilanı ile, savaşı yeni bir aşamaya geçirmek ve kentlere yaymak isteği.
Halk bu nedenle perişan oluyormuş, masum insanlar ölüp gidiyormuş, umurlarında bile değil.
Belli ki kimse ona söylemiyor, bu “çift başlılık” meselesini çözmenin daha basit bir yolu var, onu da ben söylemiş olayım: Anayasa’ya uymak yeterli!
Mesela Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde, böyle bir konudan şikâyet ettiğini hiç duymadık.
Ne onun şikâyet ettiğini duyduk, ne zamanın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün.
Çünkü iki taraf da Anayasa’ya uyuyordu.
Sorumlu olan Başbakan, sorumsuz olan Cumhurbaşkanı idi.
Herkes Anayasa’da kendisine tarif edilen görevi yerine getiriyordu ve “çift başlılık” gibi bir sorunumuz yoktu.
Mesela o dönemde Erdoğan, Başbakan ve AKP Genel Başkanı olarak ne isterse yapabiliyordu.
Aslına bakarsanız o tekzibi bugün de yayınlayabilirdim ama biliyorsunuz cumartesi günleri daha “eğlenceli” konulara değinmek istiyorum. Hafta sonunda biraz tebessüm etmek, biraz duygusallaşmak hepimize iyi geliyor diye.
Mesela, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun tekzip metnindeki şu cümleyi hatırladıkça gün boyunca tebessüm etmekten kendimi alamadım:
“Kurulumuzun siyasi iktidarın güdümünde olduğu, hukuk dışı saiklerle hareket ettiği ve yargı bağımsızlığı için tehdit oluşturduğu anlamına gelecek ifadeler, Anayasa’nın 159. maddesi ve 6087 sayılı Yasa’nın 1. ve 3. maddeleri uyarınca bağımsızlığı ve tarafsızlığı güvence altına alınan Kurulumuza yönelik ağır bir iftira mahiyetindedir.”
Ne diyeyim, onlar beni güldürdü, Allah da onları güldürsün!
HSYK’nın tekzibi, Sümeyye Erdoğan’a suikast konulu yalan haberi yayınlayan gazeteciler hakkında dava açan savcıların, başka göreve verilmesi ile ilgili yazıma yönelik.
Bir sürü laf salatası içinde savcıların başka göreve verilmesinin HSYK tasarrufu olmadığı, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın işlemi olduğu anlatılıyor.
Evet, bu doğru. Savcıların görev yerini değiştiren Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı.
Bir kadın, kendisini çok ama çok sevdiğini bildiği bir erkeğe karşı kayıtsız kalabilir mi?
O erkeğin adı Cary Grant idi, sinemanın gelmiş geçmiş en yakışıklı erkeklerinden biri!
Tempo dergisinin aralık sayısında Cary Grant ile Sophia Loren’in birlikte oynadıkları “Yüzen Ev” isimli filmden bir kareyi görünce yaklaşık bir yıl sonra aynı soruyu tekrar hatırladım.
Bir kadın, kendisini çok sevdiğini her fırsatta ortaya koyan bir erkeğe kayıtsız kalabilir mi?
Sophia Loren’in anılarına bakılırsa kalınabiliyormuş.
Eğer o kadın bir başka erkeğin de kendisini o derece sevdiğine inanıyorsa tabii!
Cary Grant ile Sophia Loren, Madrid’de bir film çekimi sırasında tanışmışlardı.
“Gurur ve İhtiras”
Mahkemenin iddianameyi kabul edip etmeyeceğini elbette şu anda bilebilmemize olanak yok.
Ancak bu iddianamenin, aynı konuda üçüncü kez hazırlandığını, Başsavcılığın eksikliklerin tamamlanması için üzerinde ciddiyetle durduğunu biliyoruz.
İddianame ile ilgili en önemli sorun, bildiğimiz bütün çok sanıklı davalarda olduğu gibi bir “hesaplaşma” için mi hazırlandığı yoksa bir suçu ve ihmali gerçekten aydınlatmak için mi hazırlandığıdır.
Mahkeme süreci başlayıp savcılık elindeki delilleri ortaya koyduğunda, sanıkların savunmalarını da dinlediğimizde daha iyi anlayacağız.