En son olarak Yeni Şafak’ın Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, uçağın düşürülmesindeki asıl amacın Putin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın “karizmalarının çizilmesi” olduğunu ifşa etti!
“Rus uçağının düşürülmesinde asıl hedef, Erdoğan ile Putin’di” diye yazdı.
Selvi’nin komplo teorisine göre “Rus uçağının düşürülmesinde gri alanlar var.”
Buradan yola çıkıyor ve uçağın başka önleyici tedbirler alınmadan neden vurulduğunu sorguluyor.
Kuşkusuz ki iyi hatırlanacak işler de yaptılar ama kötü hatırlanacak işleri de var.
Bunların başında da suçsuz insanların, kurulan türlü tezgâhlarla uzun süreler hapiste tutulması gelecek, buna hiç kuşku yok.
Askerler, aydınlar, gazeteciler, bu iktidar döneminde suçsuz yere hapislerde süründüler.
Şimdi bunların bir bölümünden “paralel yapı” dedikleri cemaati sorumlu tutuyorlar.
Ahmet Hakan, “başkanlık sisteminin yararlarını” saydı, vay sen misin böyle söyleyen!
Hemen “döndüğünden” söz ediliyor.
Aslına bakarsanız dönülen bir yer de yok.
Sorun sadece o yazıyı okuyanların yazarın neyi anlatmak istediğiyle ilgilenmiyor olmaları.
Şöyle bir mantık yürütüyorlar belli ki: Recep Tayyip Erdoğan’a karşılar, madem o başkanlık sistemi istiyor, o zaman biz de istememeliyiz!
Başkanlık sistemini istemiyorlar ama bugünkü haliyle “Türk tipi parlamenter sistemin” bir garabet olduğunu, mutlak surette düzeltilmesi gerektiğini de düşünmüyorlar.
Erdoğan, yarın fikir değiştirip “Türk tipi parlamenter sistemde devam” kararı verse, belli ki bu kez ona da karşı çıkacaklar.
Ain’t no body!
Alman DJ Felix Jaehn’in bir “feat”i bu, Jasmine Thompson söylüyor.
“Kimse beni, senden daha iyi sevemez” diye tekrarlayıp duruyor Jasmine.
“AB nihayet Türkiye’nin restini anladı ve kesenin ağzını açtı. Ne demiştik? Sınırı açar, tüm Suriyeli mültecileri üzerinize salarız.”
Kendisi hukuk profesörü olur, biliyorsunuz.
Bu zarif mesajı da olgunlaşmış bir hukuk bilgisinden süzülüyor zaten.
Kuzu’nun 3 milyar Euro’luk AB göçmen yardım programından heyecanlandığı belli oluyor.
“Rusya bu tür iftira kampanyaları ile kendi inandırıcılığını yitiriyor. Mesela Sayın Putin’in, Türkiye’nin DEAŞ’tan petrol aldığını söz etmesinin hiçbir inandırıcılığı yok.”
Cumhurbaşkanı bu konuda iddialı konuşuyor. Bu nedenle Türkiye’nin, IŞİD’den “resmen” petrol almadığını söylemek yanlış değil.
Ancak, Obama da Paris’teki basın toplantısında bir soru üzerine şunu söyledi:
“Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Türkiye ve Suriye arasındaki sınırı kapatma ihtiyacı konusunda defalarca görüşmem oldu. Bu konuda ciddi ilerleme gördük ama halen bazı boşluklar var. Özellikle de yabancı savaşçılar için halen bir geçiş noktası ve terörist eylemlerini finanse etmek için IŞİD tarafından yakıt nakletmede kullanılan yaklaşık 98 kilometre var.”
Aynı gün ABD Senatosu’nda da Suriye ve Irak’taki ABD stratejisi ile ilgili bir oturum vardı.
ABD Savunma Bakanı Ash Carter, senatörlere bilgi verirken şunu söyledi:
“Türkiye, epey geçirgen sınırını kontrol etmek için daha fazlasını yapmak zorunda.”
Polisin eğitiminde ve kullandıkları taktiklerde sorun var!
Gazetelere yansıyan haberler, iki polisi şehit eden katillerin arandığını ve o gün Sur ilçesine gelecekleri bilgisinin polislere verildiğini gösteriyor.
Nitekim katiller bir taksi ile geldiklerinde polisler herhangi bir önlem almadan araca yaklaşıyorlar. Üzerlerinde çelik yelek bile yok.
Katillerin silah kullanarak kaçmaya çalışacakları düşünülerek, çevrede tertibat da alınmamış.
Çevrede yeterli önlem alınmış olsaydı, taksi durduğunda hemen harekete geçmek yerine, katillerin açık alana çıkmalarını beklemek ve sonra harekete geçmek mümkündü.
Çünkü her şeyden önce operasyona katılan polislerin can güvenliklerini korumak gerekirdi.
Ama bunların hiçbiri yapılmadı ve iki polis yok yere hayatlarını kaybetti, küçücük çocuklar babasız kaldı.
İzin verirse kendisine Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nin 2007 yılında kabul ettiği bir kararı hatırlatmak isterim. Kararda şöyle deniliyor:
“Resmi sırların korunmasında devletin sahip olduğu meşru çıkar, ifade özgürlüğünün sınırlandırılması için bir bahane oluşturmamalıdır. İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumda yolsuzlukları, insan hakları ihlallerini, çevreye verilen zararları ve iktidarın başka kötüye kullanılma yollarını teşhir etmek bakımından önemlidir.”
“Avrupa”, sanıyorum “dünyanın her yeri” kavramını kullanacağımız zaman bakmamız gereken daha önemli bir yer olmalı.
Elbette “dünyanın her yeri” derken Suudi Arabistan, Sudan, İran, Rusya filan gibi ülkeleri kastetmiyorsak!
Başbakan, zaten herkese malum olmuş bir olay ile ilgili belgeleri açıkladıkları için Cumhuriyet Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün yargılanmalarına da karşı değil.
Evet, “Tutuksuz yargılama esastır” diyor ama gazetecilerin bu nedenle yargılanmasını doğru bulduğunu da ihsas ediyor.
Ona izniyle iki ayrı AİHM kararı hatırlatmak isterim.