Paylaş
Suriye içsavaşının başladığı ilk günlerdeki görüntülerden ne farkı var?
PKK’lılar otomobili olanların anahtarlarını da ellerinden aldıkları için yaya olarak yaşadıkları kentleri terk ediyorlar.
Binlerce insan, ellerinde taşıyabilecekleri çantalara doldurabildikleri birkaç parça eşyayı alarak, hayatlarını terk etmek zorunda kaldılar.
Bir bölümünün gidecek yeri vardır elbette, yakın akrabalar, tanıdıkların evlerine sığınacaklar.
Öyle bir olanak bulamayanların başlarını bu kış kıyamette nereye sokacakları da belirsiz.
Bu görüntünün bir tek nedeni var: PKK’nın, “özyönetim” ilanı ile, savaşı yeni bir aşamaya geçirmek ve kentlere yaymak isteği.
Halk bu nedenle perişan oluyormuş, masum insanlar ölüp gidiyormuş, umurlarında bile değil.
Kentlerin sokaklarına hendekler kazarak, barikatlar inşa ederek, insanların yaşadıkları evleri mevzi olarak kullanmak için aralarındaki duvarları yıkarak ilan ettikleri “özyönetim” süresince sayısız genç militanını kaybetmesi de örgütün umurunda değil.
Şehit olan polisler, askerler de!
Bölgede yaşayan halkı zorunlu canlı kalkan haline getirmek gibi alçakça bir tezgâhın da içindeler.
Bunun hiçbir sonucunun olmayacağının, bu girişimle bir şey elde edemeyeceklerinin elbette farkındalar.
İstedikleri iki halkın demokrasi içinde birlikte yaşama iradesini parçalamak, yok etmek.
HDP’nin haziran seçimindeki başarısının uyandırdığı demokratik umudu ezmek, yok etmek istiyorlar.
Biliyorlar ki demokratik siyaset öne çıktığı sürece artık Kandil’deki savaş ağalarına hareket alanı kalmayacak.
Bölgedeki gelişmelerden de yararlanarak kendi konumlarını güçlendirme telaşındalar, onun için kaybolup giden canlar, yakılıp yıkılan tarihi eserler, yok olan kentler umurlarında bile değil.
Halkın katılmadığı bir “özyönetim” icat etmişler, Kürtlerin geleceğe yönelik umutlarını ezmekten başka bir dertleri yok.
‘Barış sürecinin’ şimdi tam zamanı!
DÜNYA yüzünde kendisine “devlet” diyen hiçbir oluşum, ülkesinin bir bölümünde kentleri silahla işgal etmeye kalkışan bir harekete müsamaha göstermez, gösteremez.
Bunu yapmak demek, ülke topraklarının bir bölümündeki egemenlik haklarından vazgeçmek anlamına gelir.
Türkiye’de de devlet, elbette böyle bir şeye müsamaha etmez, etmemelidir.
Ama bunu yaparken devlet olduğunu, meşruiyetinin kaynağının Anayasa ve kanunlar olduğunu unutmamalıdır.
Özyönetim ilan edildiği için birer savaş alanına çevrilen kentlerde yaşayanların can güvenliğinden devlet sorumludur.
Suçlu ile suçsuzu ayırt etmek, suçsuzların kılına zarar gelmemesini sağlamak, devletin önceliği olmalıdır.
Duvarlara yazılan ırkçı sloganlar, küfürlü anonslar, silahlı kutlamalar, rastgele açılan ateşle sivillerin ölümlerine neden olmak, devletin meşru mücadelesine zarar verir.
Recep Tayyip Erdoğan, başkan olma sevdasıyla barış sürecini “buzdolabına” kaldırdı!
Şimdi onu oradan çıkarmanın tam zamanıdır.
Bu örgütü marjinalize etmek ve zarar verdiği halkla arasına mesafe koymanın tek çaresi bölge halkına vaat edilen demokratik açılımların hayata geçirilmesidir.
Halkın özgürlük ve demokrasi talepleri, bir terör örgütünün keyfine kurban edilmemelidir.
‘Ne istedilerse veren’ özür dilemeli
-ANKARA Cumhuriyet Savcısı’nın hazırladığı iddianameye göre 2005 yılından itibaren 2010 yılına kadarki merkezi sınavların çoğunluğunda usulsüzlük yapılmış, sorular çalınmış.
LYS, SBS, OKS gibi öğrencilere yönelik sınavların yanı sıra hâkimlik ve savcılık, polis okulları ve Genelkurmay’a memur alımı ile ilgili sınavların büyük bölümünde sorular önceden elde edilmiş ve bugün “paralel yapı” diye tanımlanan cemaat üyelerine, dershaneler aracılığıyla dağıtılmış.
Savcılığın elindeki delillerin ne olduğunu şu an için bilemiyoruz ama bu sonuç sürpriz sayılmamalı.
Şundan dolayı: Hatırlarsınız, 2010 yılındaki KPSS’de bazı öğretmen adaylarının kopya çektiği iddiaları ortaya çıktığında zamanın Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü’nü makamına çağırmış, kopya çekenlerin bulunmasını ve dosyanın da önce kendisine getirilmesini emretmişti.
Başbakan’ın o emri vermesinden sonra her hafta bu köşede, KPSS hırsızlığıyla ilgili gelişme olup olmadığını sordum.
Kimse yanıt vermedi. Dosya hazırlanmış ama bir sümenin altına sürülmüştü.
O dosyaların açığa çıkması için 17–25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk operasyonunun başlaması gerekti!
Belli ki bir taraf öbürünün yolsuzluklarına göz yummuş, diğer taraf da bunun karşılığında sınav hırsızlarını koruma atına almıştı.
Rüşvet ve yolsuzluk operasyonu ile birlikte ittifak orta yerinden ayrılınca, bütün kirli çamaşırlar ortalığa saçıldı.
Hırsızlıklar, rüşvet ve yolsuzluklar, sahte belgelerle açılan davalar, sınav hırsızlıkları ve bin bir türlü pis iş!
Şimdi “paralel ile hesaplaşma” çerçevesinde sınav hırsızlıkları ortaya çıkıyor, dava açılıyor.
Sınav hırsızlıklarının zamanında ortaya çıkarılmasını engelleyenler nerede?
“Ne istedilerse veren” siyasi sorumlu, o sınavlarda hakları yenen on binlerce insandan bir özür olsun dilemeyecek mi?
Paylaş