Bunu bir üst akıl idare ediyor. Mesele nedir? İslam dünyasında bir mezhep çatışması olsun ve İslam dünyası kendi içinde paramparça olsun” dedi.
Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de yaşananların bunun eseri olduğunu söyledi.
Yani “bir üst akıl” öyle dümenler çeviriyor ki Müslümanların birbirlerine girmesini sağlayarak borusunu öttürebiliyor!
Bu “üst akıl” belli ki çok akıllı olmalı. Acaba kim olabilir?
“47 kişi idama mahkûm edilmiştir. Türkiye’de bir idam müessesesi yok. Doğrudur veya yanlış ayrı bir müessese. Suudi Arabistan’daki idamlar bir iç hukuk meselesidir.
Bunların kararını tasvip edip etmemek ayrı bir konu. Mısır’da bini aşkın idam kararı verildi. Ey dünya, bunu niye konuşmuyorsun? Halkının yüzde 52 oyuyla bir Cumhurbaşkanı’dır. Cumhurbaşkanı sıfatını taşıyan birisi idama mahkûm edildi. Terörist miydi?”
Cumhurbaşkanı bir defa yanlış hatırlıyor.
Mısır’da verilen idam kararlarını kınamayan ülkelerin başında Suudi Arabistan geliyordu.
Dünyanın bütün demokrasileri, Mısır’daki yargılama tiyatrosuna tepki gösterdi, idam kararlarının hemen geri alınmasını talep etti.
Ama Suudi Arabistan ve Katar gibi Sisi destekçilerinden tıs çıkmadı. Hatta bunlar milyarlarca dolar vererek darbeci Sisi’ye arka da çıktılar.
Mısır bu kararı infaz edecek olursa bu da Suudi rejiminden aldığı destekle mümkün olabilecek.
Evet, böyle şeylerden herkes endişe duymalı.
Kendine “devletim” diyen her yapı, ülkesindeki diplomatların ve onların görev yaptığı binaların güvenliğini sağlamakla yükümlüdür ve böyle saldırılara göz yumulması kabul edilebilir bir durum değildir.
Ancak Dışişleri’nin açıklamasında Suudi Arabistan’daki idamlardan hiç söz edilmiyor.
İdam edilenler arasında, şiddeti reddeden, mücadelesini politik alanda sürdüren bir din adamı da var.
Zaten karışıktı, iyice karıştı demek daha doğru belki de.
Hatırlayacaksınız, bundan kısa bir süre önce de Türkiye, Katar ile bir askeri anlaşma imzaladı ve Katar’da “ortak düşmana karşı” bir askeri üs kuracağız.
Türkiye ile Katar arasındaki 3 bin 600 kilometrelik uzaklık dikkate alındığında “ortak düşmanın” kim olduğunu merak ettiğimi sormuştum.
Yanıtını bulmak çok zor değil.
1– Başkanlık sistemi Türkiye’yi uçurur, gelişmiş ülkeler böyle yönetiliyor.
2– Üniter devlette de başkanlık sistemi olur.
Cumhurbaşkanı’na bu akılları veren danışmanları kimlerdir bilmiyorum ama G-20 ülkeleri içinde hem “üniter devlet” olup hem de “başkanlık” sistemiyle yönetilen bir tek Endonezya var. Endonezya da “gelişmiş” ülke sayılmaz, kişi başına milli geliri bizimkinin dörtte biri kadar!
Biz önce bir “uçma” faslına bakacağımız için G-20 üyesi olup başkanlık sistemi ile yönetilenlere gidelim.
Rusya Federasyonu: Yarı başkanlık sistemi ile yönetilen bir Federal Cumhuriyet. 85 federal bölüme sahip. Federasyon, kendi anayasası ve parlamentosu ile başkanı bulunan 21 otonom cumhuriyet, yerel yasama organı ve başkanı bulunan 46 oblast, 9 kray, 4 özerk okurg, 1 özerk oblast, 3 federal şehirden oluşuyor.
Güney Afrika: Dört bölgeli federatif cumhuriyet. Üç ayrı başkenti var. Pretoria idari başkent, Cape Town yasama başkenti, Bloemfontein adli başkent.
Güney Kore: Bir başkan tarafından yönetilir, sıkı bir güçler ayrılığı vardır. Ve yarı özerk “yerel hükümetler”in kendilerine ait yasama ve yürütme organları vardır.
“Üniter devlette başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok. Şu anda bunun zaten dünyada örneği var. Yani Hitler Almanya’sına baktığınızda orada da bunu görürsünüz.”
Aynı gün Başbakan Ahmet Davutoğlu da şöyle konuştu:
“Doğru olan başkanlık. Parlamenter sistemden kaynaklı otoriter yapı da olur, Hitler Almanya’sı gibi.”
İki cümleyi üst üste okuyunca eminim sizin de kafanız karıştı.
Hitler Almanya’sı, başkanlık sistemi miydi, yoksa parlamenter sistem mi?
Cumhurbaşkanı, başkanlık diyor, Başbakan parlamenter! Bu bir bilgi yarışması olsaydı, Cumhurbaşkanı elenmiş, yarışı kaybetmiş olurdu.
Çünkü, Hitler, Cumhurbaşkanı von Hindenburg tarafından, parlamentonun içinden atanmış bir başbakan idi!
Değişiklik yöntemi ve 12 Eylül yasalarının temizlenmesi ile ilgili olarak görüş birliğine varmışlar, parlamenter sistem mi, başkanlık sistemi mi konusunda anlaşamamışlar.
Öne şunu söylemeliyim ki Başbakan ile ana muhalefet liderinin 2 saat 15 dakika medeni bir görüşme yapabilmiş olmaları sevindirici bir gelişme.
Herkes çatışmadan, kavgadan yoruldu ve artık oturup sakin ve medeni bir şekilde sorunlarımızı çözmek zorundayız.
Siyaset de esasen bunun için yapılır, sorunları çözmeyi hedefler, kavgayı değil.
Başbakan Davutoğlu, Kılıçdaroğlu’na “Sayın Cumhurbaşkanımızı çok sert sözler ile eleştiriyorsunuz, bundan rahatsızız, eleştiri dozunuzu biraz düşürün” demiş.
Umarım aynı şeyleri Cumhurbaşkanı’ndan da rica ediyordur.
Hangimiz “dünyanın en çok hakarete uğrayan” bir Cumhurbaşkanı’na sahip bir ülkenin vatandaşı olmak isteriz ki zaten?
Tatilin son günü gelmiş ve yapılmayı bekleyen bir sürü ödevin başında can sıkıntısı ile kalemini kemiren bir çocuk gibiyim.
Aslında bu duyguya hiç de yabancı değilim. Bütün öğrencilik hayatım böyle geçti.
Sadece tatiller mi? Hayır, hafta sonlarını da böyle geçirdim.
Pazar akşamları saat 5 olup da mütalaa zili çaldığında ben maçtan ya da sinemadan dönüyor olurdum.
Pazar akşamlarının hüzünlü bir sessizliğe gömdüğü okulun bahçesinde, yüksek ağaçların altındaki yoldan yatakhaneye doğru yürürken, bütün hafta sonu yapılmamış ödevlerin acısı –belki de korkusu– çökerdi yüreğime.
Her defasında kendime aynı sözü verirdim: Gelecek hafta ödevleri cumartesi akşamından yapacağım! Ya da: Gelecek yıl tatilde her gün bir saatimi ödevlere ayıracağım!
Gazetede köşe yazısı yazmaya başladığımdan beri, demek ki 20 yıldır, 31 Aralık günleri eğlenceli şeylerden söz etmek istiyorum.