Daha önce sizlere söz etmiştim, ruhumun tuhaf bir tarafı bu.
Sabahları uyanırken dilimde hep bir şarkı oluyor, bazen neşeli, bazen acıklı. Bazen Türkçe, bazen herhangi bir lisanda!
O andaki ruh durumumla da ilgisini kuramıyorum. Canım çok sıkılmışken yatıyorum, sabah bir de uyanıyorum ki dilimde “Zeytinyağlı yiyemem aman!”Şahane geçmiş bir gecenin ardından gözlerim kapanıyor, sabah açılıyor ki dilimde “Acılı bir bakış yerleşirse eğer!”Bunun için henüz bir psikiyatra danışmış değilim, biraz daha yaşlanınca onu da yapacağım elbette ama henüz gerek görmüyorum.
Aslına bakarsanız hoşuma da gidiyor.
Sabahları uyandıklarında tepe sersemi gibi davranan, “Afyonum patlamadı” diye çevrelerine terslik yapanları bu nedenle anlayamıyorum.
Zaten “Afyonum patlamadı” sözünün anlamını da tam olarak bilmiyorum.
Merak etmiyor değilim ama insan hayatında bunun nasıl bir ruh durumuna işaret ettiği ile ilgili bir fikrim yok.
Eda Işık’ın haberine göre adını açıklamayan bir AKP yetkilisi, Başbakan Erdoğan’ın aslında dar bölge seçim sisteminden yana olduğunu ama “Türkiye henüz buna hazır görünmediği için” yüzde 5 barajlı ve 5 milletvekilli daraltılmış bölge sistemine sıcak baktığını söylüyor.
Bunu okuyunca “Neden hepimizi seçim sistemine hazırlık kursuna göndermiyorlar” diye düşünmedim değil!
Acaba televizyonlardaki o saçma sapan kamu spotlarının yerine, “seçim sistemlerine hazırlık kursu” mu yayınlansa?
Ya da sınavı kim yapmış da Türkiye’nin daha demokratik bir seçim sistemine hazır olmadığına karar vermiş?Bir de şunu merak ediyorum tabii: Diyelim ki “hazırlıksız olarak” karşımıza yeni bir seçim sistemi çıktı! Ne yaparız? Üstümüzü başımızı parçalayarak kaçar mıyız?
Yoksa “görmemişin yeni doğan oğluna yaptığı gibi”, sistemin bir yerlerini çekip koparır mıyız?
Bir kez daha görüyoruz ki ne kadar nutuk atarsa atsın, Başbakan da, AKP yöneticileri de aslına bakarsanız “vesayetçi”!“Bu milletin her şeye layık olduğundan, milletten korkmamak gerektiğinden” filan söz ediyorlar ama sıra “demokrasiye” geldiği zaman kendilerinden öncekilerle aynı ağzı konuşuyorlar: Efendim, Türkiye henüz buna hazır değil!Hazır olup olmadığına, ne zaman hazır olabileceğine de tabii kendileri karar veriyorlar.
Çünkü onlar, biz sıradan vatandaşlara göre algıları daha açık, eğriyi doğruyu hepimizden iyi bilen, ne zaman terleyip, ne zaman su içebileceğimize bile karar verme hakkını kendilerinde gören üstün insanlar!
Bir haberi takip etmenin, kendisine söylenen resmi açıklamalar ile yetinmeyip olayın her detayının peşinde koşmanın bu meslekte
ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.
Eğer onun ısrarlı takibi olmasaydı, Eskişehir’de bir karanlık sokakta hunharca katledilen Ali İsmail Korkmaz’ın katilleri şu anda serbestçe geziyor olabilirlerdi.Gazetecilerin bu tür işlere burunlarını sokmalarından hoşlanmayan çok olur.
Bu olayda da böyle oldu,en başta da Eskişehir Valisi Güngör Azim Tuna geliyor.
Olayı örtbas etmek istercesine “Kendi arkadaşları dövdü” diye demeç veren Vali Tuna’nın hesabından, İsmail Saymaz’a bir e–posta gönderilmiş.
“Birbirlerini dövdüler” sözlerinin hatırlatılmasına kızmış.
“Yine rahat durmuyorsun” deniyor, hız alınamıyor tehdit de geliyor: “Yerin altı da var unutma, eninde sonunda orada görüşeceğiz!”“Yerin altı” tehdidinin ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz!
Bu nedenle Başbakan’ın açıkladığı demokrasi paketini yetersiz bulsam da olumlu karşıladığımı yazmıştım.
Bazı okuyucular bu görüşümden hoşlanmadılar. “Satılmışlık” ile başlayan, “Köşeni korumak için geri adım mı atıyorsun” sorusuna kadar varan eleştirilere ve hakaretlere maruz kaldım.
Buna alışkınım.
Çünkü bizim memlekette bir düşünceyi savunmak kolay değildir, o düşünceyi beğenmeyenlerin hakaretlerini göze almanız gerekir. Ne yapalım, canları sağ olsun.
Tabii bir de şu var: AKP’den ne ölçüde bir demokratik paket bekliyorduk ki, bu ortaya çıkan paket nedeniyle hayal kırıklığına uğrayalım?Bu partinin bu konudaki tutumu “kendine demokrat” olmak ile ilgilidir, daha fazlası değil.
Sokaklarında insanların coplandığı, biber gazına tutulduğu bir ülkenin iktidarından söz ediyoruz.Gazetecilerin iktidarın kaş göz işaretiyle işlerinden edildiği bir ülke!
Bir pankart asanın üç yıl hapiste yatabildiği bir ülke!İnsanların güvenilirliği şüpheli gizli tanıkların ifadeleriyle ömür boyu hapis cezası alabildikleri bir ülke!
Türkiye, uzun yıllardır demokratikleşme çabası içinde ve atılan her ileri adımın desteklenmesi gerektiğini savunuyorum.
Bu paketi yetersiz bulmamız, paketin tümüne karşı çıkmamız ve küçümsememiz gibi bir sonuç yaratmamalı.
Demokrasi mücadelesi dediğimiz şey böyledir zaten, her ileri adım bir sonraki adımın hazırlayıcısı olur, toplumun demokratikleşme konusundaki tutumunu içselleştirmesine yardım eder.Bu nedenle diliyorum ki Başbakan’ın açıkladığı pakette öngörülen düzenlemeler hızla yapılabilsin.
Başbakan, paketi açıkladığı konuşmasında “Her şeyin bir zamanı var” anlamına gelecek sözler de söyledi.
Bugüne kadar demokratik talepler, iktidarda kim olursa olsun böyle karşılanıyordu.
“Türk toplumu buna hazır değil, zamanı gelince her şey yapılacak” gerekçesini duymadığımız siyasi lider ve siyasi eğilim kalmadı diyebiliriz.
Sorunumuz budur aslında: Türkiye’de gerçek bir demokrasi olursa sanki her şey çığırından çıkacakmış gibi düşünülüyor.
Amaçları toplumda kargaşa yaratmak, kardeşi kardeşe kırdırmak ve memleketin mütedeyyin insanlarını tahrik etmekti.
Cinsel fantezilerle süslü bir halüsinasyonu, gerçekmiş gibi pazarlamaya çalıştılar.Bellerinden üstü çıplak, ellerinde deri eldivenler olan, başlarına siyah bantlar takmış, sayıları 70’ten fazla bir grup erkek!Kadını taciz etmekle kalmıyor, bir de üzerine çişlerini yapıyorlardı.Hatırlayacaksınız, önce “Elimizde bu saldırının görüntüleri var” demişlerdi.
Sonra “Hayır, görüntü filan yok” dediler. MOBESE kameraları bozukmuş vs.
Geçen gün ilginç bir şey oldu.
Aynı binada çalıştığımız bir genç, emniyete çağrıldı.
Gayrettepe’deki binaya gittiğinde çağrılma nedeninin, “Kabataş’ta taciz edilen türbanlı kadın” ile ilgili olduğunu öğrendi.
Meğerse bu genç, iki arkadaşı ile birlikte olayın olduğunun iddia edildiği gün saat 19.48’de saldırıya uğradığını iddia eden kadının yanından geçmiş.Polis onları kolayca bulmuş, çünkü üzerlerindeki Beşiktaş formasında isimleri de varmış.Polis, gençlere kadının anlattığı türden giyimleri olan kişiler görüp görmediklerini, yardım çağrısında bulunulduğunu duyup duymadıklarını filan sormuş.
Hepsi çok konuşan bu İtalyan ailenin arasına nasıl olduysa karışmış bir Japon aşçı programı şöyle sonlandırdı:
“Çikolata ve peynir yemek, şarap içmek, âşık olmak! Yaşamak budur.”İki cümle arasında İtalyanlara özgü bir vurguyla “Basta!” demeyi de ihmal etmedi, “Yeter!” anlamında.
Çikolatanın bulunduğu her yere kendi karakterini yansıtan nasıl güçlü bir yiyecek olduğunu hepimiz biliyoruz.
Bazı “kişiliksiz” peynir türlerini bir kenara bırakacak olursak peynir de öyle.
Zaten her kılığa girebilen bir tür süt ürününe peynir demek ne kadar doğru onu da bilmiyorum.
Gurmeler belki bu görüşüme sinirlenebilirler ama “Tatlının içine de konsa olur, tuzlunun içine de konsa gider” türünden kişiliksiz peynirleri ben peynirden saymıyorum.
Şarap ise biliyoruz ki zaten canlı bir yaratık. En kötüsü bile kendi içinde yaşamaya devam eden, kendine özgü karakterini yıllar içinde daha da güçlendiren bir canlı organizma.
Madem herkes en çok sevdiği yerde yaşayacak, o zaman bu ekibin de çöle gitmek gibi bir hakkı olmalı!
Söylediği bu sözün, geçmişin faşizan “Ya sev, ya terk et” sözünden farklı olmadığını düşünmüş müdür acaba?
Yoksa “amacını aşan bir söz” müydü?
Başbakan çevrecilere “Git ormanda yaşa” dedi ama en azından İstanbullu çevreciler için gidecek pek bir yer kalmadığının farkında olması gereken ilk kişi de kendisidir.
İstanbul neredeyse 20 yıldır Recep Tayyip Erdoğan zihniyetiyle yönetiliyor ve burası artık ormanların çevrelediği bir kent değil.Bir tür alışveriş merkezi cangılına dönüştü, bunu yapan da Erdoğan zihniyetidir.
Rant uğruna hiç gerekmiyorken İstanbul’un ormanlık son alanlarından birine havaalanı yapılacak.
Ne kadarlık bir alanın kesilip yok edileceğini yakında göreceğiz.