Paylaş
Haberleri takip ediyorum, bu işten mutlu olmayan bir tek bizim yöneticilerimiz var.
Dünyanın önde gelen ülkeleri, diplomasiye bir şans daha verilmesi nedeniyle, Suriye’nin elindeki kimyasal savaş stoklarını vermesinin beklenmesinden yanalar.
Suriye’de bir savaştan en çok zarar görecek ülkenin yöneticilerinin, savaşa bu kadar istekli olmasını, neyle açıklamalıyız?
Ortaya çıktı ki Suriye’de kimse kimseyi yenemeyecek.
Amerika’nın “gönüllülerle” birlikte sınırlı bir askeri müdahalede bulunması da aynı şekilde dengeleri değiştirmeyecek.
Bunun bir tek anlamı var: Daha çok insan ölecek.
Çocuk, kadın, erkek ayrımı yapmadan siviller ölecek.
Biz neyi istiyoruz? Ölümlerin devam etmesini mi, yoksa Suriye’de silahların susup demokratik akılla bir çözüm bulunmasını mı?
Böyle bir tabloda, silahların susup barış görüşmelerinin başlamasını en çok desteklemesi gereken ülke de kuşkusuz ki Türkiye olmalı.
Bir yandan muazzam bir mülteci sorunumuz var, diğer yandan Suriye’nin parçalanmasının yaratabileceği tehlikelere açık durumdayız.
Ama öyle yöneticilerimiz var ki artık ne Suriye’deki sivillerin hayatını düşünüyorlar, ne de memleketimizin bu işten uğrayacağı zararı!
İyice şiştiği için artık patlamak üzere olan egolarını tatmin etmek peşindeler!
Polis gaz ile sıvıyı ayırt edememiş!
ADANA’da ele geçirilen ve El Nusra Cephesi’ne ait olduğu ileri sürülen 2 kilogram sarin gazı ile ilgili yazımın yayınlandığı gün Taraf’ta Fırat Alkaç’ın konuyla ilgili bir haberi yayımlandı.
Olayla ilgili 12 kişi gözaltına alınmış, beş kişinin tutuklanmasına karar verilmişti.
Avukatlarının itirazı üzerine beş tutukludan dördü daha serbest bırakılmış.
Adliyemiz için ilginç bir durum.
Haklarında her türlü delil toplanmış, iddianameleri yazılmış birçok sanık için tutuklu yargılama kararı verilirken, daha iddianame bile yazılmadan sanıkların itiraz üzerine bırakılmaları beklenmeyen bir durum!
Kolayca kimse için uygulanmayan kanun hükümlerinin hatırlanmasını bir kenara not edelim. Demek ki yargıçlar bir “kaçma” durumundan şüphelenmemişler.
Ama haberde şöyle bir ayrıntı da var: Serbest bırakılanlar Suriye’ye geçip El Nusra’ya katılmışlar! Sanırım, mahkemeye çağrıldıklarında geri gelecekleri düşünülmüş.
Bir başka ilginçlik yakalanan maddenin “biçim değiştirmesi”!
Polisin sarin gazı zannettiği ve Libya’dan getirildiğini belirlediği şey meğerse antifrizmiş!
Dışişleri Bakanı da daha ilk günden zaten “bir otomobil teknolojisi ile ilgili antifriz benzeri bir sıvı” olduğunu söylemişti.
Polisin sıvı ile gazı birbirine karıştırması birinci gariplik.
Bu yaz sıcağında Suriye’ye götürmek için Libya’dan antifriz kaçakçılığı yapmak ise bir tür Karadeniz fıkrası olmalı.
Bu işte bir tuhaflık var, bakalım sonunda ne çıkacak?
Bir gizli tanık yeterli
RAHMETLİ Cumhurbaşkanı Turgut Özal’a suikast davası başladı. Davanın bir tek sanığı bulunuyor: Emekli Tuğgeneral Levent Ersöz.
Hatırlayacaksınız, Adli Tıp incelemesinde Turgut Özal’ın zehirlendiğine ilişkin bir bulgu elde edilememişti.
Ama elde bir gizli tanık ifadesi var, dava ona dayanıyor.
Gizli tanığın ifadesine göre aslında davanın sanıklarından biri de Semra Özal olmalıydı.
Çünkü “gizli tanık” şöyle anlatıyor:
“Savaş isimli şahıs bana, Semra Özal’ın birtakım kişilerle uygunsuz beraberlikleri, bilgi ve görüntülerinin kullanılarak şantaj yaptırıldığını, bu olayın içerisinde kendisinin de yer aldığını, hatta suikast işinin MGK’da yer alan birçok komutanın yönlendirmesiyle Teoman Koman’ın, MİT ve JİTEM’de yetkilendirilerek gerçekleştiğini, olayın CIA ve MOSSAD’ın bağlantı ve katkılarıyla yapıldığını, aynı şekilde güvendiğimiz İrfan, Ahmet ve isimlerini net bilmediğim 3–5 kişilik arkadaş grubu ortamında söyledi.”
Gördüğünüz gibi ifadeyi okudukça olası sanık sayısı da artıyor: Yarbay olduğu söylenen Savaş isimli şahıs, Teoman Koman, MGK’da yer alan komutanlar (ki bunlar Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları olmalı). Ayrıca olayı bildikleri halde bunu saklayan İrfan, Ahmet ve isimleri hatırlanmayan 3–5 kişilik arkadaş grubu!
Bu ekip Turgut Özal’dan zehirlenmeden önce elde ettikleri bazı saç kıllarını da Semra Özal’a vermiş ki, gerektiğinde kendisini kurtarabilsin diye!
Savcılık demek ki gizli tanığın ifadesinin bir kısmının doğru olduğuna inanmış, diğer kısımlarının palavra olduğunu düşünüyor.
Buna nasıl karar vermişler, ellerinde ifadeyi destekleyecek başka ne maddi deliller var, iddianamede yazılı olmadığı için bilemiyoruz.
Gerçekten merak ediyorum, bir hukuk devletinde böyle bir dava açılabilir miydi, mahkeme o iddianameyi kabul edip yargılama kararı verebilir miydi? Hiç sanmıyorum!
Ortaya çıkıyor ki kimsenin özgürlüğünün bir güvencesi yok.
Bir gizli tanık ve sizi içeri tıkmaya azmetmiş bir savcı, hayatınızın bir bölümünü hapiste geçirmeniz için yeterli!
Allah sonumuzu hayretsin!
Paylaş