Kareye 15 erkek sığmış, daha çok da olabilirdi elbette ama “o an” böyle kaydedilebilmiş.
Kadın etrafında olan bitenin elbette farkında ama mümkün olabildiğince farkında değilmiş gibi yürüyüşüne devam ediyor.
Erkeklerin ilgisi tartışılmaz. Kimisi daha maço, sanki taciz ederler gibi. Kimisi ise sadece beğeniyle bakıyor.
Bir kadın o anda ne hisseder? Çaresizlik? Taciz? Beğenilmenin verdiği gurur? Güzelliğine olan inancını tazeleme olanağı?
Frankfurt, Almanya’nın en güzel kenti değil kuşkusuz. Ama en çirkini de sayılmaz.
Berlin, Hamburg gibi kentlere göre sakin, Köln, Hannover gibilerine göre “capcanlı” bir şehirdir, severim.
Buraya yılda en az bir kere geliyorum, Kitap Fuarı için. Fuar alanının kapısında akreditasyon kartımı alıp, içeri girince bir başka dünyaya gelmiş gibi oluyorum.
Dünyanın en büyük kitap fuarı, gerçek anlamda bir fuar. Burada telif hakları alınır, satılır, fiziksel olarak kitaplar değil.
Bizde sırf indirimli kitap satmak için düzenlenen şeye neden “fuar” deniliyor da “panayır” denmiyor, bunu da bilemiyorum. Sanıyorum bunun sebebi “fuar” kelimesinin “panayır”a göre daha “zarif” olduğunun düşünülüyor olması.
Ben kelimelere kendi anlamlarının dışında böyle anlamlar yüklenmesinden hoşlanmam ve “panayır” kelimesinin de hakkını yedirtmem ama gücüm de bir yere kadar tabii!
Panayır, belirli zamanlarda kurulan, içinde eğlencelerin de düzenlendiği, malların sergilendiği, alışveriş de yapılan büyük pazar anlamına gelir.
Sanıyorum dünyanın her yerinde benzer şekilde oynanıyor. Bütün dünyayı dolaşmış değilim elbette ama belli bir süre geçirdiğim birbirinden tamamen farklı kültürlerde tanık oldum ki oyunun temeli aynı. Bir ebe var, saklanan bir ya da daha fazla kişi.
Her yerdeki adı aynı mı, çocuklar oralarda da ebe olmak istemezler mi, onu da bilmiyorum tabii.
Mustafa Oğuz ile birlikte, Asya’nın en doğu ucundaki Viladivostok’ta “akşam yemeği için iyi bir lokanta” sorduğumuz otel resepsiyonisti bize “Kuku Restaurant Bar”ı önermişti mesela.
Kızın ne istediğimizi gerçekten anlayıp anlamadığını kapıdaki güvenlik müdürüne bir kez daha sorma ihtiyacı hissetmiştik. Meğerse lokantanın adı, o bölgede çocukların oynadığı, bizim saklambaca benzer bir oyunmuş.
Benim çocukluğumda saklambaç oyununda ebe olmak hiç iyi ve makbul bir durum sayılmazdı. Çocuklar için hâlâ öyle midir bilmiyorum ama şunu söylemeliyim ki bu yaşımda “saklanmanın” değil, “aramanın” önemli olduğunun farkındayım.
Aramak eylemi aktiftir, saklanmak ise pasif.
Saklanmak kolaydır.
“Biz, öyle bir davanın mensuplarıyız ki bu dava adeta iğne ile kuyu kazılarak bugünlere ulaşmıştır. Başımızı asla öne eğmeyecek, dava taşını gediğine koyana kadar mücadele edeceğiz”.Bu sözleri söylediği yer, partisinin TBMM grubu. O salonu dolduran milletvekillerinin bir bölümü, çok uzun yıllar öncesinden beri Başbakan ile “aynı davanın” mensubu, bunu biliyoruz.
Başbakan’ın siyaset sahnesinde ilk göründüğü yer, Erbakan’ın Milli Görüş hareketini temsil eden dernekler ve partiler.
O günlerde Erdoğan’ın nasıl bir siyasi çizgi izlediği sır değil.
O yıllarda “demokrasiyi hedefe varana kadar binilecek bir tramvay” gibi gördüğünü de kendisi söyledi, kimse uydurmadı.
Ama hatırlayacaksınız daha sonra “Milli Görüş gömleğini” çıkardığını söyledi.
Bir özeleştiri vs. yapmadı, hangi konulardaki fikrinin neden değiştiğini açıklamadı ama “O gömleği çıkardım” dedi.
Sonrası zikzaklar içinde geçti.
Kendisine yöneltilen suçlama “polise mukavemet.”
Hatırlarsınız, İzmir’de karakolda kendisini döven polislere karşı direnen kadın da aynı şekilde “polise mukavemet” suçu ile yargılanıyor.Böyle sayısız örnek var. Özellikle de barışçı bir gösterinin, polis tarafından dağıtılması sırasında eyleme katılanlardan gözaltına alınanlara karşı kullanılıyor.
Bir polis devletiyle, hukuk devletini birbirinden ayıran çizginin, birinci tarafında yaşayanlar için hiç de şaşılacak bir durum değil bu.
Bizim ülkemizde de böyle oluyor.
Pınar T. ile ilgili olayda, polis yoldan geçen bir kadını çevirip, gözaltına almaya kalkışıyor.
İtip kakarak, şiddet uygulayarak polis otobüsüne bindirmeye çalışıyor.
Pınar bu durumda ne yapmalıydı?Hazreti İsa gibi kendisine bir tokat atana öteki yanağını mı çevirmeliydi?Ya da karakolda dayak yiyen kadın, öylece durup dayağın bitmesini mi beklemeliydi?Haksızlığa uğrayan her insan, buna karşı iyi kötü bir direniş gösterir. Üstelik o haksızlık, şiddet ile de destekleniyorsa!
Başbakan’ın onaylamadığı gösterilere katılan oyuncuların rol aldığı diziler yayından kaldırıldı.
“Onaylanmayan” Gezi Parkı konulu kapak yapan dergi kapatıldı.
Şimdi de AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in “çok aşırı bulduğu” bir giysiyi giyen yarışma programı sunucusu işinden atıldı.
Memleketimiz, maşallahı var, “ileri demokrasi” yolunda hızla ilerliyor!
Konuşmalarına bakarsanız bir melekler ordusu tarafından yönetiliyoruz ama bir kaş işaretleri ile insanlar işlerinden atılıyor, diziler kaldırılıyor, dergiler kapatılıyor.
Hüseyin Çelik hatırlayacaksınız bir gün önce şöyle konuşmuştu:
“Dün bir kanaldaki yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez”.“Dünyada kabul edilmez” dediği giysi bir tuvalet.
Bunu hepimize hatırlattığı iyi oldu.
Madem başımızda bir “dünya lideri” var ve madem dünyanın medeni ülkelerinde olmayan antidemokratik kısıtlamaları kaldırmaktan da hoşlanıyor, elimizde uzun bir “iş listesi” olmalı.
Nereden başlasam, bir taraf eksik kalacak ama madem bir ucundan demokratikleşmeye başladık, seçimimi “toplantı ve gösteri hürriyetinden” yana yapıyorum.
Demokratik dünyanın neresinde barışçı toplantı ve gösteri yapanlara, biber gazı marifetiyle kimyasal savaş açılıyor?Madem başladık sormaya devam:
Demokratik dünyanın neresinde, hükümetlerin baskısıyla gazeteciler işlerinden atılıyor?
Demokratik dünyanın neresinde güvenilirliği şüpheli gizli tanıkların ifadeleriyle insanlar hapse mahkûm edilebiliyor?Demokratik dünyanın neresinde bir pankart astığı ya da bir mitinge katıldığı için insanlar “terörist” diye hapse atılıyor?
Demokratik dünyanın neresinde, yargıçlar ciddi suç kanıtlarını görme ihtiyacı duymadan iletişim özgürlüğünü kısıtlıyor?Demokratik dünyanın neresinde, ülke vatandaşlarının dini hakları, başka ülkelerin kendi vatandaşlarına yaptıklarına misilleme olsun diye askıya alınabiliyor?
11 yıllık AKP iktidarının kamu kesiminde izlediği istihdam politikasının özelliği, tek kelimeyle özetleyecek olursak “partizanlık” oldu.
Siyasal yakınlık, kamu kesiminde liyakatin ve bilginin önüne hiçbir dönemde bu kadar geçmemişti.
Bunun yanı sıra önemli bir gelişme de kamu kesiminde üst düzey görevlerdeki kadın sayısının azalmasıydı.Bugün iktidarda olan zihniyetin en belirgin düşüncesi zaten “Kadının yeri evidir” şeklinde özetlenebilir.
Bir yandan kamu kesiminde yönetici pozisyonların partizanca dağıtılmasındaki ısrarın, diğer yandan “Kadının yeri evidir” düşüncesinin doğal sonucu bu oldu.
Şimdi kamu kesiminde kadınların türban takabilmelerine olanak sağlayacak düzenlemeler bunu ne kadar değiştirecek, göreceğiz.
Kişisel görüşüm, çok şey değişmeyeceği yönündedir.
Hiçbir icracı bakanlığa bugüne kadar herhangi bir kadın bakan tayin etmeyen zihniyet, aynı yolda ilerleyecektir.