Paralel evrende yaşayan bir bakan

DIŞİŞLERİ Bakanı Ahmet Davutoğlu, Suriye helikopterinin düşürülmesinin ardından şöyle konuştu:

Haberin Devamı

“Kimse bir daha Türkiye’nin sınırlarını ihlal etme cüretini gösteremeyecektir. Bu konuda her türlü tedbir alınmıştır!”
Dışişleri Bakanı bizimle aynı dünyada değil, bir başka paralel evrende yaşıyor olmalı.
Türkiye’nin, Irak ve Suriye ile olan sınırı bir tür yolgeçen hanı sayılabilir.
Hatta diyebilirim ki bu iki ülke ile Türkiye arasındaki sınır kapılarından yasal olarak gelip geçenlerin sayısı, sınırın diğer bölgelerinden elini kolunu sallayarak girip çıkanların yanında devede kulak kalır!
Irak sınırı malum. Bugünün işi değil, uzunca bir zamandır bu durumda.
PKK istediği zaman girip, istediği zaman çıkıyor. Devlet gözetiminde mal götürüp getiren kaçakçıları saymıyorum bile.
Suriye sınırı da aynı durumda!
Suriye’de içsavaş başladığından beri kaç göçmenin oradan geçip Türkiye’ye geldiğinin sayısını bile tam olarak bilemiyoruz.
Mülteci kamplarına yerleştirilenlerden daha fazlası Türkiye’nin değişik kentlerine yayılmış durumdalar ve kimse onlara sınırı geçerlerken “Yolculuk nereye” demedi.
Sınırın iki yakasında Ortadoğu’nun Peşaver’i oluşurken de durum farklı değildi. Sabah güneş doğarken Suriye’ye savaşmaya giden militanların, akşam olunca Türkiye’ye geri dönüp istirahata çekildikleri de bir sır değil.
Yaklaşık biner kişilik gruplar halinde yapılan akaryakıt kaçakçılığını da saymıyorum.
Sınırımız elek olmuş, Bakan Bey her türlü tedbirin alındığından söz ediyor!

Haberin Devamı

İktidarın yapamadığını gazeteciler mi yapacaktı?

BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, geçenlerde yaptığı bir konuşmada savcılara bir tür talimat verdi: “Şimdi 28 Şubat’ta sermayenin katkısı yok muydu, yazılı ve görsel medyanın katkısı yok muydu? Hani bazı beşliler vardı, beşli çeteler diye başlıkların atıldığı dönem yok muydu? Ben onlar niye yargılanmıyor diye hâlâ şaşıyorum. 28 Şubat’la ilgili niye onlar hesaba çekilmiyor diye merak ediyorum” dedi.
Savcıların bu talimatı üzerlerine alıp almayacaklarını henüz bilemiyoruz.
Eğer Başbakan’ın bu emri (ya da hayali diyelim) yerine getirilirse ilginç bir durum ile karşılaşacağız.
Gazetecilerin, işlerini yaparken attıkları başlıklar, yazdıkları yazılar yargılanacak.
Şimdiye kadar yargılanan gazeteciler için “Onlar gazeteci değil terörist” diyorlardı, bu gerçekleşirse de sanırım “Onlar gazeteci değil, darbecidir” diyecekler.
Tabii bir de şu var: 12 Eylül’ün darbeci generallerinden hayatta olanlar yargılanıyorlar, biliyorsunuz.
Ama nedense kimsenin aklına 12 Eylül darbesine açık destek verenleri, darbecileri evinde ağırlayan gazetecileri yargılamaktan söz etmek gelmiyor.
TBMM’nin darbeleri araştıran komisyonunun raporunda, bir askeri darbeye en çok basın desteğinin verildiği dönem olarak 27 Mayıs sonrasına işaret ediliyor. Ama bu konuda da dava açılmasını isteyen kimse olmadı. Neden acaba?
Amaç “darbecileri destekleyenleri” yargılamak mı, yoksa bugünün bazı muhalif isimlerini itibarsızlaştırmak mı?
Yargılanması istenen gazetecilerin kim oldukları aşağı yukarı belli!
Onlara atfedilen suç, bazı generallerin söyledikleri sözlerin gazetelere manşet yapılmış olması.
Bu da tuhaf bir durum: Bir general çıkıp gazetecilere mesela “Gerekirse silah da kullanılır” diyecek, ama gazeteciler bunu duymazdan gelecek!
Dünyanın her yerinde böyle bir söz manşet olur, gazetecilerin kendilerini sansürlemesi beklenmez, bunun gereğini siyasal iktidar yapar.
Elinde iktidar gücü olanlar kuyruğu kıstırıp kenara çekiliyorlar ama askerlerle kavga etmek gazetecilere düşüyor! Nasıl bir mantık bu?
(Not: 28 Şubat döneminde yazdığım yazıları, Radikal’in internetteki arşivinden kolayca bulabilirsiniz.)

Haberin Devamı

Ödül gibi ceza!

GEZİ Parkı gösterileri sırasında hedef gözeterek gaz fişeği atan, gaz fişeğiyle bir çocuğu kör eden, savunmasız gençleri otoparkta döven 25 polis ile ilgili Emniyet Genel Müdürlüğü’nün idari soruşturması tamamlanmış.
Polislere bu eylemleri nedeniyle verilen idari ceza şu: 16 ay süreyle kıdem durdurma!
Elbette eğer amirleri izin verirse haklarında savcılık tarafından dava da açılacaktır ama şu anda Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verdiği idari ceza bundan ibaret.
Üç genci otoparkta yakalayıp, dakikalar boyunca tekme, tokat, cop ile döven polisler, aslında işkence ve kötü muamele yaptıkları için cezalandırılmalıydılar.
Yaptıkları basit bir görev kusuru değil, alenen işkenceydi.
Demek ki Emniyet Genel Müdürlüğü, bu eylemi basit bir görev kusurundan farklı görmemiş!
İnsanlara karşı hedef gözeterek gaz fişeği atmak, ateşli silahla yaralamaktan daha farklı bir suç değildir.
Sonu ölüme varabilecek bir girişimdir ve öyle cezalandırılmalıydı.
Emniyet Genel Müdürlüğü bu konuya böyle yaklaşıyorsa, karakollarda işkence ve kötü muamele nasıl önlenecek?

Yazarın Tüm Yazıları