Paylaş
“Hacı hacıyla Mekke’de buluşur, dervişler tekkede buluşurlar. Öyle anlaşılıyor ki darbeciler de Kahire’de buluşuyor.”
Bu siyasi kadronun ilginç işleyen bir kafa yapısı var.
Söyleyecekleri sözlerin nereye gideceğini hiç düşünmeden konuşuyorlar, eğer sonradan başları o sözlerle derde girerse de “Amacımı aştım” deyip sıyrılıyorlar.
Ama bu söz pek öyle amacını aşmış gibi de görünmüyor.
Hacının hacıyla Mekke’de buluştuğunu, dervişlerin de tekkede buluştuklarını en iyi onlar bilebilir çünkü.
Ama hafıza ile ilgili de bir sorun olduğu su götürmez. Kim bilir belki hafızaları güçlüdür de, milletin hafızasız olduğunu düşünüyorlardır.
Böyle olmasaydı, öyle konuşmazdı çünkü.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin hakkında soykırım ve insanlık suçlarından yakalama kararı verdiği Sudan Devlet Başkanı Beşir ile dünya yüzünde en çok buluşanlar onlar çünkü.
Adam yakalanma korkusuyla hiçbir yere gidemiyor ama Ankara’yı komşu kapısı yaptı.
Bu durumda El Beşir ile Erdoğan, hacı mı oluyorlar, derviş mi?
Eskiden adı Esad olan şimdinin Esed’i, eskiden de acımasız bir diktatördü, ülkesini demir bir eldivenle yönetiyordu.
O devirde, batı dünyası Esad’ı “haydut” kabul ederken, en yakın dostları da bizim AKP’lilerdi.
Saraylarda beraber yenen yemekleri, özel uçaklarla davetiye götürmeleri, ortak bakanlar kurulu toplamaları hafızalarımızda taptaze!
Bu durumda kim hacı, kim derviş?
Kaddafi’yi filan saymıyorum. “Ödül alacağım” diye çadırına koşturdukları günlerin üzerinden ne kadar geçti ki?
Yani diyeceğim şu ki, bu hacı ve derviş benzetmesinin ucu daha çok yukarılara dokunuyor!
O dediğiniz şey var zaten
AKP Kayseri Milletvekili Sadık Yakut, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın “Bir buçuk milyarlık İslam dünyası ile bağları da kesip atıyorlar” açıklamasından ilham almış ve “Biz de Türk ve Müslüman ülkeler olimpiyatı düzenleyelim” demiş.
Üzüleceği bir haber vereyim: “İslamic Solidarity Game” adı verilen İslam oyunlarının üçüncüsü 12 gün sonra Endonezya’da başlıyor, ekim ayının ilk günü de kapanış töreni yapılacak. Acele ederse bilet bulup, izleme olanağına sahip olabilir.
Bu oyunların birincisi Suudi Arabistan’da düzenlenmişti ve 7 bin erkek sporcu katılmıştı, kadınlar elbette yarışmalara alınmamıştı!
İkincisi normal olarak Ekim 2009’da İran’da yapılacaktı ama Arap ülkeleriyle İran, Basra Körfezi’nin adının “Pers Körfezi mi, yoksa Arap Körfezi mi” olduğu konusunda anlaşamadıkları için oyunlar ertelendi. Araplar çekilince “Yarışmalar yapılmış sayıldı”.
Yani Endonezya’daki oyunların adı “üçüncü” olsa da aslında ikinci kez düzenleniyor!
Aslında daha tuhaf bir durum, ilk oyunlar da 12 Eylül’den sonra İzmir’de düzenlenmişti ama o nedense hiç sayılmadı.
Türkiye, bu ay Endonezya’da düzenlenecek oyunlara 2007’de talip olmuştu, Diyarbakır adaydı ama oyunları bize vermediler. Bundan sonraki de 2017’de Azerbaycan’da düzenlenecek.
Kadın sporcuların giysileri bu oyunların en önemli meselesi!
Zaten birçok İslam ülkesinde kadınların spor yapması hoş görülmediği için kadın atlet yok, olanı da yarıştırmıyorlar. Bazı uluslararası federasyonların forma kuralları ile mutabık olmadıkları için bazı yarışmalar zaten programa hiç alınamıyor.
Dün yazdığım gibi: Sahadaki sporculara bakınca bir oyun değil, bacak görmeye şartlandıkları için düzgün bir olimpiyat düzenleme olasılıkları hiç mi hiç yok!
El Nusra’nın sarin gazı unutulmasın
TÜRKIYE–Suriye sınırının, Ortadoğu’nun Peşaver’i olmaya aday olduğu eleştirilerini bu hükümet bugüne kadar ciddiye almadı.
Sınırda terör örgütleri cirit atıyor, her türlü lojistik ihtiyaçlarını karşılıyorlar vs.
Ve ellerinde kimyasal silahlar olduğunu da artık biliyoruz.
Zaten Adana Emniyeti’nin, Reyhanlı katliamının ardından başlattığı El Kaide ve bu örgütle irtibatlı El Nusra Cephesi’ne yönelik operasyonunda sarin gazı da ele geçirilmişti.
Gözaltına alınan 12 kişinin evlerinde yapılan aramalarda ele geçirilen sarin gazının miktarı 2 kilogramdı.
Bu haber gazetelerimizde de yayımlandı, hatırlarsınız.
Ama o günden beri bununla ilgili herhangi bir bilgi edinebilmemiz de mümkün olmadı.
Sanıklar bu gazı Türkiye’de mi kullanacaklardı, Suriye’ye geçirip orada mı kullanacaklardı, bilmiyoruz.
Merak ettiğim konu şu:
Suriye’de kimyasal silahların kullanıldığı ve insanların kitleler halinde öldürüldüklerinin ortaya çıkmasından sonra bu konuda özel bir çalışma yapıldı mı?
Yoksa, Esad’a karşı savaşan aşırı grupların elinde sarin gazı bulunduğu gerçeği örtbas mı edildi?
Paylaş