Mehmet Y. Yılmaz

Bu sözlere inanmak için tutarlılık ararım

29 Ekim 2013
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, Devlet Bahçeli’nin eleştirilerini yanıtlarken şöyle konuştu:

“Bu ülkede Ermeni Ortodoks vatandaşlarım var mı? Var. Ermeni vatandaşım vergi ödüyor mu? Ödüyor. Onun da inancının gereğini yerine getiresini sağlamak senin görevindir.”
Başbakan’ın bu gerçeği yüksek sesle söylemiş olması önemlidir.
Çünkü bu ülkede Yahudiler, Ermeniler, Rumlar, Süryaniler, sırf dinleri farklı olduğu için yıllardır ayrımcılığa uğruyorlar.
Herkes gibi vergi veriyorlar, askerlik yapıyorlar, seçimlerde oy kullanma hakları var ama yıllardır “içimizdeki yabancılar” gibi muamele görüyorlar.
Devletle işlerini Yabancılar Şubesi ve Dışişleri Bakanlığı ile görebiliyorlar, gerisini düşünün.
Elbette devletin, kendi vatandaşlarına ayrım gözetmeden dini inançlarını yerine getirme olanağı tanıması önemlidir ama yeterli de sayılmaz.
“Kiliselerini onarıyorum” demek, devletin diğer sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.

Yazının Devamını Oku

‘Diktatörleşme’ iddiası durduk yerde çıkmadı

28 Ekim 2013
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, “Bizi içeride ve dışarıda diktatörlükle suçlayanlara hodri meydan” dedi.

“Eğer bu ülkede diktatör varsa, buyursunlar bu diktatörü sandık yoluyla indirsinler” diye de ekledi.
Suçlama konusu, “diktatör olmak” değil, “diktatörleşme hevesi” şeklindeydi, önce onu hatırlatayım.
Ve sandık da tek başına yetmiyor, Putin de seçimle işbaşına gelmişti, Orta Asya diktatörlerinin hepsi de seçimle işbaşına geldi. Benzetmek fazla ağır olur ama Mussoloni ve Hitler’in bile seçimle geldiklerini de unutmayalım.
Meseleyi doğru tarif edelim ki, doğru bir sonuca ulaşabilelim derim.
Evet, sandık demokrasinin olmaz ise olmaz kuralı ama tek başına demokrasiyi kurtarmaya da yetmiyor.
Mısır’da askeri darbeyle seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi devrildi ve askerler bir yeni yönetim kurdular. Mursi döneminde yaptığı espriler nedeniyle hapse atılan komedyen Basim Yusuf da hapisten çıktı. Komedyen bu, durduğu yerde durmuyor tabii, bu kez de General Sisi ile dalga geçen bir skeç yaptı ve televizyonda yayımlandı. Muhtemelen yine hapsi boylayacaktır ama biz o kısmını bir kenara bırakalım.
Günümüz Türkiye’sinin televizyonlarının hangisinde, “seçilmiş” Erdoğan ile dalga geçecek bir skeç yayınlanabilir, onu düşünmeye çalışalım.Yanıtı belli: Birkaç muhalif kanal dışında hiçbiri yayınlayamaz, yayınlamayı akıllarından bile geçiremezler.

Yazının Devamını Oku

Karikatür kahramanı olmayın

26 Ekim 2013
PULITZER ödüllü Amerikalı karikatürist Jules Feiffer’in yarattığı antikahramanlardan biri karikatürde şöyle diyordu:

“Harika bir kızla tanıştım. Bütün dostlarıma ve çalışma arkadaşlarıma kendisinden söz ettim. Sokaktaki yabancılara bile kızdan bahsettim. Hemen herkese anlattım. Tabii kendisinden başka! Ona bu avantajı neden vereyim ki?”
Karikatür deyip geçmemenizi öneririm.
Karikatürler, toplumsal ve bireysel gerçeğimizi bizi dövmeden, canımızı acıtmadan yüzümüze vururlar.
Çoğu zaman güler geçeriz, üzerinde çok düşünmemiz de gerekmez belki ama unutmayalım ki bir karikatüre bakıp gülüyorsak, en azından acı da olsa tebessüm ediyorsak karşılığı hayatımızda mutlaka vardır.
Karikatürdeki bu sersemin yaptığı şeyi, gerçek hayatta yapanların sayısını hiç küçümsememenizi öneririm.
Özellikle de kadın–erkek ilişkilerinde ve daha da çok evlilik gibi uzun süreli ilişkilerde sıkça rastlanan bir durumdur.
Adam kadını güzel bulduğunu söyleyemez, kadın adamın iyi huylarını övemez, birbirlerini ne kadar sevdiklerini söylemeye de sanki dilleri hiç varmaz.Gerçekten hissettiklerini söylerlerse kendilerini, karşılarındaki insana göre daha yetersiz hissederler, ondandır diye düşünmeden edemiyorum.

Yazının Devamını Oku

Yedirtmem arkadaş!

25 Ekim 2013
Bir “Yedirmeyiz” lafıdır gidiyor.

Giderek daha sık duyuyoruz ama aslına bakarsanız toplumsal kültürümüzün önemli bir işareti bu: Arkadaşımı yedirmem!
Danışmanı Başbakan’ı yedirmiyor, Başbakan MİT Müsteşarı’nı yedirmiyor.
Şu aralar Genelkurmay Başkanı’na sinirlenenlerin gerekçesi de aslında aynı: Kimileri bazı arkadaşlarını “yedirmediği” için kızıyor, kimileri bazı arkadaşlarının “yenilmesine” göz yumduğu için!
Çalıştığınız şirkete, kuruma bakın, birilerini yedirmemek ya da yenilmesine göz yummak diye bakılıyor meselelere.
Kimse o kişi işini iyi ve layığıyla yerine getirmiş mi, yasalara uymuş mu, ahlaki bir tutum içinde mi, buna bakmıyor. Bir kabile dayanışması görüntüsü, günümüzün modern binalarının içinde sürüp gidiyor.“Bizden” olduğunu düşündüğümüz, varsaydığımız kişilerin eylem ve tutumlarını, “öteki” saydığımız ve karşısında olduğumuz kişilerin eylemleriyle aynı sonuçları veriyor olsa bile olumlama eğilimi içine giriyoruz.
Sureti haktan görünen cümlelerimizin orta yerine hep bir “ama” sıkıştırmamızın nedeni de bu.
Fons Trompenaars ve Charles Hampden–Turner’in, “Küresel İş Yönetimi ve Kültürel Çeşitlilik” (Çeviren: Zülfü Dicleli, Anadolu Grubu Yayınları) isimli kitaplarında bizimki gibi toplumlara hâkim olan kültür, “ilişki temelli, özelci” olarak tanımlanıyor.

Yazının Devamını Oku

Şimdi de kendi ‘süreciyle’ kavga ediyor

24 Ekim 2013
BAŞBAKAN Recep Tayyip Erdoğan, her gün azarlayacak birilerini bulabiliyor.

Askerde mesela böyle çok sinirli başçavuşlar vardır, ne yapsan beğendiremezsin.
Her okulda da böyle bir öğretmen bulunabilir, çocuklar karşısında tir tir titrer.
Her mahallede komşular arasında da her şeye sinirlenenler vardır, insana evini bile değiştirtir.
Ama iş Başbakan’ın sinirli olmasına gelince, durumu idare etmek o kadar kolay değil tabii.
Öyle bir huy geliştirdi ki, kavga edecek hiçbir şey bulamazsa, kendi icat ettiklerine sinirleniyor.
Son olarak kendi başlattığı barış sürecindeki ortağı ile kavgaya girişti.
Barış süreci diye tanımlanan gelişmeler başladığında herkes üzerine yeni doğmuş bir bebek gibi titriyordu, “Aman sürece zarar vermeyin” diye herkes birbirine ders veriyordu, hatırlarsınız.

Yazının Devamını Oku

Mahkemede duvara konuşmak!

23 Ekim 2013
REYHANLI’daki bombalı saldırıdan önce El Kaide’nin Suriye kolu Nusra cephesinin, Türkiye’de eylemler planladığına ilişkin istihbarat raporlarını kamuoyuna sızdırmakla suçlanan er Utku Kalı’nın yargılanmasına başlandı.

Er Kalı tutuklu olarak yargılanıyor.
Hakkındaki suçlama “gizli belgeleri” açıklamak.
Bilirkişi, mahkemeye sunduğu raporunda söz konusu belgelerin “devletin güvenliği, iç ve dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gerektiğini” yazmış.
Bu kadar ciddi belgelermiş, o zaman neden Nusra’nın faaliyetlerini engellemek için bir şey yapmamışlar ayrı mesele.
Elbette kararı mahkeme verecek, belgeler gerçekten böylesine önemli miymiş, değil miymiş?
İlk duruşma ile ilgili haberde dikkatimi çeken asıl husus şu: Normal olarak avukatlar, sanığın tutuksuz yargılanmalarını talep ederler.
Yine öyle olmuş ama mahkeme heyeti avukatları dinlemeden, daha önceden hazırlanmış kararlarını açıklamış: Tutukluluk halinin devamına!

Yazının Devamını Oku

Sorun Hakan Fidan değil

22 Ekim 2013
BAŞBAKAN Yardımcısı Bekir Bozdağ, “Fidanımızı yedirmeyiz” dedi.

Konu, ABD basınında çıkan yazılarda MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, İran ile işbirliği yaptığına ilişkin iddialar.
İddiaya göre MİT, İsrail hesabına çalışan 10 İranlı ajanın adını İran gizli servisine bildirmiş.
Doğru mudur, değil midir, önümüzdeki kısa vadede yanıtını alabileceğimiz sorular değil.
Ama şunu söyleyebiliriz: Eğer Türkiye’nin çıkarları için öyle yapmanın daha doğru olduğunu düşünmüşse bunu yapabilir.Cengiz Çandar, “Ortadoğu’da her şey mümkündür” diye yazmış, ben genelliyorum: İstihbarat dünyasında her şey mümkündür, dünyanın bu bölgesinde de mümkündür, öteki ucunda da.
Bu tür haberlerin yayınlanması ve bu tartışmanın başlaması da esasen Amerika ve İsrail’in “Hakan Fidan’ı yeme çabası” da değildir.
Hakan Fidan’ı görevden aldırsalar ne değişecek? Yerine yenisi gelir, aynı politikayı sürdürebilir.
Mesele, Obama yönetimini Ortadoğu’daki tercihleri konusunda sıkıştırmakla ve temel olarak Amerikan iç politikası ile ilgili olmalı.Bu tür haberlerin, yorumların asıl etkisi, Türkiye’de değil, Amerika’da ortaya çıkar çünkü.

Yazının Devamını Oku

Doğan görünümlü Şahin

21 Ekim 2013
ESKİDEN gazetelerin küçük ilan sayfalarında bazı ilanlarda böyle yazardı: Doğan görünümlü Şahin.

Tofaş’ın ürettiği Şahin modeli bazı aksesuvarlarla “upgrade” edilir, aynı fabrikada, aynı kasa üzerinde üretilen ve daha pahalı ve “havalı” olan Doğan’a benzetilirdi.
Türkiye’de yargının son durumuna bakınca, aklıma bu geliyor.Yargımız da bağımsızlık görünümü verilmiş ama aslında iktidarların dümen suyundan ayrılmayan bir durumda.
Tıpkı Doğan görünümlü Şahin gibi, aksesuvarlar yerinde ama gerçekten bağımsız değil.Son örneğini Ankara’da, belediyenin ODTÜ’ye karşı giriştiği savaşta bir kez daha yaşadık.
Bir gece yarısı, daha yasal süreçlerini tamamlamamış bir imar planı gerekçe gösterilerek ODTÜ arazisi adeta işgal edildi ve ağaçlar kesildi.
Oysa daha bir aylık askı ve altı aylık dava açma süreleri tamamlanmamıştı.
Bir hukuksuzluk ile karşılaştığınızda iki yol vardır: Ya kendi hakkınızı kendiniz ararsınız ki bu medeni toplumlarda kabul görecek bir yol değildir ya da yargının yardımını istersiniz.
ODTÜ yöneticileri de bir hukuk devletinde yaşadıklarını varsayarak savcılığa şikâyet dilekçesi vermeye niyetlenmişler.Ara ki savcıyı bulasın!Belli ki o sırada görevli olan savcı, dilekçeyi almamak için araziye uymuş, tam siper olmuş, ortada yok.

Yazının Devamını Oku