Kimi Eskişehir’de olduğu gibi Ali İsmail Korkmaz’a sopalarla saldırıp döverek öldürüyor, kimisi de “yetkilerini” bu yolda seferber ediyor.
Başbakan “Valiler kızlı-erkekli kalınan evleri takip edecekler” deyince bu işe atılma konusundaki şampiyonluk, seçilmiş Belediye Başkanvekili’ni azarlama hakkını kendisinde gören Adana Valisi Hüseyin Avni Coş’un oldu.
Coş, coştukça coştu ve şöyle dedi: “Bu açıklamayı talimat olarak algılıyorum”!Talimatı yerine getirirken bastığı evlerdeki insanlar Vali Bey’e “Abi biz imam nikâhı kıydık” derlerse ne yapacak, henüz bilemiyoruz!
Başbakan’ın yardımcılarından Bekir Bozdağ da, Başbakan’ın bu talimatını “devletin anayasal görevi” olarak algılamış.
“Bütün öğrencilerle ilgili sorumluluğu ve yetkiyi de vatandaş seçimde size emanet etmiştir. Devletin gençlerini korumak için tedbir alması, yaşam tarzına müdahale olarak asla nitelendirilemez” diyor.
İyi de Anayasa’nın neresinde reşit vatandaşların nasıl yaşadıklarına devletin karışabileceği yazıyor?
Anayasa’nın tarif ettiği “genç” kavramı 18 yaşın altındakiler için! Onları da ana–babaları korur, kimsenin karışmasına gerek yok.
“Üniversite öğrencisi genç kız, erkek öğrenci ile aynı evde kalıyor. Bunun denetimi yok. Muhafazakâr demokrat yapımıza bu ters! Vali Bey’e bunun talimatını verdik. Bunun bir şekilde denetimi yapılacak.”Yardımcısı ve danışmanı bu son derece tuhaf sözleri düzeltmeye çalıştılar ama Başbakan dün görüşünde ısrar etti.
“Bazı yerlerde yurtlar noktasında ihtiyacına cevap veremediğimiz için evlerde kalma noktasında sıkıntı yaşanıyor. Buralarda güvenlik güçlerimize gelen istihbari bilgiler var. Valiliklerimiz bu durumlara müdahale ediyorlar” dedi.
Demek valiler ve güvenlik güçleri artık bu işlere de karışıyorlar.
Başkalarının ne yaptığı, ne ettiğiyle kafayı bozmuş, mahallenin dedikoducu işsiz güçsüz insanları gibi, gözlerini evlerin içine dikmişler!Yetişkin insanların nasıl yaşadığından size ne?
Her ana–baba çocuğunu sizden daha iyi düşünür, çocuğuna verdiği terbiyeyi sizden daha iyi bilir.
Başbakan diyor ki
“Kusura bakmasınlar bu
“Denizli ilinde şahit olduk. Yurtların yetersizliği beraberinde çeşitli sıkıntılar doğuruyor. Üniversite öğrencisi genç kız, erkek öğrenci ile aynı evde kalıyor. Bunun denetimi yok. Muhafazakâr demokrat yapımıza bu ters! Vali Bey’e bunun talimatını verdik. Bunun bir şekilde denetimi yapılacak” demiş.Başdanışmanı Yalçın Akdoğan dün bu sözün ne kadar saçma ve tehlikeli olduğunun farkına varmış, Twitter’da düzeltiyor:
“Ev, otel, yurt, pansiyon statüsünde olmayan, herhangi bir mevzuata ve kontrole de tabi olmayan bazı yerler öğrenci barındırmaktadır. Kayıt dışı ve denetim dışı ticaret yapan apartman türü bu yerler öğrenciler açısından da bir kısım sorunlar üretmektedir. Mesele budur.”
Akdoğan, bunların “apartman türü” yerler olduğunu ama kayıt dışı olduklarını da söylüyor.
Yani bildiğiniz bekâr evlerinden söz ediyor. Düzeltme diye yazdığı şey, hiçbir şeyi düzeltmiyor.
Normal olarak 18 yaşını bitirmiş, kanunen her işi yapmaya “reşit” insanlardan söz ediyoruz.
İsterlerse kimseye sormalarına gerek kalmadan evlenebilirler, isterlerse aynı evde oturabilirler.
Kimseye hesap vermeleri gerekmez, canları nasıl istiyorsa öyle yaşayabilirler.
Şöyle ifadeleri vardı:
“Hamile kadınların sokakta gezmesi estetik değil, doğru da değil.”“Ben eş demem. Eş yoktur, eşitlik yoktur. Ben karımla, çocuğumla eşit değilim. Eşim değil, zevcem olur.”Bunun üzerine RTÜK’e başvuruda bulunulmuş.
6112 sayılı Kanun’un, yayınların “toplumda cinsiyet eşitliğine ters düşen, kadınlara yönelik baskıları teşvik eden programlar içeremeyeceğine” ilişkin hükümleri göz önünde tutularak gerekli yaptırımın uygulanması istenmiş.
Başvuru üzerine bir RTÜK uzmanı yayınları incelemiş ve İnançer’in bu sözlerinin “yer yer felsefi derinliği bulunan görüşler” olduğuna karar vermiş!
Yazdığı raporda, “aile içi şiddet, karı-koca geçimsizliği, boşanma gibi toplumsal sorunların, özellikle geleneksel değer ve kazanımların modernlik karşısında erozyona uğramasının bir sonucu olduğu şeklindeki çıkarımlar perspektifinde yer yer felsefi derinliği bulunan bir yaklaşımın izleyiciye aktarıldığını” söylüyor.
“Uzman”, İnançer’in ortaya koyduğu evli kadın ve erkeğin eş olmadığı yönündeki yaklaşımın, “eş” ve bu kelimeden türeyen “eşitlik” kavramlarının mutlak olmadığına ilişkin genel geçer ancak felsefi derinliği olan bir vurgudan ibaret olduğunu belirtiyor.
Belli ki raporunu yazarken çok uğraşmış!
Bunu internetteki sitelerden öğrendim. Sadece bunları değil, kemikler ve özellikle de son günlerde beni esir alan “diz eklemi” ile ilgili bir şeyler öğrenmek isterken, internette dolaşan yalan yanlış her türlü şeyi okudum sayılır.
İnternette gezinirken bir sanatçının yaptığı (not etmediğime pişman oldum, çünkü tekrar aradım ama nereye saklandıysa bulamadım) bazı resimlere de gözüm takıldı.
Çok güzel kadın fotoğraflarını almış, anatomi atlasındaki görüntülere benzer şekilde kaslarını belirgin hale getirmiş.
Sanki kadının derisi soyulmuş da altından kasları görünüyor gibi!
İskeletimizi ayakta tutan ve hareket etmemizi sağlayan kaslarımız aynı zamanda vücudumuza da bir şekil veriyorlar.
Böyle bakınca bir kadını ya da erkeği beğenmenin aslında iskeletini ayakta tutan kasları beğenmek olduğunu düşünüyor insan.
Öyle düşününce de işin bütün romantizmi kaçıyor tabii.
En azından bazı AKP’lilerin beklediği gibi bir kıyamet de kopmadı.Başlarını örtmeye karar veren kadın milletvekillerinin bunu daha önce neden yapmadıkları ayrı bir soru olarak duruyor.
Oysa madem içtüzükte bir engel yoktu, daha seçildikleri günden itibaren de türbanlarını takarak Meclis’e gelebilirlerdi.Hacca gittikten sonra böyle bir karar almışlar, öyle söylüyorlar.
Hâlâ öyle midir bilmiyorum ama eskiden bizim memlekette, aşırı haylaz olan tipleri hacca gönderirlerdi ki akılları başına gelsin, içkiden, kumardan uzak dursunlar.
Hanımefendileri tenzih ederim elbette ama hacca gittikten sonra hidayete ermek böyle bir şey olsa gerek.
Ama bana öyle geliyor ki bu bir anda hidayete ermekten daha fazla bir şey.Üç seçimin neredeyse arka arkaya yapılacağı bir sürece girdik. Önce yerel yönetimleri, sonra Cumhurbaşkanı’nı, sonra da yeni TBMM’yi seçeceğiz.
Eğer TBMM’de CHP bu nedenle bir olay çıkarmış olsaydı, AKP seçimlerde kullanmak için harika bir malzemeye sahip olacaktı. Kısmet değilmiş!Dün TBMM’de bu konuyla ilgili olarak yapılan konuşmaları dinledim, genellikle kadın haklarından söz edildi.
Bu vesileyle kadınların tek sorununun türban takarak TBMM’ye gelmek ya da kamuda iş bulmak olmadığını da hatırlatmakta yarar var.Madem herkes kadın haklarının geliştirilmesinden yana, mesela “eşit işe eşit ücret” sorununu da partilerimiz gündemlerine alabilirler.
“Ağzına biber sürülse caizdir” dedi.
Başbakan’ın partideki yardımcısı Hüseyin Çelik de aynı konuda konuştu.
“İki sokak serserisinin kavga ederken bile birbirine söylemeyeceği sözleri, bir ana muhalefet partisinin lideri nasıl söyleyebilir” diye sordu.
Politikacıların konuşmalarına dikkat etmeleri gerektiğini, argo sözler kullanmamalarının şart olduğunu bu köşede çok yazdım.
Tesadüfe bakın ki bu yazılarıma ilham kaynağı olanlardan ikisi, şimdi bir başka politikacının argo sözler söylemesini eleştiriyor!Mesela Arınç, hafızalarımızda “Şeyini şey ettiğimin şeyi” sözleriyle yer etti. Bir Hollandalı politikacıya “Hırt” dedi.
Çelik, Devlet Bahçeli için “Kuluçkaya yatmış” benzetmesini yaptı.
Örnekleri arttırabilmek mümkün, ama sütunu gereksiz yere argo sözlerle doldurmama gerek yok ve sorun da sadece bu iki siyasetçi için geçerli değil.
O gördüğünüz otobüsler Marmaray’a binerek kentin Avrupa yakasına geçip Taksim’e kadar ulaşabilenleri kentin değişik yerlerine taşımak için beklemiyor.
Belediye otobüslerine çevik kuvvet polisleri doldurulmuş, meydana gönderilmişler.
Bir arkadaşım saydı, meydanda yan yana dizilmiş böyle 26 otobüs vardı. Belki daha çok da olabilir, arkadaşım bir “bus spotting” uzmanı sayılmaz çünkü.
Elbette, meydana açılan yollarda bekleyenler bu rakama dahil değil. TOMA’ları, akrepleri de eklemek gerek.
Meydanı dolaşan turistler için ilginç bir görüntü olmalıydı ki fotoğraflarını çekiyorlardı.