Paylaş
Konu, ABD basınında çıkan yazılarda MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın, İran ile işbirliği yaptığına ilişkin iddialar.
İddiaya göre MİT, İsrail hesabına çalışan 10 İranlı ajanın adını İran gizli servisine bildirmiş.
Doğru mudur, değil midir, önümüzdeki kısa vadede yanıtını alabileceğimiz sorular değil.
Ama şunu söyleyebiliriz: Eğer Türkiye’nin çıkarları için öyle yapmanın daha doğru olduğunu düşünmüşse bunu yapabilir.
Cengiz Çandar, “Ortadoğu’da her şey mümkündür” diye yazmış, ben genelliyorum: İstihbarat dünyasında her şey mümkündür, dünyanın bu bölgesinde de mümkündür, öteki ucunda da.
Bu tür haberlerin yayınlanması ve bu tartışmanın başlaması da esasen Amerika ve İsrail’in “Hakan Fidan’ı yeme çabası” da değildir.
Hakan Fidan’ı görevden aldırsalar ne değişecek? Yerine yenisi gelir, aynı politikayı sürdürebilir.
Mesele, Obama yönetimini Ortadoğu’daki tercihleri konusunda sıkıştırmakla ve temel olarak Amerikan iç politikası ile ilgili olmalı.
Bu tür haberlerin, yorumların asıl etkisi, Türkiye’de değil, Amerika’da ortaya çıkar çünkü.
Konuya doğru teşhis koyarsanız, onun karşılığında önlem almanız da mümkün olabilir.
“Adamımı yedirmem” diye yola çıkıyorsanız, varabileceğiniz yer de orası olabilir, daha fazlası değil.
Yöneticilerimiz belli ki kendilerini “kabilecilik” ruhundan sıyırıp meselelere yukarıdan bakabilme becerisine sahip değiller.
Fidan başarılı mı başarısız mı?
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı gündemimizin başköşesine oturtacak isek, bunu Amerikan gazeteleri yazdı diye değil, işini iyi ve doğru yaptı mı diye yapmalıyız.
Suriye’de, Arap Baharı’nın bir uzantısı olarak, ayaklanma başladığında, diktatörün çok geçmeden devrilip gideceğine ilk önce inanan ve bütün politikasını bunun üzerine inşa eden ilk ülke Türkiye oldu.
Başbakan ve Dışişleri bu politikayı oluştururken, kendilerine MİT’ten, Suriye’deki durum ile ilgili olarak verilen raporlara, yapılan analizlere dayandılar.
O günlerde konuyla ilgili olarak yapılan toplantıların hepsinde Hakan Fidan da vardı.
Sadece Suriye ile ilgili değil, Türkiye’nin dış politikasında belirgin bir ağırlığı da vardı.
Hatırlarsınız, bu köşede, istihbarat örgütünün dış politika oluşturulmasında böylesine etkin olmasının bir “BAAS geleneği” olduğunu da yazmıştım.
Sonuç ortada: Türkiye bütün hesaplarını Esad’ın kısa sürede yıkılacağı üzerine yaptı, oyununu böyle kurdu ve çuvalladı!
Esad hâlâ işbaşında, öyle görünüyor ki daha bir süre de orada kalacak. Suriye ciddi bir bölünme tehlikesi yaşıyor, hatta bölündü bile sayılır. Suriye sınırımızın güneyinde iki yeni komşumuz var, birisi El Kaide, diğeri PKK.
MİT oradaki durumu tam ve gerçekçi olarak analiz edebilmiş olsaydı, belki başka bir politika izlenecekti, sonuç da farklı olabilecekti.
KPSS sorularını çalıp dağıtanları yakalamakla görevlendirilmiş olduğu halde, ortada hâlâ bir sanık olmadığına da ayrıca dikkatinizi çekmek isterim.
Denizde hayat böyle akmaz
BALYOZ davası ile ilgili olarak takıntılı olduğum iki suç iddiası var: Biri bir F-16 ile uçarak, Fenerbahçe Stadyumu’nun havadan güvenliğinin sağlanması, diğeri ise 62 metrelik bir harp gemisiyle İmralı ve Yassıada kıyılarında keşfe çıkılması!
Yargıtay her iki suç iddiasını da “hayatın akışına uygun” buldu.
Dün F-16 ile uçarak Şükrü Saracoğlu’nun güvenliğini sağlama fikrinin “hayatın akışına nasıl uyabildiğini” sormuştum.
Bugün, 62 metrelik harp gemisiyle İmralı ve Yassıada’da keşfe çıkmanın “hayatın akışına” nasıl uyduğunu soracağım. 8.5 metre eninde, 62 metre uzunluğunda, draftı 2.5 metre, deplasman ağırlığı 552 ton olan bir “gemicik” bu!
Yargıtay’ın ilgili dairesinin üyeleri yüzme bilirler mi, tekne severler mi bilemem ama onlara bu konuda “hayatın nasıl akıp gideceğini” anlatayım:
62 metrelik bir harp gemisiyle İmralı ve Yassıada sularını keşfe gitmeye gerek yoktur.
Amazon.com’a girin, “Turkish Waters & Cyprus Pilot: A Yachtsman’s Guide to the Mediterranean and Black Sea Coasts of Turkey with the Island of Cyprus” isimli kitabı ısmarlayın, yeterli olur.
Rod Heikell’in bu kitabının sert kapaklı yeni baskısı 220 dolar, kullanılmışı 11 dolara kadar bulunabiliyor.
Amatör her denizcinin teknesinde bir tane vardır, benim gibi daha tekne sahibi olamamışlar da satın alıp hayal kurabilirler.
Öte yandan bütün bu haritaların dijital kopyaları, yatların otomatik pilotlarına da yüklüdür.
Askeri gemilerde ise bütün bunların daha ayrıntılıları zaten vardır, ayrıca gidip keşfetmek gerekmez.
Bu keşfe gittiği iddia edilen TCG Kılıç hücumbotunun, keşif tarihinde Çanakkale’de olduğu da Deniz Kuvvetleri’nin ve geminin kayıtlarında tespit edilmiş.
Askeri teknolojide, aynı geminin aynı tarihte iki ayrı yerde bulunmasına olanak sağlayacak gelişmelerin henüz kaydedilmediğini de belirteyim!
Mahkeme, gemi komutanı Kurmay Albay (artık er) Koray Eryaşa’yı 16 yıl hapse mahkûm etti. Hakkındaki delil ise imzası olmayan bir bilgisayar çıktısında “keşif ile görevlendirilmiş olması”.
Ve Yargıtay bunu “hayatın akışına uygun” buldu, mahkûmiyeti onayladı.
“Hepsi tecrübeli ve yıllardır orada görev yapan” saygıdeğer yargıçlara şunu söylemeliyim ki, “Denizde hayat böyle akmaz”! Gerisi vicdanları ile ilgili bir meseledir!
Paylaş