Paylaş
Askerde mesela böyle çok sinirli başçavuşlar vardır, ne yapsan beğendiremezsin.
Her okulda da böyle bir öğretmen bulunabilir, çocuklar karşısında tir tir titrer.
Her mahallede komşular arasında da her şeye sinirlenenler vardır, insana evini bile değiştirtir.
Ama iş Başbakan’ın sinirli olmasına gelince, durumu idare etmek o kadar kolay değil tabii.
Öyle bir huy geliştirdi ki, kavga edecek hiçbir şey bulamazsa, kendi icat ettiklerine sinirleniyor.
Son olarak kendi başlattığı barış sürecindeki ortağı ile kavgaya girişti.
Barış süreci diye tanımlanan gelişmeler başladığında herkes üzerine yeni doğmuş bir bebek gibi titriyordu, “Aman sürece zarar vermeyin” diye herkes birbirine ders veriyordu, hatırlarsınız.
O günlerde “Süreci esas Başbakan’dan korumak gerek” diye yazmıştım ama işe yaramadı tabii.
Apo ile Kandil ve BDP arasında haber getirsin götürsün diyerekten İmralı’ya gönderdiği isimler ile kavga etti önce.
Beğenmediklerini listeden sildi, yerlerine yenilerini yazdı.
Dün de süreci hepten bitirecek son darbeyi vurdu:
“İmralı’ya kim gider kim gelir, bunun kararını vermek tamamen hükümete aittir. İster gönderir, ister göndermez” dedi.
Tamam kabul, ister gönderir ister göndermez de, birilerini göndermez ise bu barış süreci nasıl işleyecek?
Hakan Fidan’ın işi başından aşkın, yoksa İmralı’ya yine o mu gidecek?
Süreç en başından bitmişti
Barış süreci denilen oyunun sonuna geldiğimiz görünüyor.
Bir yandan Başbakan, diğer yandan PKK süreci bitirmek için ellerinden geleni yapıyorlar.
PKK geri çekilme sözü vermişti, geri çekilmeyi tamamlamadığı gibi, şimdi geri çekilmiş olanları da geri göndermekten söz ediyor.
Abdullah Öcalan da gördü ki ne PKK’ya söz geçirebiliyor, ne de ümit ettiği gibi bir “ev hapsi” ara çözümünü elde edebilecek. Onun için o da ipin ucunu salmış gibi görünüyor.
Başbakan’ın tutumu da malum!
Benim için büyük bir sürpriz olmadığını bu köşenin devamlı izleyicileri biliyor.
Birinci hata, demokratikleşme ile PKK’nın silah bırakmasını birbirine bağlamış olmaktı.
Çünkü PKK’nın demokratikleşmeden beklentileri ile AKP’nin demokratikleşmeden anladığı şey birbirini tutmuyordu.
Nitekim hükümetin açıkladığı paketi kimse yeterli bulmadı, PKK bir de dalga geçti!
Zaten kendisi demokrasiyi yeterince içselleştirmemiş bir iktidarın bunu ne ölçüye kadar yapabileceği de ayrı bir muammaydı.
Otoriter bir tek adam yönetimi kurmak için Anayasa’yı değiştirme peşinde koşan, medyayı tek sesli hale getirmek için elinden geleni yapan, demokratik gösteri hakkına bile dünyanın biber gazını sıkan bir iktidarın, demokratikleşmeden ne anladığı açıkladığı paketten de ortaya çıktı.
Aynı durum PKK için de geçerli.
Eli silahlı, otoriter bir yönetim anlayışındaki örgütün beklentisi de gerçek bir demokratikleşme olamazdı zaten.
Onların hesabı belliydi: Güneydoğu’da özerkleşmiş bir bölgesel yönetim kurma hayali!
Bütün bunların üzerine bir de Suriye’deki durum eklenince sürecin birinci aşamasını bile bitirebilmesi mümkün olamadı.
Dosyayı görmeden kararını vermiş
ANAYASA Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Balyoz davası ile ilgili olarak geçenlerde “Yargıtay’daki arkadaşlarımızı yıllardır tanırım. Arkadaşlarımızın yanlış yapma ihtimali çok ama çok düşüktür” dedi.
Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ile başı fazla belaya giriyor diye, son Anayasa değişikliğinde Anayasa Mahkemesi’ne “başvuru hakkı” tanındı, bunu biliyorsunuz.
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay’ın da üstünde bir temyiz mahkemesi gibi çalışmayacak ama yargılamaların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun olup olmadığını denetleyecek.
Yani savunma hakkı kısıtlanmış mı, deliller hukuka uygun olarak elde edilen hukuki deliller mi, sanıklar ile savcılar duruşma sırasında eşit hakları kullanabilmişler mi, adil bir yargılama yapılmış mı gibi konulara bakacak ve gerekli görürse yargılamanın yenilenmesini isteyecek.
Kılıç da bu mahkemenin başkanı!
Daha dosya önüne gelmeden “Bizim arkadaşlar yanlış yapmaz” diye düşünen bir yargıcın başında olduğu mahkemeden ne sonuç çıkabilir ki zaten?
Öyle görünüyor ki bu davanın son gideceği yer bir kez daha Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olacak.
Kılıç’a, eski AİHM yargıcı Rıza Türmen’in, Milliyet’te yayımlanan konuyla ilgili yazısına bir göz atmasını öneririm.
Paylaş