Paylaş
Giderek daha sık duyuyoruz ama aslına bakarsanız toplumsal kültürümüzün önemli bir işareti bu: Arkadaşımı yedirmem!
Danışmanı Başbakan’ı yedirmiyor, Başbakan MİT Müsteşarı’nı yedirmiyor.
Şu aralar Genelkurmay Başkanı’na sinirlenenlerin gerekçesi de aslında aynı: Kimileri bazı arkadaşlarını “yedirmediği” için kızıyor, kimileri bazı arkadaşlarının “yenilmesine” göz yumduğu için!
Çalıştığınız şirkete, kuruma bakın, birilerini yedirmemek ya da yenilmesine göz yummak diye bakılıyor meselelere.
Kimse o kişi işini iyi ve layığıyla yerine getirmiş mi, yasalara uymuş mu, ahlaki bir tutum içinde mi, buna bakmıyor. Bir kabile dayanışması görüntüsü, günümüzün modern binalarının içinde sürüp gidiyor.
“Bizden” olduğunu düşündüğümüz, varsaydığımız kişilerin eylem ve tutumlarını, “öteki” saydığımız ve karşısında olduğumuz kişilerin eylemleriyle aynı sonuçları veriyor olsa bile olumlama eğilimi içine giriyoruz.
Sureti haktan görünen cümlelerimizin orta yerine hep bir “ama” sıkıştırmamızın nedeni de bu.
Fons Trompenaars ve Charles Hampden–Turner’in, “Küresel İş Yönetimi ve Kültürel Çeşitlilik” (Çeviren: Zülfü Dicleli, Anadolu Grubu Yayınları) isimli kitaplarında bizimki gibi toplumlara hâkim olan kültür, “ilişki temelli, özelci” olarak tanımlanıyor.
Arkaik bir ilişkiler sistemi, iş görme biçimimizden, sorunlarımıza çözüm aramaya kadar her alanda ayağımıza sanki bir bağ.
Çevremizin, yakınlarımızı yemeye hazırlanan yamyamlarla dolu olduğuna inanıyor, kimseyi “yedirmemek için” didişip duruyoruz.
‘Yedirtir mi yedirtmez mi’ sınavı
ŞİMDİ küçük bir sınav yapacağız, bakalım sizler de “arkadaşımı yedirtmemci” misiniz, değil misiniz? (Bu sınavı diğer yazıda söz ettiğim kitaptan aktarıyorum.)
Çok yakın bir arkadaşınızın kullandığı otomobille bir yayaya çarpıyorsunuz. Arkadaşınızın 40 kilometrelik sürat limiti olan bir yerleşim bölgesinde 70 kilometre hız yaptığını biliyorsunuz. Olayın tek tanığı sizsiniz ve arkadaşınızın avukatı ifadenizde süratinizin 40 kilometre olduğunu söylerseniz onu çok ciddi bir cezadan koruyacağınızı söylüyor.
Avukata nasıl yanıt verirsiniz?
a- Arkadaşım olarak yanlış ifade vermemi bekleme hakkına kesinlikle sahiptir.
b- Arkadaşım olarak yanlış ifade vermemi bekleme hakkına bir miktar sahiptir.
c- Arkadaşım da olsa yanlış ifade vermemi bekleme hakkına kesinlikle sahip değildir.
Savcının karşısına çıktığınızda ne yaparsınız?
a- Onun saatte 40 kilometreyle gittiğine tanıklık ederim.
b- Onun saatte 40 kilometreyle gittiğine tanıklık etmem.
Bu ankete yanıt veren Kuzey Amerikalılar, Kuzey ve Orta Avrupalılar “doğru” yanıtları vermiş. Her 100 İsviçreliden 97’si, her 100 Amerikalıdan 93’ü doğru ifade vermekten yana.
Dünyanın nispeten azgelişmiş bölgelerine gidildikçe doğru ifade verme eğilimi de azalıyor. Aynı şekilde Akdenizliler de yalan ifadeye daha çok eğilimli. 100 Yunan’dan sadece 57’si, Bulgarların yüzde 53’ü, Nepallilerin yüzde 36’sı, Venezuelalıların yüzde 32’si “Doğru ifade veririm” diyor.
Kazazedenin ciddi bir sakatlanma ya da ölümle karşılaştığı bilgisi kendilerine verilince Kuzey Amerika ve Kuzey Avrupalıların doğru yanıt verme isteği daha da artmış.
“Vicdan” diye bir şey var ve emin olun ki “yol” ne kadar medeniyet demekse, “vicdan” ondan daha fazla medeniyet anlamına geliyor.
Akdeniz kültürünün etkisinde olan Fransızlar “Eğer yaya ciddi şekilde sakatlanmış ya da ölmüşse, arkadaşımın benden ciddi bir destek bekleme hakkı vardır” görüşündeler.
Buna karşılık İngilizlerde, yayanın başına gelen felaket büyüdükçe arkadaşlarına yardım etme eğilimlerinde ciddi bir azalma görülüyor.
Sizlerin yanıtlarını da duyar gibiyim: “Arkadaşımı yedirtmem kabilesi”nin bir üyesi olma ihtimaliniz, toplumsal kültürümüz dikkate alındığında çok çok daha yüksek!
Gizem Akhan için ne yaptınız?
BEYRUT’ta THY pilotları kaçırıldıktan sonra bu konuda hiç yazı yazmadım. İki insanın hayatının söz konusu olduğu bir olayda, toplumu gererek, yöneticiler üzerinde gereksiz bir baskı yaratmanın tehlikeli girişimlere yol açabileceğini düşündüğüm için. Pilotların kurtarılmasından sonra yapılan eleştiriler de beni ilgilendirmiyor.
Önemli olan iki pilotun sağ salim kurtulmasıydı. Bunu kimin gerçekleştirdiğinin bir önemi yok.
Karşınızda doğru dürüst bir muhatabın olmadığı böyle bir durumda, her türlü diplomatik yolu kullanmak, sabretmek ve ayak diremek önemliydi, bu yapıldı.
Bir süre önce Rusya, Arktik bölgede petrol platformları kurulmasını protesto eden Greenpeace üyelerini tutukladı.
Tutuklu 29 çevreci aktivist içinde bir de Türk vatandaşı var.
Gizem Akhan, uzun süreli bir hapis cezası istemiyle yargılanmak için Rusya’da cezaevinde tutuluyor. Greenpeace, çevre korumacılığı için aktif eylemler yapan bir kuruluş ve bu özelliğiyle dünyanın başka yerlerindeki hükümetler tarafından da sevildikleri pek söylenemez.
Ama buna rağmen Avrupa ülkelerinin liderleri, kendi vatandaşlarının serbest bırakılması için Rusya nezdinde girişimlerde bulunuyorlar.
Bizde ise bir tek CHP’nin bir girişimi oldu, Rusya Büyükelçiliği’ne Gizem Akhan’ın serbest bırakılması için bir mektup yazdılar. Hükümetten herhangi bir girişimde bulunulduğunu duymadık.Devletler vatandaşlarına sahip çıkarlar, onların tutumlarını beğenmeseler de!
“Ben dünya devletiyim, dünya lideriyim” diye ortalık yerde gerine gerine dolaşmak yetmez, her vatandaşının hukukunu, hakkını savunmak da gerekir.
Dışişleri Bakanı yalnız olmadığını, ne kadar çok insanla randevusu olduğunu anlatarak böbürlenmek yerine, bir vatandaşının hakkını savunmak için de bir şeyler yapsa, daha çok ciddiye alınır.
Paylaş