Mehmet Emin Karamehmet kendine özgü bir insandır. Ortalarda görünmez, medya’ya konuşmaz. Ancak onun öylesine önemli bir yanı vardır ki, kimse kolay kolay reddedemez.
İş ve insan seçmesini çok iyi bilir. Son olarak günlerdir konuştuğumuz Kuzey Irak’taki petrol çıkarma olayı ile bu yeteneğini tekrarladı ve gündeme oturdu.
Hayatında çok örnekler vardır mutlaka, ancak kamuoyuna yansımış iki isim, Karamehmet’in bu yönünün en belirgin tanığıdır.
Biri, ona Turkcell projesini getiren Murat Vargı, diğeri de ona Kuzey Irak petrollerinin kapısını açmış olan Mehmet Sepil.
Başbakanı anlayabilmek son derece güçleşiyor. Buna iktidar yorgunluğu mu dersiniz, yoksa sinirlerinin bozukluğundan mı kaynaklanıyor veya şekeri mi oynuyor, bilemiyorum.
Bazen, olmadık tepkiler gösteriyor.
Kabul ediyorum, hepimiz insanız ve hepimiz zaman zaman tepki veririz. Ancak bazı tepkiler vardır ki, çok gereksizdir ve sadece sahibine zarar verir.
İşte biri daha...
Bu arada Brüksel’de, Türkiye konusunda çelişkili rüzgarlar esiyor. Sarkozy ve Merkel, imtiyazlı ortaklık projesini yeniden piyasaya sürüyor. Avusturya-Kıbrıs-Yunanistan üçlüsü, bu durumu perde arkasından alkışlıyor. Komisyon ve diğer 22 başkent ise müzakere sürecini destekliyor. AB ile ilişkilerin gidişatı belirsizliğe doğru sürüklenirken, Ankara, bir türlü kıpırdamıyor, reformları canlandırmıyor.
Geçen ay Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileriyle ilgili olarak çok ilginç rüzgarlar esti.
Bir yanda, Sarkozy- Merkel ikilisinin, Türkiye’de tepkiyle karşılanan, açıklamaları vardı, öte yanda ise diğer AB üyeleri ve Komisyon‘dan kaynaklanan haberler.
Birbirleriyle çelişen manzaralarla karşı karşıya kaldık.
Pazartesi günü Kuzey Irak’ta son derece önemli bir gelişme yaşandı. Dünkü gazetelerde okumuşsunuzdur mutlaka. Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi, ilk defa kendi petrolünü , bir Türk firması Çukurova’ya ait Genel Enerji nin ortak olduğu özel bir guruba çıkarttırdı ve Türkiye üzerinden ihraç etti.
Bunun hiçte önemli olmadığını ileri sürebilirsiniz.
O zaman da çok yanılırsınız.
Bu olayın öylesine farklı boyutları var ki, uzun vadede işin nerede biteceğini dahi hesap etmek zordur.
PKK terörünü durdurabilmek, hiç değilse yaşanabilir bir noktaya indirebilmek için, hararetli bir tartışma yapılıyor. Henüz somut adımlar atılmış değil, ancak karşılıklı verilen demeçlerle dahi bir pazarlık süreci yaşanıyor. Taraflar birbirlerinin nereye kadar gerileyeceğini hesaplamaya çalışıyorlar.
Bir ara, DTP milletvekillerinin ifade verip vermemeleri krizi vardı. TBMM Başkanı Toptan’ın bulduğu bir formülle şimdilik atlatıldı. Ardından PKK’nın mayınlı saldırıları ve örgütün kendi kendine ilan ettiği, ateşkes süresinin uzatılıp uzatılmayacağı konuşuldu. Kandil’den gelen mesajların ne kadar samimi olup olmadığının bu şekilde test edileceği söylendi.
PKK, ateşkesin süresini uzattı. Aslında buna “uzatma” demek dahi biraz abartı sayılabilir. Zira 15 Temmuz tarihine sadece 1,5 ay var. Yine de bir adımdır.
PKK bu süreçte, TSK’nın da “büyük operasyonlar” yapmamasını istiyor. “Üstüme gelmeyin, gelirseniz ben de kendimi savunmak zorunda kalırım” diyor. Ancak dikkat ederseniz, yapılan açıklamalarda TSK’nın görevinin de, elinde silah yasadışı eylem yapanları yakalamak olduğu inkar edilmiyor.
PKK önemli bir sınavdan geçmeye hazırlanıyor.
Kendi kendine ilan ettiği “Ateş-Kes” süreci , önümüzdeki pazartesi günü bitiyor.
Aslında PKK hemen her yıl aynı ateş-kes’i tekrarlar.
Kış gelip havalar bozunca, ateşi kestiğini ilan eder ve bu durum ilkbahar sonuna kadar sürdürür. Böylece gerçek barış isteyen taraf olduğunu göstermek ister. Bu süre içinde de, TSK’nın hiçbir operasyon yapmaması koşulunu getirir.
Deniz Baykal, Güneydoğu turunda önemli mesajlar verdi. Bunlardan biri çok dikkat çekti.
PKK’ya bir çağrıydı bu...
“Silah bırakacağının güvencesini ver, o zaman affı da konuşuruz”
PKK, Baykal’ın bu yaklaşımına önem vermek zorundadır. Muhalefet liderinin sözleri, bu ülkenin önemli bir bölümünün hissiyatını yansıtmaktadır.
Tipik bir Türkiye olayı yaşıyoruz.
Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesiyle ilgili olarak yaşanan tartışmalar, tam anlamıyla bir komedi.
Nedenini anlatayım…
Biliyorsunuz, 1958-59 döneminde, Suriye’den Türkiye’ye yönelik kaçakçılığı önleyebilmek için, sınır boyunca, yaklaşık 250 bin dönüm araziye 650-700 bin civarında mayın döşenmiş.