Daha da önemlisi, İmtiyazlı Ortaklığın ne anlama geldiğini bilen yok. Hala içi doldurulmaya çalışılan bir kavram halinde. Buna rağmen, İmtiyazlı Ortaklıktan şikayet ediyoruz. Hevesimizi kaçırdığını, Reformları gerçekleştirmemizi engellediğini söylüyoruz. Oysa, asıl tehlikeyi görmüyoruz. Eğer biz kendi adımlarımızı atmazsak, işte o zaman İmtiyazlı Ortaklık kaçınılmaz olacak.
Bu haftaki Avrupa başkentleri gezimde, son derece önemli bir konuyu araştırdım ve beklenmedik saptamalarla karşılaştım.
Eminim farkındasınızdır, Türkiye’nin AB’ye Tam Üyeliğine karşı üretilen en tehlikeli alternatif, İmtiyazlı Ortaklık formülüdür.
Buna göre, Türkiye‘ye tam üyelik (yani, alınacak tüm kararlara katılım, Parlamento ,Konsey ve Komisyonda temsil edilme) yerine, bugünkü durumuna bazı birşeyler daha eklenip İmtiyazlı Ortak statüsü vermek öneriliyor.
Emin olun kendimi enayi gibi hissediyorum.
Nasıl olmasın ki...
Bugüne kadar kredi kartımın birikmiş tüm borçlarını ödedim. Elimde para kalmamışsa bankadan borç alıp, kredi kartımı kapattım. Şimdi ne kadar hata ettiğimi anlıyorum ve kızgınlıktan kuduruyorum.
Baksanıza, borcunu ödemeyen veya ödeyemeyen, bundan dolayı hakkında takibat başlatılan veya evine haciz gelenlerin borçları azalacakmış. Vatandaşlarının iyiliğini düşünen hükümetimiz, borç takanları kurtarmak için kolları sıvamış.
Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK), ülkemiz açısından ne kadar önemli bir kurum olduğunu, burada artık uzun uzun anlatmak istemiyorum. Hepimiz, muhalifi de taraftarı da bu gerçeği çok açık şekilde biliyor ve görüyor.
Ancak gelin görün ki, TSK bir türlü kendini günün koşullarına uyduramıyor. Etkinliğinin azalmasını isteyen çevrelere adeta çanak açıyor. Kendi mensupları, bu önemli kurumu kendi elleriyle yıpratıyor. İşin garip yanı, kamuoyunu bu kadar iyi okumasını bilen bir kurum olmasına rağmen, hakkında giderek yaygınlaşan “olumsuz izlenimlere” karşı yapılan açıklamalar acaba kaçımızı tatmin edecek?
Örneğin, Genelkurmay Başkanlığı tarafından sözkonusu belge ile ilgili yapılan açıklamada ‘belgenin herhangi bir birimde hazırlanmadığı kanaati”ne sahip olunduğu duyuruldu.
Bir sonraki paragrafta ise belgenin askeri savcılığa gönderilmesi halinde kriminal inceleme yapılacağı vurgulanıyor. O halde nasıl oluyor da şimdiden Genelkurmay’ın herhangi bir biriminde hazırlanmadığı kanaati hasıl olabiliyor?
Seçim kampanyasında Kürtçe konuştuklarından dolayı 3 DTP’li hakkında (Dağpınar Belediye Başkanı Ayhan Erkmen, Kars İl Başkanı Veli Mükyen, Genel Merkez Yöneticisi Kemal Coşğun) suç duyurusunda bulunulmuştu. Seçim yasasının 58 inci ve Siyasi Partiler Yasasının 81 inci maddesine göre DTP’lilerin yargılanmaları ve cezalandırılmaları gerekiyordu.
Soruşturmayı yürüten Kars’ın Digor Cumhuriyet Savcısı Tütüncü, bugüne kadar hiçbir savcının cesaret edemediği bir görüş ortaya attı.
TRT’den Kürtçe yayın yapıldığı, Başbakan’ın TRT-6’nın açılışında Kürtçe konuştuğu, Genelkurmay Başkanının Kürtçeden başka dil bilmeyen bir yaşlı kadınla sohbet ettiği Türkiye’de “Kürtçe konuşma yasağı maddesinin geçerliğinin kalmadığını” belirten savcı, şu gerekçeyi kaleme aldı:
“Her ne kadar her iki kanun içeriğinde Türkçe’den başka dil ve yazı kullanılması yasaklanmış ise de, 1 Ocak 2009 tarihinden itibaren TRT Kurumu’nun 6. kanalında, TRT ŞEŞ adı altında Kürtçe diliyle yayın hayatına başlandığı gibi medya organlarında da görüldüğü üzere devletin üst düzey noktasında bulunan yönetici ve bürokratların dahi Kürt ırkına mensup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ile görüşmeleri sırasında Kürtçe hitap ettikleri gerçeği karşısında artık bu iki kanunda ’Türkçeden başka dil kullanılması yasaktır’ hükmünü taşıyan maddelerin hükümsüz kaldığı ve uygulama olanağının bulunmadığının kabulü gerekmekle, şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verildi."
BRÜKSEL-BERLİN
Hafta başında bir gurup Türk gazetecisi, Brüksel ve Berlin’de üst düzey temaslar yaptık. İzlenimlerimden bir bölümünü sizlerle paylaştım. Bugün de diğer bölümüne geçmek istiyorum.
Yaptığımız görüşmelerde, hepimizin dikkatini çeken noktalardan biri de, Ak Parti (AKP) hakkındaki algılamalardı. 2003-2004 dönemini hatırlarım, AKP eller üstünde taşınırdı. Türkiye’nin başına konmuş bir talih kuşu gibi görülür ve çok desteklenirdi. Erdoğan’ın her sözü dikkatle izlenir ve büyük yankı bulurdu. Daha da önemlisi, her sözüne inanılır, sorgulanmazdı.Türkiye’ye çağ atlatacak parti olarak AKP görülürdü.
Aradan geçen zamanda önemli değişiklikler yaşandı.
Birgün önce Brüksel’deydik.
Avrupa Parlamentosu seçimlerinin Türkiye ile ilişkileri nasıl etkileyeceğini incelemek üzere yola çıkmıştık. Daha doğrusu, Avrupa Komisyonunun davetlisi olarak, üst düzey bir gezi programı hazırlanmış ve önce Olli Rehn’den başlamak üzere, bir dizi brifing almıştık. Rehn’in izlenimlerini dün aktardım. Aynı gece Berlin’e geçtik ve Salı günü, Alman Sosyal Demokratlarının liderliğine hazırlanan, Dışişleri Bakanı Walter Steinmeier ile bir saatlik uzun bir sohbet yaptık.
Steinmeier, üç gün sonra, parti içi seçimi kazanırsa, liderlik kolruğuna oturacak.
Willy Brandt, Helmut Schmidt, Gerhard Shröeder gibi efsane isimlerin koltuğuna oturacak.
Doğrusunu söyliyeyim, büyük hayal kırıklığı yaşadım.
Olli Rehn ile defalarca uzun konuşmalarım olmuştur ve her defasında yepyeni şeyler öğrenmişimdir. Kelimelerini seçer, ancak mesajını da verirdi.
Bu defa, ya verecek mesajı yoktu veya biz artık söylenenleri öylesine ezberlemiştik ki, duyduklarımızdan hiçbiri ilginç veya yeni gelmedi. Hatta bir ara “ Buraya neden geldik” diye kendi kendimize sormadık dahi değil.
Olli Rehn, daha önceki konuşmalarının yanlış anlaşılmasından artık ağzı yandığı için olacak, kelimelerle cambazlık yaptı.
Bu yazıyı size Brüksel’den yazıyorum.
Avrupa Komisyonu, bir grup gazeteciyi, Brüksel ve Berlin’e davet etti.
Zamanlaması önemli, zira geçen hafta Avrupa Parlamentosu seçimi vardı. Bu seçimlerin sonucu, Türkiye’nin zaten çok zor ilerleyen AB ilişkilerini etkileyecek.
Önce Olli Rehn ile randevumuz vardı. Bugün de Alman Dışişleri bakanı Steinmeier’i göreceğiz. Aslında bu iki kişi yakında görevlerinden ayrılacaklar. Rehn yeni Komisyon’da Genişleme dosyasını bırakıp, başka bir koltuğa geçecek.