Paylaş
Pazartesi günü Kuzey Irak’ta son derece önemli bir gelişme yaşandı. Dünkü gazetelerde okumuşsunuzdur mutlaka. Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi, ilk defa kendi petrolünü , bir Türk firması Çukurova’ya ait Genel Enerji ninortak olduğu özel bir guruba çıkarttırdı ve Türkiye üzerinden ihraç etti.
Bunun hiçte önemli olmadığını ileri sürebilirsiniz.
O zaman da çok yanılırsınız.
Bu olayın öylesine farklı boyutları var ki, uzun vadede işin nerede biteceğini dahi hesap etmek zordur.
Kısa birkaç bilgi...
İki ayrı noktada açılan kuyulardan günde 100 bin varil petrol pompalanacak ve bu rakam 2011’de günde 1 milyon varile ulaşacak.
İlk yıl 2 milyar dolar gelir sağlanacak. 4 yılda bu gelir yılda 20 milyar dolara çıkacak. Gelirin yüzde 83’ü Bağdat’a gidecek, geri kalan yüzde 17’si Kürt Yönetimine kalacak. Kürt Yönetiminin kontrolündeki toprakların altındaki rezerv 1 milyar varil.
Anlayacağınız, küçücük bir bölge (yaklaşık 4 milyon nüfuslu) büyük para kazanacak.
Bu gelişme şu anlamlara çekilebilir:
Kuzey Irak Kürt Yönetimi İLK DEFA , kendi kontrolü altındaki topraklardan çıkan petrolü bir özel firma ortaklığına çıkarttırdı. Şimdiye kadar Irak petrollerini daima devlet çıkarırdı.
Kuzey Irak Kürt Yönetimi İLK DEFA , Bağdat Merkezi hükümetin direnmesine rağmen, bu petrolü ihraç etti.İlerde daha da büyük kaynakları işletebileceğinin işaretini verdi.
Kuzey Irak Yönetimi İLK DEFA, kendi kontrolü altındaki topraklarda bulunan büyük kaynak sayesinde giderek zenginleşeceğini ve kendi ayakları üstünde duracak bir bölge,m Kürtlerin çekim merkezi olabileceğini gösterdi.
Kuzey Irak Kürt Yönetimi İLK DEFA, bir Türk firmasının kendileri için hayati derecede önemli olan petrol çıkarmasına izin verdi.
Kuzey Irak Kürt Yönetimi İLK DEFA , hiçbir kuşku veya kaygı duymadan, bu petrolün Türkiye üzerinden ihraç edilmesini özellikle istedi.
Daha da özetlemek gerekirse, Amerikanın istilasından bu yana İLK DEFA , Kuzey Irak Yönetimi arasında önemli bir güven ve işbirliği ortamının doğduğunun en somut işareti yaşanıyor.
Irak Kürtleri, Türkiye’den kendilerine bir zarar gelmeyeceğine inanmış olmalılar ki, böyle bir adım atabildiler. Bu şekilde, Türkiye ile ilişkilerin giderek sağlamlaşacağı ve daha da yoğunlaşacağının işaretini verdiler.
Şimdi bazılarımız “Gördünüz mü, adamlar PKK’yı besliyor, oysa biz onları zenginleştiriyoruz” gibi son derece ters yorumlar yapacaklardır. Ben tam aksini düşünüyorum.
İyi ki, Genel Enerji firması bu çalışmaya katılmış...
İyi ki Türkiye, herhangi bir ard düşünceye girmeden boru hattını kullandırmış...
Bu gelişmeden eğer rahatsız olması, hatta korkması gereken bir taraf var ise, o da PKK’dır.
Nedeni de basit.
Türkiye ile Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi arasındaki ekonomik işbirliği ne oranda yoğunlaşırsa, PKK aynı orantıda baskı altına girecektir. Ne Barzani, ne de Talabani, Türkiye ile yakınlaştıkça zenginleştiklerini gördükleri sürece, PKK’ya göz yummak istemeyeceklerdir.
Bende bundan dolayı “ PKK için alarm zilleri çalıyor” diyorum...
Hasan Cemal'i anlamak
Geçen haftasonu, Hasan Cemal ardı ardına iki yazı yazdı ve içini döktü. Aslında buna içini dökmek yerine, karşı karşıya kaldığı çarpıklık karşısındaki kızgınlığını bizlerle paylaştı.
Kızmakta veya kırılmakta son derece haklıydı.
Kısa bir süre önce, kimselerin kolay kolay cesaret edemeyecekleri bir iş yapmış ve Kandil’e gitmişti. Riskli bir işe girmiş ve PKK lideri Karayılan ile konuşup, görüşlerini aktarmıştı. O sıradaki ortam çok önemliydi. Birden bire “tarihi fırsattan” söz edilir olmuş, Genelkurmay Başkanından, Cumhurbaşkanına, Başbakana kadar yepyeni bir dönemin başladığı belirtiliyordu. Ümitler yeşerivermişti. Demeçler veriliyor ve beklentiler artıyor, ancak olup bitenlere Pkk’nın ne dediği bilinmiyordu. İşte o aşamada, Cemal Kandil’e gitti ve son derece ilginç mesajlarla döndü.
Bu söyleşi, Cemal’in Kuzey Irak’tan getirdiği izlenimler, Türkiye’nin Kürt sorunu ve PKK teröründe yeni bir sayfanın açılmasını, son derece sağlıklı bir tartışmanın başlamasını sağlamıştı.
Hasan Cemal’in yaptığı iş, bir gazetecilik olayıydı. Örneğin, Amerikada olsa Pulitzer ödülüne aday gösterilecek bir değerde bir gazetecilik olayıydı. Sadece konuşulan kişinin konumu değil, konuşmanın zamanlaması da, söyleşinin değerini arttırmıştı.
Ancak gelin görün ki, Hasan Cemal ödüllendirileceğine, yerden yere vuruldu.
“Hasan Cemal neden Kandil’e gittin... Amacın neydi ?” sorularıyla, bir gazetecilik başarısı sayılması gereken bir olay olmadık yerlere çekildi.
Kimi, PKK’nın sözcüsü yaptı. Kimi, Başbakanın kuryesi olduğunu iddia etti. Komplo teorilerine bulaştırıldı. Ne yazık ki, bu kampanyaya en sağduyulu diye tanıdığımız meslekdaşlarımız, siyasetçiler, hatta bilim adamları dahi katıldılar.
Hasan Cemal’i herhalde en iyi anlayan kişi benimdir.
Abdullah Öcalan ile ilk söyleşiyi yaparak bir gazetecilik başarısına imza atmak istemiştim. Hasan gibi ben de risk almış,muhabirlik dürtüsüyle o inanlmaz bir keyfi tatmak için Bekaa vadisine gitmiştim.
Ben gazetecilik için gittim, geri döndüğümde vatan haini oldum.
Milliyet gazetesi toplatıldı, peşime polisler takıldı ve 2 yıl süreyle 15 yıl hapis istemiyle yargılandım.
Hasan Cemal’i okuduktan sonra, bütün komplo teorisyenlerine seslenmek istedim.
Gerçek gazetecilerin, muhabirliği herşeyin önünde görenlerimizin sayısı giderek azalıyor.
Ancak bu kişiler (yani Hasan Cemal’ler) ayakta kaldıkları sürece, yine Kandil’e çıkacaklar, yine sizlerin tüylerinizi diken diken edenlerin de görüşlerini alıp yansıtacaklardır.
Siz istediğiniz kadar komplo üretin. Ancak lütfen, işini doğru yapan gerçek gazetecilere dokunmayın, onlara haksızlık etmeyin.
Birgün bu insanları mumla arayacaksınız, fakat bulamayacaksınız.
O zaman sadece kendiniz gibi düşünen yandaş gazetecilerle yaşamak zorunda kalacaksınız ve emin olun, gerçekleri öğrenemeyeceksiniz. İktidarların veya egemen güçlerin duymak istedikleriyle yetineceksiniz.
Belki de toplum olarak buna layıkız, kimbilir...
Paylaş