Türkiye, AB ile Tam Üyelik Müzakerelerinde gecikti ya, Merkel-Sarkozy ikilisi hemen harekete geçtiler. Açıktan açığa eski “İmtiyazlı Ortaklık” formülünü yeniden piyasaya sürüverdiler.
Gerekçelerini çok açık : “Türkiye’ye Tam Üyelik yerine İmtiyazlı Ortaklık verilmesi, hem Avrupa, hem de Türkiye için daha yararlıdır. Zira, Avrupa kriz döneminden çıkabilmiş değil ve Türkiye gibi büyük bir ülkeyi hazmedecek durumda girmedi. Türkiye de, içerde zorluklar içinde. Reformlarını gerçekleştiremiyor.”
Merkel, müzakerelerin kesilmesini istemiyor. Berlin’in Ahde Vefa yaklaşımı sürüyor. Amacı, katılma sürecini mümkün olduğu kadar geciktirmek ve hedef konusunda da kuşku yaratmak.
Sarkozy ise, daha çok iç politika gerekçeleriyle hareket ediyor. Yani, politika yapıyor.
Bu yeni gelişme, Dışişleri Bakanı Davutoğlu tarafından, önce Ankara’da, AB ülkeleri Büyükelçileriyle yediği yemekte, ardından da dün Stokholm’de, İsveç Dışişleri Bakanı Karl Bildt ve Komisyon’un genişlemeden sorumlu Komiseri Olli Rehn ile yaptığı görüşme maratonunda net yanıtlarını buldu.
Davutoğlu bu temasları sırasında, kendisinin AB konusundaki kişisel duruşunu da hiçbir kuşku bırakmayacak şekilde, açıkça ortaya koydu. “…Türkiye’nin Stratejik önceliği Avrupadır”dedi. Yetinmedi “Tek hedefimiz de Tam Üyeliktir. Bundan başka bir formülü kabul etmemiz söz konusu değildir” diye, Sarkozy-Merkel ikilisini yanıtladı.
Ankara'daki Davutoğlu izlenimleri farklılaştı
Başbakan Erdoğan en önemli dış gezilerinden birinin ilk etabını bugün tamamlıyor. Ardından da, Rusya’ya geçecek.
Azerbaycan lideri Aliyev ve Rusya Başbakanı Putin ile görüşmeler, hem Türkiye, hem de Kafkaslardaki dengeler açısından hayati derecede önemli.
Bu temaslar şu gelişmeleri etkileyecek:
- Türkiye-Ermenistan sorununu rayına oturtacak veya içinden çıkılmaz derece zora sokacak. Ermenistan ile ilişkiler bozuldukça, Washington ile ilişkiler kötüleşecek ve uluslararası camianın Türkiye’ye baskısı artacak.
-
Yeni kabinede en çok üzerinde konuşulan isimlerin arasında Dışişleri Bakanlığına atanan Ahmet Davutoğlu da var. Yapılan yorumların başında da, Davutoğlu’nun önceliğinin Avrupa Birliği olmadığı, Orta Doğu ve İslam ülkelerinin geldiği değerlendirmesi var.
Davutoğlu’nu, geçtiğimiz yıllarda sık sık düzenlediği brifinglerde tanıdım. Bizlerin paylaştığı dünyaya ilk adımını attığı dönemlerde, daha çok “öğretim üyesi” gibi düşünür, soyut kavramlar ve bilim adamı süzgecinden geçmiş değerlendirmeler yapardı. Saatlerce süren brifinglerden pek somut birşey almadan çıkardık.
Davutoğlu yıllar içinde en hızlı şekilde bizlerin dünyasına uyum sağlayan insan oldu. Perde arkasında kalmaya özen gösterdi. Kendini ön plana atmayan ve başarı hikayeleriyle etrafını etkilemeye çalışmayan bir kişiliği vardı.
Bir süre sonra, yavaş yavaş her konuda etkin olmaya başladı.yıllar içinde, Başbakan’ın güven duyduğu bir kişilik çıktı.
Toplumları hareketlendirmek çok zordur.
Bir defa hareketlendi mi, aynı toplumu durdurmak veya yaklaşımını değiştirmek, farklı yaklaşımları kabul ettirmek de çok zor olur.
Bu toplum 25 yıldır Pkk terörüyle yaşıyor.
Binlerce şehidini kalbine gömdü.
Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt görevinden ayrıldıktan sonra ilk defa kamera karşısına geçti. Rıdvan Akar ile benim sorularımı yanıtladı. Söyleşiye başlarken de çok açık söylemişti: “…Bana istediğiniz soruyu sorabilirsiniz.” Demişti.
Doğrusu bu ya, başka askerin göstermediği kadar şeffaf davrandı. Hiç alınmadı ve görüşlerini bizimle paylaştı.
Büyükanıt’ın yanıtları sizi tatmin etmemiş olabilir.Daha farklı yanıt beklemiş olabilirsiniz, ancak hakkını da vermek gerekir ki, hiçbir sorudan kaçmadı.
Beni en çok etkileyen bölümü, hayatımın en önemli travması olarak gördüğüm ANDIÇ olayı konusundaki tutumuydu.
Hasan Cemal’in bir haftadır Kuzey Irak ve Kandil dağından yansıttığı izlenimler, tabii en sonunda Pkk’nın 1 nolu yöneticisi Murat Karayılan’ın açıklamaları, Türkiye’nin en önemli sorunu sayılan Kürt sorununda yepyeni bir dönemin başladığı sinyalleriyle dolu.
Geçtiğimiz haftalarda Genelkurmay Başkanı Org.Başbuğ’un sözlerini, Başbakan Erdoğan’ın açıklamalarını, başta Başkan Obama olmak üzere Washington’daki yeni yönetimin konuşmalarını , Avrupa Birliğinden kaynaklanan görüşleri bir araya koyun ve bunun üstüne Karayılan’ın demecini ekleyin karşınıza son derece net bir manzara çıkıyor.
Benim gördüğüm manzara çok açık:
Bölgedeki koşullar ve dengeler ,geçen yıllara oranla çok değişti. Bugün ,Washington ve AB’den kaynaklanan Uluslarararsı bir ortam oluştu. Pkk ’nın silah bırakması ve görüşlerini siyasi alanda ve barışçı eylemlerle ortaya koyması için örgüte baskı yapılıyor.
Hasan Cemal kadar bu mesleğin üst düzeyine çıkmış, köşe yazarlığı ve kitaplarıyla kendini taçlandırmış bir gazetecinin hala muhabir gibi çalışmasını doğrusbu hem hayranlık, hem de gizli bir kıskançlıkla izliyorum. Burnu, muhabir gibi koku alıyor, kalemi tüm birikimini ortaya koyup, çok gerçekçi değerlendirmeler yapıyor.
Kuzey Irak üzerinden Kandil’e çıkması ve dağdakilerin nabzını tutması, en güncel bir sorunun (PKK’nın silah bırakması) nereye gidebileceği konusunda ipuçlarıyla dolu.
Herşeyden önce, sürecin hızla yürüdüğü apaçık ortada. Genelkurmay Başkanı Başbuğ “PKK terörünün bitmesi için elimize bir fırsat geçmiştir. Bundan mutlaka yararlanmamız gerekiyor” derken, hem Kandil dağındakiler, hem de Kandilin eteklerinde yaşayanlar da, kendi açılarından “Silahların bırakılma zamanının geldiğini, ancak bunun yönetiminin sorgulandığını” açıkça söylüyorlar.
Eski Dep Genel Başkanı Yaşar Kaya’dan tutun, Osman Öcalan’a kadar, Hasan Cemal’in temas ettiği hemen herkes, artık Pkk ’ nın silah bırakma zamanının geldiğini, silahla bir yere varılamayacağının anlaşıldığını anlatıyor.
PKK’nın içindeki büyük değişim kolaylıkla fark ediliyor.
Ancak iş dönüp dolaşıyor ve bu işin nasıl çözümleneceğine geliyor.
Cemal’in söyleşi ve izlenimlerini okumamış olabileceğinizi düşünüp bu köşede özetlemek istiyorum. Zira bu yazı dizisi, Türkiye’nin en önemli sorununun adeta taslak bir yol haritasını çiziyor.
PKK’nın halktan aldığı desteği ve dağdakilerin aşağı inme koşullarını bence en gerçeğe yakın şekilde Osman Öcalan anlatmış:
Dünkü yazımı okuduysanız, sorun yok. Okumadıysanız, özetlemem gerekecek. Zira bugünkü ve dünkü yazım birbirini tamamlıyor.
Dün, PKK ile mücadelede özellikle Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) değerlendirmelerini aktarmıştım.
PKK, tam anlamıyla bir yol kavşağında. Gidebileceği her iki yol da örgütün etkinliğini gösteriyor. Bunlardan biri Kandil’in kapanması ve silahlı mücadelenin bitmesiyle sonuçlanacak. Diğeri ise, etkinliğini tamamen yitirmeyeceği, ancak yine de dağılma sürecini gündemde tutacak bir sürece götürecek.
PKK üstünde uluslararası bir baskı var ve giderek artıyor. Başta Washington olmak üzere¸ Brüksel, Irakta da Erbil ile Bağdat silahlı mücadelenin bırakılmasını istiyor. Terör sürdükçe bir yere varılamayacağı, artık herkes tarafından kabul ediliyor.