Paylaş
Başbakanı anlayabilmek son derece güçleşiyor. Buna iktidar yorgunluğu mu dersiniz, yoksa sinirlerinin bozukluğundan mı kaynaklanıyor veya şekeri mi oynuyor, bilemiyorum.
Bazen, olmadık tepkiler gösteriyor.
Kabul ediyorum, hepimiz insanız ve hepimiz zaman zaman tepki veririz. Ancak bazı tepkiler vardır ki, çok gereksizdir ve sadece sahibine zarar verir.
İşte biri daha...
Erdoğan, Belde Belediye Başkanlarıyla konuşurken, özellikle Belediye hizmetleri hakkında son derece önemli öğütlerverirken birden bire, bambaşka bir konuya giriveriyor.
Eskiden de aynı eleştirileri yapardı, ancak hiç böylesine sert olmamıştı. Partisinin kısaltılmış adına AKP diyenlere ateş püskürdü.
“Bizim kısaltılmış adımız AKP değil, Ak Parti’dir. Böyle yazmaya mecbursunuz. Yazmıyorsanız, bu edebe, adaba sığmaz (!)”
Hoppalaa...
AKP demenin küçültücü bir anlamı yok.
AK Parti de denir, AKP de... Nedir bu hiddetbu şiddet?
Şimdiye kadar hiçbir parti liderinin, kendi kısaltılmış adını saptadığı ve medya’ya zorla kabul ettirmeye çalıştığı da görülmemiştir.
İsim kısaltmayı kamuoyu yapar. Gazeteler, kahve sohbetleri, TV’lerdeki talk show’larda ortaya çıkar. Belki bazıları, bu kısaltmalara başka anlamlar yükleyebilirler, ancak genelde kabul gören bir kısaltma, ne kadar zorlasanız dahi kolay kolay değişmez. AKP’de ilk günden itibaren AKP olmuş, AK Partililer dahi kendilerine, Başbakanın alerjisidoğana kadar AKP demişlerdir.
Üstelik gazeteler ve yazarlar AK Parti demekzorunda da değillerdir. “Ak Parti” uzundur. Başlığa sığmaz ve kısaltılmış hali AKP’dir.
CHP veya MHP neden alınmıyorlar da, AKP alınıyor, anlayamadım.
Bu hafta uluslararası bir konferansta, Erdoğan’ın Suriye politikasını överken sık sık AKP dedim... Eeee ne olacak şimdi?
Edepsiz mi sayılacağız?
Sayın Başbakan emin olmalı ki, bu çıkışıyla AKP kısaltmasını Türk kamuoyuna daha da mal etmiştir. Korkularından Ak Parti demek zorunda kalacakların dışındakiler için AKP rumuzu sürecektir.
* * *
NEDEN BİNDİĞİMİZ DALLARI KESİYORUZ?
Bu yazı medyanın eleştirisi olacak. Bende işin içinde olduğumdan dolayı, kendimi de eleştireceğim.
Aslında bir kasıt yok, ancak dikkatsizlik ve hoyrat bir yaklaşımımız var. İki örnek verirsem, beni daha iyi anlayacaksınız.
Neden bunu yaptık?
Elimizde, o anda kullanabileceğimiz, Air France’a ait 330 tipi uçak resmi veya görüntüsü olmadığı için. Seyirciye, uçağın neye benzediğini gösterebilmek için.
Ancak, böylesine masumane niyetlerle kullanılan o resim ve görüntülerin, THY üzerindekinegatif etkisini hiç düşünmedik.Bunu gören okuyucu veya seyirci de “Ha, Air France, ha THY, o düştüğü gibi bu da düşer” çağrışımı yapacağını hiç hesaplayamadık.
İstemeden, bilemeden THY’nın imajına dolaylı şekilde gösge düşürdük. Toplumun, gerçek kaza yapan Air France ileörnek olarak gösterilen THY uçakları arasında bu kadar kolay ayırımyapamayacağını vebelleğinde, hiç ilgisi olmamasına rağmen, Milli Hava YolumuzTHY’nın da aynı kazayı yaptığı veya yapabileceği izleniminin yerleşeceğini hesap edemedik.
Bari, bundan sonrası için önlem alalım da, aynı hoyratlığı tekrarlamayalım.
DOMUZ GRİBİNDE DE AYNI DURUMU YAŞIYORUZ
Dünya’nın gözünün üstümüzde olduğunu, en ufak bir haberin Türk medyasından hemen yabancı ajanslara, hem de doğruluğu kontrol edilmeden “Domuz Gribi Türkiye’yi de vurdu” şeklinde yansıyacağını, bu tip haberlerin de hemen rezervasyon iptallerine yol açacağını düşünmedik.
Sonuç, bu haberlerin çıktığı sırada yaklaşık 5 bin rezervasyon iptali oldu.
Haber saklayalım, demiyorum.
Kesinleşmiş Domuz gribi bulgusunu verelim. Onu zaten saklayamayız. Ancak tahmin üzerine de hareket etmeyelim.
Oh, böylece içimi döktüm.
Bir açıdan da günah çıkarttım.
Hiç değilse, kontrolümde olan iki kanalda, aynı hataların tekrarlanmasını artık önlüyorum.
Darısı, diğer meslekdaşlarımın başına...
Paylaş