Mehmet Ali Birand

Türkiye, son 10 yılda yargı hatasından 350 milyon ceza ödedi...

13 Haziran 2012
Yargıçlarımız hiç kızmasınlar. Onların AİHM kararlarına uymamalarından veya Avrupa Mahkemesi ilkelerine ters yanlış kararlar vermeleri nedeniyle bu ülke son on yılda tam 350 milyon TL tazminat ödemek zorunda kaldı. Bu büyük miktardır. Ancak artık bu davranışın dönemi kapanıyor. Aldığı karar, AİHM tarafından reddedilen yargıç sicil notunu kaybedecek.

Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraftır. Yani altına imza atmış ve bu sözleşmenin hükümlerine uyacağı yolunda söz vermiştir. Kendini bağlamıştır. Avrupa'daki insan haklarının aynı şekilde ülkemizde de geçerli olduğunu kabul etmiştir.
 
Türkiye, bu sözleşmenin doğru dürüst uygulanıp uygulanmadığını denetlemekle yükümlü olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) kendi vatandaşlarının kişisel başvuru yapmalarını da kabullenmiştir. Yani buna göre, bir Türk vatandaşı yargıda hakkının yenildiğine inanırsa, içerideki tüm şikayet mercilerinden geçtikten sonra, yine derdini anlatamamışsa, AİHM'e başvurabilir demektir.
 
Bu sistem özellikle 90'larda, Özal döneminde başlatılmış ve asıl etkinliği 2000'li yıllardan itibaren hissedilir olmuştur. Yargıçlar eğitimden geçirilmiş, kendilerine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve AİHM kararları tercüme edilip dağıtılmış ve bu ilkelere uymak zorunda oldukları anlatılmıştır.
 
Gelin görün ki yargıçlarımızın bir bölümü "Bizim ülkemizin özel koşulları var- Terörle başka türlü mücadele edilemez..." söylemi veya farklı gerekçelerle, AİHM'i görmezden geldi. Diğer bir bölümü, tüm uyarılara rağmen AİHM kararlarını dikkate almadı ve sonunda, Türkiye aleyhine toplam 3700 dava açıldı.

Yazının Devamını Oku

Kandil, silah bırakacak; Ankara, siyasetin önünü açacak...

12 Haziran 2012
Son günlerdeki kıpırdanmaların farkındasınız değil mi? Atalay'ın açıklaması ve ardından gelen sinyaller, Kürt sorunuyla ilgili bazı yeni kıpırdamaların başladığını gösteriyor. Henüz yeterince ayrıntı yok, ancak ipuçları var. Daha önceki hayal kırıklıklarını düşünüyorum, bu defa da pek heyecanlanmak istemiyorum...

Anlaşılan yeni bazı kıpırdanmalar var...

Yoksa, Atalay ciddi insandır, boş yere CNN TÜRK'te Hande'ye birşeyler olduğunun mesajını vermezdi. Mehmet Altan olsun, Avni Özgürel olsun, Kandil dahil olmak üzere çeşitli merkezden edindikleri izlenimleri bu kadar emin şekilde paylaşmaz ve ümitleri arttırmazlardı.

Benim bildiğim kadarıyla, yine MİT'in başını çektiği, bu defa Barzani'nin daha da etkili şekilde devreye girdiği, Washington'un desteklediği bir senaryo hazırlığı yapılıyor. Hele, CHP'nin son girişimini de bu sürece katacak olursak, işin rengi daha da değişiyor.

Bu gelişmelere bakıp, hemen yarın bir sonuç elde edileceğini sanmayalım. Besbelli yeni bir süreç başlatılıyor.

Benim asıl üstünde durmak istediğim birkaç nokta var.

İlki, PKK ve BDP'nin bu süreci bu defa farklı şekilde değerlendirmeleri gerektiğidir. Artık bugüne kadarki direnme yerine, yeni bir yaklaşımla ortaya çıkmaları kaçınılmazdır.

- Silahları susturmak ve silaha dayalı pazarlık hesabının bir yana bırakılması şarttır.

- Kürdistan kurma çabasından vazgeçilmesinden başka çare yoktur.

Yazının Devamını Oku

MHP'yi unutun, siz yola çıkın yeter...

8 Haziran 2012
Ne kadar temkinli davranılırsa davranılsın, liderler kamuoyunun beklentilerini görmezden gelemediler. Herkes Bahçeli'nin devlet adamı gibi davranacağını sanıyordu. Hayal kırıklığına uğradık.

Ak Parti ve CHP'nin bundan sonra iki seçeneği var: 1)Bu iş olmuyor deyip, siyasi kaygılarla yollarını ayırmaları. 2) İki partinin yanlarına BDP'yi de alıp yollarına devam etmeleri. Bakalım hangi seçeneği tercih edecekler.

Kılıçdaroğlu, son derece önemli bir adım attı. CHP'den bekleneni yaptı. Türkiye'nin tarihi Kürt sorununu çözebilmek için, uzun zamandır beklenen çıkışını yaptı. Soruna ilk yıllarından itibaren en büyük ilgiyi gösteren bu parti, belki de ilk defa bu sorumluluğunu tekrar hatırladı. CHP, açıkçası kendine geldi.
 
Erdoğan da, bu sorunla ilgili en önemli ve cesur kararlara imza atmış bir lider olarak, Kılıçdaroğlu'nun elini havada bırakmadı. Tüm kuşku ve kaygılarını şimdilik bıraktı ve toplumun nabzını iyi okudu.
 
CHP'nin önerisi şu: Gelin, TBMM'deki 4 parti aramızda bir “Toplumsal Mutabakat Komisyonu” kuralım. Soruna birlikte çözüm arayalım. Meclis dışında da bir “Akil Adamlar Komisyonu” oluşturalım.
 

Yazının Devamını Oku

Lütfen işitmeyin ve birlikte çalışın

7 Haziran 2012
Posta'nın dünkü manşeti Türk kamuoyunun genel duygularını yansıtıyordu. Aslında kimse Erdoğan ile Kılıçdaroğlu'nun hemen her konuda anlaşıp, kol kola Kürt sorununu çözmelerini beklemiyor. Hepimizin beklediği, siyasi oyunları bir yana bırakmaları. Hiç değilse ortak hareket edebilecekleri bir alan yaratmaları. Ümitlerimizi arttırmaları...

Posta'nın dünkü manşetini gördünüz mü?

           

Bence, bir toplumun beklentileri bundan daha güzel anlatılamazdı.

           

Cenazedeki o bakışları, sokaklarda da görebiliyorsunuz. Nedeni de, herkesin birşeyler beklemesi. Ne olursa olsun, ümitlerin artması.

           

Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesinin bu kadar ilgi toplamasını başka türlü anlatamazsınız.

 

Yazının Devamını Oku

Kürtaj tartışması, kadının gerçek yerini gösterdi!

6 Haziran 2012
Birbirimize çok yalan söyleriz, ancak bir konu var ki, yalan da söylenemeyecek bir duruma girdik. Kürtaj tartışmaları toplum olarak maskemizi düşürdü.

Hani " ...Analarımızın ayağının altını öperiz..." diyoruz ya...
 
Hani "...Kadının başımızın üstünde yeri var..." deriz ya...
 
Ben artık hiç birine inanmıyorum.
 
Bu toplum, kadınını "Kuluçka Makinesi" olarak gördüğünü açıkça gösterdi.

Yazının Devamını Oku

Erdoğan: Sizin istediğiniz çözümü kabul etmeyeceğim…

5 Haziran 2012
Haftasonu Diyarbakır ve Şanlıurfa konuşmalarıyla, Başbakan Kürt sorunuyla ilgili yol haritasını çizdi. Bundan böyle, silahları susturmadığı sürece PKK’nın beklentilerini karşılama niyetinde olmadığını, Kürdistan kurma niyetlerine imkan sağlamayacağını açıkça ortaya koydu. Nedenini de ben size anlatmak istiyorum.

Bu yazıyı yazabilmek için, Başbakan’ın Cumartesi günü Diyarbakır’da, Pazar günü de Şanlıurfa’daki konuşmalarını bekliyordum. Kürt ve PKK sorunlarıyla ilgili politikalarının nereye gideceğini ortaya koyacağı için önemliydi.
 
Farkındasınızdır, Başbakan’da bir süredir önemli bir değişiklik var.
 
2005’deki tarihi Diyarbakır konuşmasından başlayarak, son yıllara kadar bu sorunu çözecek ve tarihe geçecek bir lider olarak görünüyordu. Yaptığı açıklamalar bunu gösteriyordu. Başkalarının yapamadıklarını yaptı.
 
PKK ve Öcalan ile devlet arasında diyaloğun önünü açtı.

Yazının Devamını Oku

Kürtajı kimse ve hiçbir zaman durduramamıştır

2 Haziran 2012
Kürtaj tartışması devam ediyor ve daha uzunca bir süre de devam edecek gibi görünüyor. Ancak işin başka yönlerini düşünmek şart. Bunlardan ilki, dünyada hiçbir ülke kürtajı yasaklayasa da tümüyle durduramamıştır. Diğeri de, kürtajın kısıtlanması durumunda anne ölümleri çok daha fazla artmıştır. Yani, asıl kürtajı sıkı sıkıya engellemek bir cinayettir.

Kürtaj tartışması derinleştikçe, bu toplum yeni gerçeklerle karşı karşıya kalıyor.

Bu tip tartışmaların en önemli yanı da zaten bu. Hep birlikte bilgileniyoruz. Sorarım size, kaçımız kürtaj-sezeryan operasyonlarının bu boyutlarının farkındaydık ki?

Şimdi gelinilen noktaya bakacak olursak, kürtaj olayının farklı yönlerini de konuşmaya başladık. Örneğin, 1983 yılında belirli kurallara bağlanıp yasalaştırılmadan önce, Türkiye’de anne ölümleri yılda 10 bini buluyordu. 10 bin kadın bakamayacağı, sakat doğacak ya da tecavüz sonucu istemeden edineceği yavrusunu düşürebilmek için en iptidai metodları kullanıyor ve düşük yapıyordu. Tabii sonucunda da, ya kanamadan veya iltihap kapıp hayatını kaybedenlerin sayısı artıyordu. Zaten 1983 yasası da, annelerin ölümünü durdurabilmek için çıkarılmıştı.

Bu açıdan bakıldığında, kürtaj yapılmasının değil, aslında kürtajın yasaklanmasının cinayet olacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hele Sağlık Bakanımızın, aslında bir “olasılık” diye söylemesine rağmen ciddiye alınan, tecavüz sonucu doğan çocukların devlet tarafından bakılması sözü tepki yarattı. Devletin çocuklara yaklaşımı o kadar kötü ki, kimse böyle bir durumun tartışılmasını dahi istemiyor.

Bir diğer nokta da, dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir ülkenin, en sıkı yasalarla donanmış ortamlarda dahi kürtajı yasaklasa da tamamen engelleyememesidir. Aynı durum, Türkiye için de geçerlidir. Kürtajı kısıtlayın veya yasaklayın, bu kadınları yeraltındaki “Kasaplara” gitmeye zorlayacaktır. Durduramazsınız ve baskı ne kadar artarsa atsın, kadınlar istemedikleri taktirde, ne yapıp edip, kendi hayatlarını tehlikeye atma pahasına yine de kürtaj yaptıracaklardır.

Buradan tüm taraflara bir önerim var.

Şimdilerde her kafadan bir ses çıkıyor. Sonunda bir rapor hazırlanacak, heyecanlar durulacak.  Zira tümüyle yasak konulamayacağına göre, bir orta yol bulunacak. En doğru yaklaşım, bu konuyu din ve siyasetin dışına çıkarmak olacaktır.

MEMURLAR,ÖZEL SEKTÖRDEN İYİ ZAM ALDI

Yazının Devamını Oku

Beşiktaş'a bu kara lekeyi kim sürdü?

1 Haziran 2012
Beşiktaş hiç haketmediği bir ceza aldı. 110 yıllık bir kulübümüze ve Türk futboluna kara bir leke sürüldü. Fikret Orman'ın hislerini ve tüm Beşiktaş camiasının üzüntüsünü paylaşmamak elde değil. Düşülen bu durumun gerçek sorumlusu ise hiç oralı bile değil. Ayıptır, yazıktır.

Dikkat ediyorum, kimselerin sesi çıkmıyor.

Nerede o ünlü köşe yazarları, spor yazarları veya TV'lerde döktüren spor yorumcuları. Bilmem, belki söylüyorlardır ancak ben duyamıyorum.

Çarşı nerede ?

O Çarşı ki, her zaman ve kim olursa olsun doğruyu söylediği için herkes tarafından sevilen taraftar gurubu, neden susuyor ?

UEFA'nın verdiği karar 110 yıllık bir kulübümüz için yüz karasıdır.

Bu kararın gerekçesi de çok basit. Kulüp hesaplarında açıkça yolsuzluk yapılmış.

Şimdi bakıyorum, zavallı Fikret Orman ağlamaklı.

Ne yapacağını şaşırmış durumda. Kendisinin bu olayla hiç ilgisi yok. Herhalde kulubün bu duruma düştüğünü bilse belki de başkanlığa aday olmazdı. Şu sıralarda, yüzkızartıcı bir suç nedeniyle Avrupa'dan 1 yıllığına atılan şanlı Beşiktaş'ı nasıl kurtaracağının hesaplarını yapıyor. Taraftarıyla birlikte, çırpınıp duruyor. Üstelik son derece de haklı. Önemli olan Avrupa'da oynama hakkını kaybetmek değil, siyah beyazlıların uğradığı prestij kaybıdır.

Yazının Devamını Oku