Boş yere "Türk usulü iş..." dememişler.
Özel yetkili mahkemelerden şikayet ettik durduk. Sonunda hükümet de bu şikayetlere katıldı ve bir dizi değişiklik yaptı.
Ne oldu, neler değiştirildi diye okuyorum, birşey anlayamıyorum.
Anlayana veya anladığını iddia edenlere soruyorum, onların da pek birşey bildikleri yok. Her kafadan bir ses çıkıyor.
Peki kim ne anladı?
Ne oldu?
Tek somut sonuç, Aziz Yıldırım' ın serbest kalması. O da bu yasa nedeniyle mi gerçekleşti tam belli değil.
Geri kalan tutuklular ne olacak? Onlar içerideki yaşamlarını sürdürecekler mi? Savcılar ve yargıçların tutumları gerçekten değişecek mi?
Aziz Yıldırım' ın serbest kalabilmesinden memnun olanlar arasındayım. Haksız yere bir yıl içeride kaldı . Hiçbir hukuk kuralına uymayan bir dönem yaşadı. Umarım bir daha böyle kötü günlere geri dönülmez ve haksızlığa uğrayan diğer tutuklular da haklarına kavuşurlar.
Bütün bu macera içinde beni hayretler içinde bırakan iki nokta var. Daha önce de yazmıştım, tekrar etmek istiyorum.
Bunlardan biri, Aziz Yıldırım' ın taraftarı kendine bağlama ustalığı, diğeri de FB taraftarının sadakati. Emin olun, bırakın bir başka kulübün taraftarını, Türk toplumunun genelinde böylesine bir bağlılık bulamazsınız. Ne Menderes’e, ne Ecevit’ e, ne Demirel’ e, ne de bir başka lidere böylesine bir tutku gösterildi. İktidardayken alkışlandılar, düştükleri gün unutuldular.
FB' liler başkanlarına inandılar ve sonuna kadar da bu inançlarını sürdürdüler.
Adamı Türkiye'ye geldiğine geleceğine pişman etmiştik. BJK'nın ileri görüşlü akıl hocaları ve yazarları adamı yerden yere vurmuşlardı.Ne futboldan anlamadığını bırakmış, ne manava, ne kasaba benzetmediğimiz kalmıştı.Kısa sürede kovduk. Cinlik edip parasını da tam vermeyince, sonradan o fakir Beşiktaş beceriksiz yöneticileri sayesinde tonlarla tazminat ödemek zorunda kaldı, ancak meğer bilmeden İspanya'ya yardım etmişiz.
Baksanıza sonuca. Futbol'dan anlamayan adam, İtalya'ya tam anlamıyla bir "Kanlı Pazar" yaşattı. Sizde izlediniz, İspanya biraz sıksa, maçı rahat 6-0 alabilirdi. İtalya sanki kupayı almak istemiyormuş gibi bir havadaydı. Almanya'yı perişan eden İtalya yoktu ortalarda. Sanki onlar gitmiş, başka birileri sahaya çıkmıştı.
Hele Teknik Direktörü'nün, maçın bitmesine daha uzun zaman varken, yanlış kararlarla takımını sahada 10 kişi bırakmasına ne dersiniz ? Buna şanssızlık denmez. Dense dense, herhalde beceriksizlik denir.
Maç sonundaki manzaralar arasında beni en çok etkileyeni, Kupayı kaybeden İtalyan takımının göz yaşlarına rağmen, gidip İspanyolları tebrik etmeleri, hatta alkışlamalarıydı.
Bu haftasonu fırtına var.
Öyle gelişmeler yaşanacak ki, heyecan duyulacak ve çok şey değişebilecek.
Bakın hemen sayayım:
- Siz bu yazıyı okurken, büyük olasılıkla, Aziz Yıldırım ve Şike davası konusundaki sonuç açıklanmış olacak. Bir kaç haftadır-özellikle UEFA'nın kararından bu yana-Yıldırım'ın beraat edeceği tahmin ediliyor. İnşallah olur.
- Pazar günü Kiev'de Avrupa Kupası Finali oynanacak. Sahaların yeni şeytanı Balotelli' nin bu defa da İspanya 'yı devirmesi bekleniyor.
- Avrupa Birliği zirvesi bitecek ve Euro'nun geleceği saptanacak. Ya Almanya istediğini elde edip Euro'yu kurtaracak ya da krizin boyutları artacak.
- Özel Yetkili Mahkemeler hakkında karar verilecek. Cemaat ile Ak Parti iktidarı arasındaki savaş giderek sertleşiyor. Bu mahkemeler ya kalkacak veya makyaja uğrayacak. Binlerce kişi yasa tasarısını bekliyor.
- Leyla Zana ile Başbakan Erdoğan görüşecek. Zana acaba yeni bir “Arabulucu” mu olacak? Yoksa BDP' de bölünme mi başlayacak? Bu soruların yanıtlarını tartışacağız.
Gazeteciler de eleştirilir. Dokunulmaz değillerdir. Ayrıca, Medya'mızın içinde öyleleri var ki, gerçekten yatacak yerleri yoktur. Kimileri için, eleştiri sadece küfür etmek, hakaret yağdırmak ve pislik atmaktan ibarettir. Bu konuda ne düşündüğümü bu köşe'yi izleyenler gayet iyi bilirler.
Şimdi de kendi içimizde bir kavga başlattık.
Başbakan'ın gurup toplantısındaki, "satılmış kalemler" konuşmasından hemen sonra başlayan tartışmadan söz ediyorum. Televizyonlarda ve kimi köşe yazılarında, son derece önemli ve Basın Özgürlüğü'nün temeline inen bu tartışma, mesleğimizin özünü ilgilendiriyor:
"...Acaba gazeteciler, savaş hali veya gergin durumlarda resmi politikaları eleştirebilirler mi? Yoksa, Milli Birlik ve Beraberlik adına, resmi politikaları mı desteklemeliler?..."
Esad önceki akşam önemli bir adım attı.
Başbakan Erdoğan' ın gurup toplantısındaki konuşmasından sonra, kabinesini topladı ve ülkesinin “Savaş hali” ne girdiğini söyledi.
Bu cümlenin altını çizmek gerekir.
Anlamı da şudur: Savaş haline girilince normal koşulların dışına çıkılır. Herkes buna göre hareket etmek zorundadır.
Dün tüm Türkiye kulak kesilip Başbakan'ı dinledi.
Bir kesim, hayal kırıklığına uğradı. Zira onlar savaş istiyorlardı. Suriye'nin eğitim uçağını düşürmesini bir meydan okuma olarak görmüşlerdi ve mutlaka karşılık verilmesi gerektiğine inanıyorlardı. En çok kullandıkları söz de "Karizmamız çizildi" idi. Başbakan'ın mutlaka “Askeri bir tepki” göstermesi gerektiğini savundular.
Nasıl olurdu da Suriye eğitim uçağımızı düşürürdü? Eğer biz de hemen vurmazsak, Orta Doğu'da kimse bizi takmazdı... Böylesine basit yorumlar yapıldı.
Başbakan dünkü konuşmasıyla, ciddi devletlere yakışan bir tepki gösterdi.
Geçen Cuma, Kanal D Ana Haber’e az bir süre kala, Deniz Arman aradı. Zaten sabahtan beri, düşen uçak konusunda beni uyarıyor “Bu işin içinden garip işaretler çıkıyor” diyordu. Sonunda işin içinde gerçekten birşeyler olduğu ortaya çıktı.
İlk gelen haberler ve ilk resmi açıklamalar çok karışıktı.
Bizim uçağımız Suriye karasularına girmişti, ancak ne kadar girdiği söylenmiyordu. Kaç uçak olduğu bilinmiyordu. Suriye ise verip veriştiriyor, buna karşılık bizim yetkililerimiz alttan alıyor ve “Soğukkanlılık tavsiyesinde” bulunuyorlardı. Kamuoyundaki izlenim, pek haklı olmadığımız için, alttan aldığımız şeklinde yaygınlaştı.
Anlayacağınız, Cumartesi gününü bu karmaşa ile geçirdik.
Ben de “Suriye topraklarında ne işimiz var? Oralara gidersek adamlar vurur tabii” diyenlerdendim.
Pazar günü Davutoğlu’nun TRT’deki söyleşisiyle birlikte durum netleşti. Ben de resmi daha doğru görebildim. Kamuoyundaki kafa karışıklığı bitti.
Özetle, ilk iki günlük süre hariç, Ankara krizi gayet iyi yönetti.
Ne beklentileri arttırdı, ne savaş çığlıkları attı, ne de sonuç alamayacağı işlere kalkıştı.