Mehmet Ali Birand

En hakikisi, Cübbeli Ahmet Hoca

23 Haziran 2012
Siz ne düşürsünüz bilemem, ancak ben Cübbeli Ahmet Hoca’yı sevmeye başladım. Önceleri garip karşılıyordum. Yaptıklarına bir anlam veremiyordum. Sonraları bana da farklı görünmeye başladı. Bakın neden?

Siz ne düşürsünüz bilemem, ancak ben Cübbeli Ahmet Hoca’yı sevmeye başladım. Öncelerinde garip karşılıyordum.   Yaptıklarına bir anlam veremiyordum. Sonraları bana da farklı görünmeye başladı. 

Herşeyin başında  son derece hakiki bir insan. Kendini olduğu gibi gösteriyor. Cübbesinin altına saklanıp,  dini hurafelerle etrafındakileri aldatmıyor.  Kendini farklı göstermeye çalışmıyor. Söylediklerini kabul etmiyorum ancak, insanları aptal yerine koymamasına hayran oluyorum.

Mahkemedeki durumuna bir baksanıza.  Son derece cesur. Kadınsa, kadınlarını sevdiğini, çirkinini değil, güzelini tercih ettiğini açıkça söylüyor.  İki karısı olduğunu, hele birini gündüzleri gidip ziyaret ettiğini (!) dahi saklamıyor.  Sonra hakime dönüp “Şimdi bu laflar duyulursa eyvahlar olsun halime” diyebiliyor.

İlk olarak jet ski yaparken görüntülenip hepimizi şaşırtmıştı.  Cübbeli adamlar jetski yaparlar mıydı? Ama o yaptı. Sonra konuşmalarıyla farklılığını ortaya koydu.  Çoğu zaman benim paylaşmadığım özellikle kadınlarla ilgili çağdışı görüşleri olmasına rağmen bunları başka din adamları gibi saklamadı.

Sakalını kessin,  cübbesini çıkartsın, reytingi en yüksek showman olur.

DEMRE-KEKOVA’DA DALIŞIN TEK ADRESİ VAR… 
Geçen haftasonu mevsimi açtık.

Yazının Devamını Oku

Türkiye, PKK'nın istediğini veremez...

22 Haziran 2012
PKK, kendinin kontrol edebileceği ve yönetebileceği bir özerk bölge istiyor. Türkiye bunu veremez. Üstelik PKK'nın bu hedefini elde edebilecek gücü de yok. Ne silah gücü, ne de halk desteğine sahip. Türkiye de Kandil'e kolay kolay giremez. Artık karşılıklı olarak tutum değiştirmek gerekiyor.

Yine aynı senaryolar yaşandı.
 
300 kişilik bir güç, dağların ortasında "Gel beni vur" der gibi duran karakola saldırdı ve 8 hayat aldı. Kamuoyu büyük tepki gösterdi.
 
Genelkurmay başkanı cenaze töreninde ağladı.
 
Televizyonlar hem baskını hem de cenazeleri uzun uzun yayınladı.

Yazının Devamını Oku

PKK, vurdukça devre dışı kalıyor...

21 Haziran 2012
Son derece garip bir dönemden geçiyoruz. Bir yandan barış rüzgarları esiyor, öte yandan barış dolu mesajlar yayınlanıyor ve aynı anda Türk toplumunun nasırına basacak cinayetler işleniyor. PKK, ya hiçbirimizin anlayamadığı bir strateji izliyor veya gerçekten ne yaptığını bilmiyor.

Türk kamuoyunda artık genel bir kanı yerleşmeye başladı.
 
Buna göre, PKK hiçbir şekilde barış istemiyor. Ne zaman barıştan söz edilse, ne zaman ümitler  artsa, PKK veya ona bağlı guruplar ne yapıp edip bu süreci baltalıyorlar.
 
Bu algılamayı değiştirmek artık çok güç.
 
Son duruma şöyle bir bakarsak, garabeti hemen görebiliyoruz.

Yazının Devamını Oku

Mahkumların da insan olduğunu unutunca…

20 Haziran 2012
Genelde insanlarımıza değer vermeyiz. Hayvanımız kadar dahi önemsemeyiz. Zira hayvandan çıkarımız vardır. Para kazanırız veya yanlızlığımızı gideririz. Hapishanelerde yaşanan son ayaklanmaları okudukça, hep aklıma bu yanımız geldi. Mahkumlarımıza yaptığımız muameleden utandım.

Şanlıurfa’da başladı ve şimdi diğer hapishanelere de sıçrıyor.

           

Ayaklanmanın nedenlerini okudukça da tüylerim diken diken oluyor.

           

8 kişilik koğuşa tıkıştırılan 18 kişiden mi söz edeyim…

           

75 kişilik kapasiteye 200 kişinin sokulmasını mı anlatayım…

           

Yazının Devamını Oku

Gülen ne yargıya, ne askere, ne de AKP’ye güveniyor…

19 Haziran 2012
Geçen haftaki Erdogan-Gülen mesajlaşması, Türkiye’nin geldiği noktanın ilginç bir resmini çizdi. Fethullah Gülen Hocaefendi, konuşmasıyla kamuoyundaki bir çok algıyı değiştirdi. 2014 sonrası hakkında da soru işareterini arttırdı.

Fethullan Gülen Hocaefendi’nin son konuşması hakkında herkes bir görüş açıkladı.  Yazılar yazıldı, yorumlar yapıldı. Ben de yazı günümü beklediğim için, bugüne kadar diğer yazarların saygıdeğer yorumlarını okumakla yetindim.

 

Ben olayı farklı bir açıdan ele alacağım.

 

1.      Gülen’in Türkiye’den ayrılıp ABD’ye gitmesinin temelinde iki neden yatıyordu.  Bunlardan biri, askerin bir fırsatını bulup tutuklatması; yargı tarafından da, bir daha kafasını kaldıramayacak ağırlıkta bir cezaya çarptırılma olasılığı idi.  Gülen, hayatı boyunca hep bu tehdit altında yaşadı ve bir daha aynı duruma düşmek istemiyordu.

 

2.      Sağlığı giderek bozuluyordu ve etrafının da baskısı sonucu,  tedavisini de yaptırmak üzere 1999 yılında  ABD’ye gitti.

 

Yazının Devamını Oku

Acaba, Gülen Hoca dönmek ister mi?

16 Haziran 2012
Başbakan davet etti, ancak bugüne kadar dönmeyen Fetullah Gülen şimdi fikrini değiştirir mi? Kolay bir karar değil. Hele 2014’teki değişimi de dikkate alırsak, hem Gülen’in hem de “Cemaat”in kuşkuları acaba artar mı, azalır mı?

Başbakan, yıllardan beri Amerika’da yaşayan Fetullah Gülen Hoca’yı “Hasret bitsin artık” diye ülkeye davet etti.

Hele de Türkçe Olimpiyatları’nın kapanışında, iyi düşünülmüş, güzel bir jest yaptı.

Jest, güzel olmasına güzel de, geri dönüş kararını verebilmek o kadar kolay olmasa gerek. O kadar kolay olsaydı, şimdiye kadar çoktan dönerdi.

“Cemaat”in hem görünürlüğü, hem dili hem de etkinliğini gösterme çabası giderek artıyor. İşte böyle bir süreçte, geminin kaptanının binlerce mil uzakta olacağına, burada bulunması gayet tabii daha yararlıdır. Aracılarla yönlendirileceğine, bire bir görüşme yapılması farklıdır.

Bunların hepsi mantıklı… Ancak gelin görün ki, işin içinde başka hesaplar da var.

Gülen’in Türkiye’ye gelişinde milyonlar tarafından karşılanmasının yaratacağı bir mini depremin etkisi nasıl hissedilir?

Sağlık sorunları etkilenir mi?

Türkiye’de işin içinde mi olmayı, yoksa olayların dışında kalmayı mı tercih eder?

Yazının Devamını Oku

Yeter, Özal'ı rahat bırakın artık...

15 Haziran 2012
19 yıldır rahat bırakmadık. Kalp durmasından öldü, inanmadık. Aile, ısrarla bir suikaste kurban gittiğini iddia etti. Sonunda Devlet Denetleme Kurulu raporunu açıkladı. Kusura bakmasınlar ancak, akıllara durgunluk veren soyut varsayımlarla dolu bir sonuç çıktı. Somut hiçbir delil yok, ancak yine de kabrinin açılması öneriliyor. Gerçekten rahat bırakın Özal'ı artık...

Tam 19 yıldır uğraşılıyor.

Turgut Özal'ın bir suikaste kurban gittiğini ispat edebilmek için, bitmez tükenmez bir çaba var.

Adamın kalbi dayanamamış ve durmuş. Kendi doktoru başta olmak üzere, herkes kalp durmasından dolayı hayatını kaybettiğine kanaat getirmiş, ailesi de onaylamış ve herhangi bir otopsi yapılmasına karşı çıkmış ve dosya kapanmış.

Sonra aradan yıllar geçtikten sonra bir şehir efsanesidir başlatıldı. "Hayır, bu işin içinde mutlaka bir iş var..." denir oldu. Ne yazık ki, bu ısrarın başını aile çekti.

Ardından da, bu tip her ölümü esrarengiz havaya sokup, üstüne kitaplar yazanlar, programlar yapanlar devreye girdi. Aile de açılan bu yelkene rüzgar verince, kimseler kalkıp "Yapmayın, etmeyin; boş yere zaman harcamayın" diyemedi.

Cumhurbaşkanı Gül de, aileden gelen istek üzerine, büyük olasılıkla "Kerhen" Devlet Denetleme Kurulu'nu harekete geçirdi. DDK inceledi ve sonunda açıklamasını yaptı.

Aman Allah, ortaya bir rapor çıktı ki, okuma yanında yat.

Rapor, hiçbir somut delil olmadığını belirttikten sonra, birbirinden anlaşılmaz varsayımlara dikkat çekiyor:

Yazının Devamını Oku

Seçmeli Kürtçe dersi, tarihi bir adımdır...

14 Haziran 2012
Kim ne derse desin, Kürtçe'nin okullarda seçmeli dil olarak öğretilmesi kararı, tarihi bir adımdır. BDP ve PKK yetersiz görüyorlar, ana dilde eğitim konusunda ısrar ediyorlar. Taleplerini en üst düzeyde tutmak istiyorlar. Kendi taktiksel hesaplarından dolayı haklı olabilirler. Ancak Türkiye'nin bu kararla yepyeni bir süreç başlattığını da kimse reddedemez.

Fazla değil, özellikle 1980-90'larda sokaklarda Kürtçe konuşan avı vardı. Duvarlara Kürtçe yazı yazmak en büyük suçlardan biriydi. Mahkemelerde, Türkçe bilmeyenler kendilerini savunamazlardı. Tam anlamıyla bir dil savaşı yaşanırdı. 12 Eylül yönetiminin en sert inkar politikalarından biri buydu.

Bırakın konuşmayı, Kürtçe müzik dinleyeni dahi polis kovalar ve yakaladımı hapse atardı. Hiç unutmam, Diyarbakır'da bir taksiye binmiştim. Şöför bir kaset koydu ve daha ilk namelerle birlikte hemen çıkardı. Kürtçeydi. Bana döndü "Abi kusura bakma hata ettim. Ne olur polise söyleme..."diye yalvarmaya başladı. Kendimi çok kötü hissetmiştim. Bir insanın dilinin yasaklanması, anlaşılabilecek birşey değildi...

Bugün gelinilen noktaya bakın.

Nerelerden geçtik ve nereye geldik.

İşte, bu açıdan bakınca, Kürtçe'nin seçmeli dil olarak kabul edilmesi, neresinden bakılırsa bakılsın, bence tarihi bir adımdır.

Eski inkar politikasının, artık tümüyle devre dışı bırakıldığının bir işaretidir.

Şimdi tepkiler olacaktır.

Yeterli bulunmayacaktır.

Yazının Devamını Oku