Paylaş
Posta'nın dünkü manşetini gördünüz mü?
Bence, bir toplumun beklentileri bundan daha güzel anlatılamazdı.
Cenazedeki o bakışları, sokaklarda da görebiliyorsunuz. Nedeni de, herkesin birşeyler beklemesi. Ne olursa olsun, ümitlerin artması.
Erdoğan-Kılıçdaroğlu görüşmesinin bu kadar ilgi toplamasını başka türlü anlatamazsınız.
İnsanlarımızın ümitlerini yok olmasın istiyorlar, o kadar.
Ne kadar ümitlenebiliriz?
Bu satırları, ilk buluşmanın sonuçlarını almadan yazdım. Amacım da, liderlere kamuoyunun hissiyatı yansıtabilmek.
Bakalım sesimizi duyurabilecek miyiz?
İşin, iktidar-muhalefet çekişmesi yanını bir kenara bırakırsak, Erdoğan ile Kılıçdaroğlu'nun bir “Yol haritası” üstünde anlaşamaması için hiçbir neden yok. Temelde, her ikisinin de bakışı hemen hemen aynı yönde.
Erdoğan da, Kılıçdaroğlu da Kürt sorununu çözmek istiyorlar. PKK'nın arzuladığı gibi, onların kontrolüne bırakılacak bir bölge oluşturulmasına, yani “Özerk Kürdistan” kurulmasına karşılar.
Bu kadarı dahi, iki partinin birlikte hareket etmesı ümitlerini arttırır.
Hem CHP'ye prestij getirir hem de Ak Parti'nin tarihe geçmesinin kapılarını açar.
Bu yaklaşım, Başbakan'ın sevdiği formül (Kazan-Kazan) ile her iki tarafın da kazanmasını sağlar.
Her ikisinin de gidebileceği o kadar uzun mesafe var ki, saymakla bitmez.
Yeter ki birkaç noktada anlaşsınlar. Siyasi oyunları bir yana bıraksınlar.
İşte kamuoyunun istediği bu... Bizleri ümitsizliğe itmemeleri... Hiç değilse bir nokta, ortak çalışma zemini bulmaları.
İngiltere Kraliçesi Elizabeth II, 86 yaşında, İngiliz Sarayı’nın tahtındaki 60. yılını kutluyor.
Eğer yanılmıyorsam, dünya üzerinde monarşi geleneklerine hala sadık kalan ve bunları büyük bir duyarlıkla koruyan tek ülke İngiltere’dir.
İngilizlere hayran olmamak elden gelmez.
Düşünün, yüzyıllar boyunca bir avuç insanla dünyayı yönetmişler, sonra değişen koşullar karşısında eski topraklarını kaybetmişler, ardından 1. ve 2. dünya savaşlarında perişan olmuş, ancak yine de dimdik kalmışlar.
Kolonilerini bırakırken, koşulları iyi değerlendirip, direnmemişler. Savaşmamışlar, kan dökmeden bağımsızlıklarını vermişler. Daha da önemlisi, herşeyi kaybettikten sonra ağlamamışlar. “Bizi sırtımızdan bıçakladılar” diye kimselere düşmanlık duymamışlar.
2. Dünya Savaşı’nda fakirleşmelerine rağmen, yine de ayağa kalkmışlar. Bugün de hala nereye giderseniz gidin, hangi uluslararası komite veya örgütün başına bakarsanız bakın, karşınızda bir İngiliz bulursunuz. İngilizler bugün hala, perde arkasında, dünyayı yönetirler. Amerika’nın kaba gücünü dahi yönlendirebilecek bir gizli ikna yeteneğine sahiplerdir.
Bu olağanüstü toplumun başında 60 yıldır Kraliçe Elizabeth oturuyor.
İngilizleri İngiliz yapan tüm geleneklerin sembolü olan ve 60 yıldır bu işi başarıyla götüren bir Kraliçe... En kötü günlerinde, en skandallı dönemlerinde toplumun önüne çıkmasını bilen, yaklaşımıyla “Merak etmeyin ben buradayım” mesajı veren bir Kraliçe…
Yakından gördüğünüzde ise, minyon küçük bir insanla karşılaşıyorsunuz. Yumuşak bir sesle konuşan, elinizi hafifçe sıkan bir Kraliçe. 2008yılındaki Ankara ziyaretinde karşılaşmış ve elini sıkmıştım. Zaten bu kadarı dahi yetiyor. Karşınızda bir tarih abidesini görüyorsunuz.
İşte o yemekte, yanıma düşen ve bir “Kraliyet sarayı uzmanı” olan gazeteci Kraliçe’yi şöyle anlatmıştı:
“…Elizabeth II olmasaydı, Kraliyet Sarayı çoktan prestijini kaybetmiş ve İngiliz toplumunun gözünde silinmişti. Kraliçe tutumuyla geleneği sürdürdü. Hem çağın koşullarına ayak uydurdu, hem de bunları ödün vermeden yapıyormuş izlenimini korudu… Siz onun bu haline bakmayın, son derece esprili bir yapısı vardır. Kahkahalar da atar, inanılmaz şakalar da yapar… En büyük avantajı da etrafına en kaliteli danışmanları seçmesidir…”
Biraz ilerimde yemek yiyen o minyon kadına baktım ve kalitesine gıpta ettim.
Paylaş